© 2013 Powered by Bayram All rights reserved. Tüm Hakları Saklıdır © 2012-2013 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. bayramca - DEĞİRMEN2
   
 
  DEĞİRMEN2
O gün değirmende olağanüstü hazırlık yapılmaktaydı. Herkes erkenden kalkmış kahvaltısını yapmıştı. Nazlı can okul önlüğünü giymişti. Çünkü nazlı can o gün okula başlayacaktı. Hazırlıklar tamamlanınca hep birlikte otomobile bindiler ve okulun yolunu tuttular okul köyün başındaki harmanlığa bitişik bir düzlükteydi. Okulun önü ana baba günü gibiydi. Okula yeni başlayan öğrenciler annelerin ellerinden sıkıca tutmuş ayrılmak istemiyorlardı. Hatta içlerinden bazıları ağlıyorlardı bile. Nazlı can anne ve babası ve Mustafa zilin çalmasını beklemeye başladılar. Az sonra sadık çobanın elinden tutmuş olduğu halde okul yolunda görüldü. Nazlı can sadığı görünce sevinçle gülümsedi. Çoban yanlarından geçerken selam vermeyi ihmal etmedi. Sessiz bekleyişi zilin sesi bozdu. Hemen öğrenciler sıra oldular okul müdürü kısa bir konuşma yaptı. İstiklal marşı okunduktan sonra öğrenciler sıra ile sınıflarına girdiler. İsmail ve ailesi otomobile binip değirmenin yolunu tuttu.nazlı can sınıfa girince kalbi heyecan içindeydi. Hemen bir masaya çantasını yerleştirip yerine oturdu. Sadık sınıfa girince ona gülümsemeyi ihmal etti. Öğretmen ilk derste kendini ve öğrencileri tanıttı. Öğrencilerin hemen hepsi köydendi. Yalnız nazlı can okula değirmenden geliyordu. İlk gün dersler oyun şeklinde geçip gidiyordu. Nazlı can bahçede sık sık sadık ile karşılaşıyor onunla kuzular hakkında sohbet ediyordu. Nihayet okulun çıkış saati gelince otomobil okulun önünde durdu. Mustafa kardeşini okuldan almak için gelmişti. Nazlı can ı okuldan alıp getirmek artık onun görevi idi. Nazlı can çıkış ziliyle birlikte otomobilin yanında bekleyen ağabeyine koştu. Sarılıp kucaklaştılar otomobile bindiler. Otomobil gürültüyle hareket etti. Yolculuk boyunca nazlı can hiç durmadan okulda yaşadıklarını anlatıp durdu. Mustafa kardeşini ilgiyle dinledi. Otomobil değirmene varır varmaz nazlı can koşarak anne ve babasına sarıldı. Başladı okulda yaşananları anlatmaya aile ilgi ile kızlarının ilk günde okulda yaşadıklarını dinliyordu. Murat yine kalmış olduğu öğrenci evinde kalıyor.derslerine daha fazla çalışıyordu. Lise bitince öğretmen okuluna gidecek başarılı bir öğretmen olarak yurduna hizmet edecekti. Murat okumayı çok seviyordu bulduğu her türden kitabı okur.onların doğrularını alır yanlışlarını bir kenara koyardı. Mustafa nazlı can ı her gün alıyor okula bırakıyor. Çıkış saati gelince otomobile biniyor onu okuldan alıp değirmene getiriyordu.bu işi büyük bir zevkle yapıyordu. Çünkü saliha öldükten sonra bütün sevgisini nazlı can a vermiş Saliha'nın boşluğunu nazlı can ın sevgisiyle doldurur olmuştu. Nazlı can günler gelip geçerken okula iyice alışmıştı. Adı gibi nazlı boncuk boncuk gözleriyle kendine güvenen sevimli bir kızdı. Öğretmeni onu çok seviyordu. Derslerinde gayet başarılıydı. Sıcak kanlı olduğu için hemen sınıfta herkes ile arkadaş olmuştu.yine sadık da sınıfın en çalışkan biriydi.öğretmenin her sorduğu soruya hemen parmağını kaldırıp cevaplardı. Bu yüzde öğretmen sadığı çok severdi. Nazlı can ile sadık çok iyi anlaşırlar teneffüslerde devamlı oyunlar oynarlardı. Nihayet çam ağaçlarının dalları karla kapladığı günlerde yeni yıl gelmiş yeni yıl ile birlikte okullar yarıyıl tatiline girmiş nazlı can pekiyilerle dolu karnesini alıp değirmene gelmiş aile karneyi görünce Nazlı canı hediyelere boğmuştu. Ertesi gün İzmir den gelen murat ailenin sevincine sevinç katmış aile birarada olmanın mutluluğunu hep birlikte yaşamıştı. Bu arada yaşlanmaya başlayan ismail oğulların mürüvvetini görmek istiyordu. Bu durumu hanımına açtığı zaman hanımı murat okuyor. Evlenecekse Mustafa evlensin dedi. Münasip bir dille Mustafa ya konu açıldı. Mustafa ya köyde bulunan bütün yetişkin kızlar sayılıp döküldü fakat Mustafa hiç birini kabul etmedi. Her birinde bir kusur bulup reddetti. Anne umutsuz bir şekilde durumu beyine anlattı ismail çaresiz durumu kabullendi. Karların yavaş yavaş eridiği günlerde okullar yeniden açıldı murat tekrar trene bindi İzmir in yolunu tuttu. Nazlı can da okula tekrar gidip gelmeye başladı. Bu arada kasabada yaygınlaşan elektrikle çalışan değirmenlerden değirmene fazla müşteri gelmez olmuştu. İsmail de kasabada bir ev satın alıp yerleşmeyi düşünmeye başlamıştı. Araştırıp soruşturuldu. Uygun fiyata kasabada bir ev bulunup taşınıldı. Artık nazlı can kasabada okuyacaktı. Hafta sonları değirmene gidiliyor. Bağ bahçe ekiliyor. Tek tük gelen müşterilerin işleri görülüyordu. Nazlı can değirmeni çok seviyor . Hafta sonları değirmene gidileceği günler adeta ip ile çekiyordu. Bazen çoban ve oğlu sadık da koyunları ile değirmenin yakınlarına geliyor. Nazlı can yeni doğan kuzuları seviyor sadık ile oyunlar oynuyorlardı. İsmail'in kasabada aldığı ev iki katlı beyaz badanalı balkonundan yerlere kadar asma ve güllerin sarktığı hoş bir evdi. Bayağı para vermişlerdi ama gerçekten hoş bir ev almışlardı. Yine evin önünde küçük bir bahçesi vardı. Aysel hanım yeni evi çok sevmişti. Kasabaya yerleşmişler. Artık onlarda şehir hayatına alışacaklardı. Bu arada murat İzmir de okumaya devam ediyor bütün gayreti ile yüksek öğrenimine hazırlanıyordu. Bu yıl lise bitecekti ve mutlaka üniversite okumak istiyordu. En çok istediği meslek ise öğretmenlikti. Öğretmen olacak yurdun neresi olursa olsun görev yapacak yurdunun çocuklarını okutup onları cehaletten kurtaracaktı. Bu yüzden babasının onayıyla okuldan sonra bir dershaneye gidiyor üniversiteye hazırlanıyor boş zamanlarında Gülsüm ile buluşup izmiri geziyorlardı. Gülsüm de öğretmen olmak için yanıp tutuşuyor. Yurduna hizmet etmek istiyordu. İsmail de zamana uyarak şehirde elektrik ile çalışan bir değirmen kurmaya karar verdi. Biraz parası vardı. Köydeki bir kaç parça tarla ile traktörü satarsa rahatlıkla yeni değirmeni kurabilirdi. Hemen uygun bir yerde bir arsa bulup aldılar. Ve inşaata başladılar. Mustafa inşaatı bizzat yönetmede babasından geri kalmıyor her işe koşturuyordu. Nazlı can okulda büyük bir gayret göstererek okumayı sökmüş yine pekiyilerle dolu bir karne ile sınıfı geçmişti. Aile onu hediyelere boğmuştu. Nazlı canın kasabaya gitmesi sadığı biraz üzmüştü. Fakat ara sıra değirmende onu görmesi onu mutlu ediyordu. O da iyi bir karne ile ikinci sınıfa geçmiş babası ona yeni bir elbise ile ayakkabıyı hediye olarak almıştı. Yeni değirmen inşaatı hızla devam ediyordu. Bu arada köydeki bütün tarlalar satılmış sadece eski değirmenin olduğu yer ile eski değirmen kalmıştı. Murat ile Gülsüm artık liseyi bitirmişler girmiş oldukları üniversite sınavının sonucunu beklemeye başlamışlardı. Murat kasabaya dönmüş yeni değirmenin inşaatında Mustafa ve babasına yardım ediyordu. İnşaat da çok fazla usta çalışıyor bir an önce yeni değirmeni kurmaya çalışıyorlardı. Nihayet evlerin çatılarında leyleklerin görüldüğü güzel bir haziran sabahı değirmen inşaatı bitti. Açılışı adet üzere kasabanın belediye başkanı hayırlı olsun dilekleriyle yaptı. Yeni değirmen artık çalışmaya hazırdı. O yıl mahsul boldu. Değirmenin deposu buğday ile dolup taşıyordu. Çoğu çiftçi buğdayını değirmene teslim ediyor ihtiyacı oldu mu un olarak değirmenden alıyordu. Böylece buğdayını emniyette bırakmış oluyor. Onun için ambarda saklama derdinden kurtulmuş oluyordu. Yaz tatili boyunca nazlı can derslerine çalışıyor hafta sonları ailecek gittikleri eski değirmende dere kenarına gezintiler yapıyordu. Artık kendi başına korkmadan gezebiliyordu. Ara sıra sadık ile karşılaşıyorlar oyun oynayıp kuzuları seviyorlardı. Mustafa yeni değirmene alışmış değirmeni çekip çeviriyordu. Hatta otomobili satmışlar yerine bir pikap almışlardı. Hafta sonları pikaba binip çevre köylere gidiyor onlara un verip buğday alıyordu. Bu arada murat Erzurum da edebiyat Fakültesini kazanmış artık Erzurum da okumaya devam edecekti. Gülsüm de Çanakkale de öğretmen okulunu kazanmış o da Çanakkale de okuyacaktı. Günler su gibi akıp geçmiş yaz tatili bitmişti. Ailecek hazırlık yapıldı. Önce murat Erzurum a yolcu edildi. Sonra nazlı can kasabadaki okula gönderildi. Okul evlerine yakın olduğu için artık kendi başına okula gidip gelebiliyordu. Mustafa bir gün kendi köylerinden dönerken Saliha'nın mezarına uğrayıp ona dualar okudu. Yol boyunca onu düşünüp için için ağladı. Saliha o hayat dolu insan genç yaşta ölüp kara toprağa girmişti. Mustafa'yı şu koca dünyada bir başına bırakıp gitmişti. Okulun ilk gününde nazlı can çok heyecanlıydı. Sınıf arkadaşlarıyla teneffüslerde oyunlar oynuyor. Derslerde devamlı parmak kaldırıp söz alıyordu. Öğretmende bu sarı saçlı tatlı kızı çok seviyor. Hele cesaret gösterip parmak kaldırıp söz almasını takdir ile karşılıyordu. Okulun ilk haftası göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş hafta tatiline girilmişti. Ailecek eski değirmene gittiler. Bağ ve bahçelerin hasat zamanıydı. Nazlı can kendi halinde dere kenarında gezmeye başladı. Ağaçlar yapraklarını döküyor dökülen yapraklar dere kenarına yığılırken bazı yapraklarda suların üstünde kuruyup kalmıştı. Derenin suları bile kuru yaprakların rengine boyanmıştı. Yer yer dere kenarındaki çimenler kurumuştu. Bağ bahçe işleri biraz hafifleyince Mustafa da nazlı canın peşinden dere kenarında dolaşmaya çıktı. Tam bir ağaç kütüğüne yaslanıp sigara içecekken koyunların çan sesleri duyulmaya başladı. Az sonra sırtında kepeneği ile çoban göründü. Çoban Mustafa nın yanına gelince selam verip kepeneğini yayıp üstüne oturdu. Mustafa çobana bir sigara ikram etti.çoban sigarasından derin bir nefes çekip şöyle bir of çekince. Mustafa hayırdır kardeş bir derdin mi var diye sordu. Çoban çok şükür sağlığım yerinde çobanlıktan da rızkımı çıkartıyorum ama Mustafa kardeş olup olacağı bir oğlum var onu okutmak ister bu köyde olmuyor bu şekilde şehire de gönderemiyorum ne edip ne yapacağımı şaşırmış durumdayım dedi. Mustafa şöyle çobana dikkatli baktı. Çoban güçlü kuvvetli tuttuğunu koparan bir yapıya sahipti. Gel kardeş bizim ile çalış bizim şehirdeki un fabrikasında sanada iş vardır.bir dilim ekmek kazanırsak birlikte bölüşüp yeriz dedi. Çoban bu teklife çok sevindi. O an tamam dedi. Mustafa devam etti. Fabrikanın yakınında bir ev kiralarsın olur biter dedi.Önde koyun sürüsü yanında oğlu ile birlikte geç vakitte köye dönen çoban koyunları sahiplerine eslim etti. Hanımı akşam yemeğini çoktan hazırlamış baba ve oğlun gelmesini bekliyordu. İşlerini bitiren çoban sürü sahiplerine tek tek artık bu işi yapamayacağını bildirdi. Hepsi ile tek tek helalleşip helallik aldı. Geç vakitte evine gelip akşam sofrasında durumu hanımına anlattı. Hanımı en çok oğullarının şehirde okuyacak olmasına sevindi. Zaman geçirmeden değirmene  yakın bir mahalleden ev tuttular. Köylüler ile vedalaşıp pekte çok olmayan eşyalarını yükleyip şehre taşındılar.

Ders başlamış öğretmen sıra ile öğrencilere Türkçe dersinden okuma parçasını okutuyordu. Sıra Nazlı can’a gelmişti. Nazlı can heyecan ile okumasını sürdürürken sınıfın kapısı çalındı. Öğretmen gel dedi. Bütün sınıf merak içinde kapıya baktı. Kapıya bakanlardan biride Nazlı can idi. Kapıda beliren öğrenci nazlı can için hiç de yabancı değildi. Değirmene gittiklerinde dere kenarında oyunlar oynadığı koyun sürüsü içinde kuzuları birlikte sevdiği çobanın oğlu idi gelen. Öğretmen yeni gelen öğrenciyi sınıfa tanıttıktan sonra uygun bir yere oturmasını söyledi. Nazlı can pür dikkat okumasını sürdürdü. Ders bitmiş teneffüs zili çalmıştı. Koşarak sınıftan çıkan Nazlı can soluğu Sadığın yanında aldı. Elini uzatıp hoş geldin dedi. Sadık uzatılan eli boş çevirmeyip hoş bulduk dedi. İki arkadaş aynı okulda okumanın sevinciyle bahçede dolaşmaya başladılar.  Kasabada yapılan fabrika inşaatı bitmişti. Un fabrikasının açılışını kasabanın belediye başkanı yaptı. Hayırlı uğurlu olsun deyip açılış kurdelesini kesti. Fabrika açılışı için pilavlı ayranlı ikram dağıtıldı. Fabrikanın açılışını duyan köylüler traktörlerle ekinlerini fabrikaya taşımaya başlamışlardı. Karlı kaplı otobüs garajına gelen otobüs perona yanaştı. Murat Erzurum’u ilk kez görüyordu. Kar yığınları içinde damların çatılarında erimemiş buz sarkıtları sarkıyordu. Erzurum her zaman ki gibi soğuk ve karlıydı. Hemen bir otel bulup yerleşti. Yerleştikten sonra yemek yiyip karnını doyurmak için sokağa çıktı. Karlı buzlu yollardan geçerek bir lokantaya girdi. Karnını bir güzel doyurup tekrar otele dönüp dinlenmeye çekildi.

Fabrika açıldıktan sonra duyanlar traktör kasalarına doldurdukları buğdayları fabrikaya teslim edip teslim fişi alıyorlardı. Yıllarca değirmencilik yapmış aileye herkes sonsuz derecede güven duyuyordu. Şimdiden buğday silosunun yarısı dolmuştu bile

Okulda sadık aklı ve zekası ile öğretmeni ve arkadaşları tarafından çok sevilen bir öğrenci olmuştu. Derslerini zamanında yapar ve planlı ders çalışırdı. Nazlı can en samimi arkadaşı olmuştu. Zaman zaman değirmenden dereden koyunlardan bahseder eski günleri anarlardı.  Günler hızla akıp geçmiş karlı bir kış günü yarıyıl tatili gelmiş öğrenciler karnelerini almışlardı. Karneyi alan Nazlı can okul çıkışında hemen Sadık’ın yanına koşmuş kendi karnesini ona gösterirken onun da karnesine bakmıştı. İkisinin karnesi de iyilerle pekiyilerle doluydu. İkisi de birlikte güle oynaya evlerinin yolunu tuttular. Karneyi anne ve babalarına gösteren Nazlı can  çok mutluydu. Karneyi gören ev halkı da çok mutlu olmuştu. Böyle bir karneyi bekleyen Mustafa kardeşine hediye olarak almış olduğu kol saatini vererek kardeşinin başarısını kutlamış oldu. O da abisine sarılarak yanaklarına öpücükler kondurdu. Oğlunun karnesini gören Hasan ve hanımı çok mutlu oldular. Çünkü oğulları okusun diye köyü bırakıp kasabaya taşınmışlardı. Bütün amaçları ailenin tek oğlunun okuması idi. Oğullarının okuması için ne gerekiyorsa yapacaklardı. Babası sadığı yanına alarak bir mağazaya götürdü. Karne hediyesi olarak ona yeni bir takım elbise aldı. Yarı yıl tatilinde aile Murat’ın gelmesiyle ikinci bir sevinci yaşadı. Murat aile üyelerince büyük bir özlemle karşılandı. O da aile üyelerine getirmiş olduğu çeşitli hediyeleri vererek onların mutlu olmalarını sağladı. Kış mevsiminin en şiddetli günleri gelip çatmıştı.caddeler sokaklar karla kaplanmış insanlar sobaların başında kışın keyfini çıkarmaya başlamıştı. Kısacık yarıyıl tatilinin son günleri gelmişti. Murat yol hazırlıklarını tamamladı. Mustafa onu otobüs garajına kadar otomobil ile götürüp yolcu etti. İki kardeş birbirine sarılarak veda etti. Az sonra otobüs garajına gülsümde geldi. İki sevgili oturup dertleşti birer çay içip kalkmakta olan otobüslerin yanına gitti. Zor bir ayrılık olmuştu. Saatlerce birbirlerine el sallayarak veda ettiler.Karların erimeye başladığı bir gün yarı yıl tatili bitti. Sokaklarda hala kardan kalan kar yığınları duruyordu. Damların saçaklarından sular sızıyordu. Nazlı can erkenden kalkmış annesinin kendisi için hazırlamış olduğu kahvaltı sofrasına oturmuş bir güzel kahvaltısını yapmış okulun yolunu tutmuştu. Okul her zaman olduğu gibi ana baba günüydü. Öğrenciler bahçede toplanmış zilin çalmasını bekliyorlardı. Murat içinde ayrılık acısı ile Erzurum’a vardı. Vakit kaybetmeden kalmakta olduğu yurdun yolunu tuttu. Yeni bir ders dönemi başlıyordu. Başarılı bir edebiyatçı olmak için çok çalışmalıydı. Bu arada şiire merak sarmış eline geçen şiir kitaplarını bir solukta okuyup bitiriyordu. Yarıyıl tatilinde bol bol ders çalışan Sadık okuyup iyi bir öğretmen olmak istiyordu. Kışın son günleri gelmiş havalar ısınmaya başlamıştı. Baharın müjdecisi cemreler bir bir düşmeye başlamış ağaçlar tomurcuğa durmuştu. Ekimde ekilen buğdaylar tarlalarda diz boyu olmuş esen rüzgarlarla bir o yana bir bu yana esen rüzgarın ritmine ayak uyduruyordu. Dağlardaki kar suları erimiş derelere karışmış dereler gürül gürül akıyordu. Mustafa hemen her gün fabrikaya gidiyor fabrikayı sevk ve idare ediyordu. Kısa zamanda iyi bir işletmeci olup çıkmıştı. Ara sıra babası gelip fabrikadaki odasında yapılan çalışmaları gözlemliyor kahvesini içip gidiyorduİşçiler canla başla çalışıp fabrikanın işlerini titizlikle yapıyorlardı. Nazlı can ile Sadığın arkadaşlığı gün geçtikçe ilerliyor birbirlerine iyice bağlanıyorlardı hemen her teneffüs de ya oyun oynuyor yada sohbet ediyorlardı. Aralarında güçlü bir sevgi bağı bir mıknatıs gibi onları birbirine çekiyordu.bazen dersleri beraber yapmak için birbirlerinin evlerine gittikleri bile oluyordu. Sadık saygılı ve terbiyeli bir çocuk olduğu için Nazlı can ile olan arkadaşlığı Nazlı can’ın ailesi ve kendi ailesi için hiç yadırganmıyordu.

Murat yurdun penceresinden bakarken bir şiir karalamaya başladı.

 

 PARKLARDA
Sensizliğin Acısıyla Dolaşıyorum
Bin bir Düşünceyle Ben Parklarda
Aşkından Umutsuz Nasıl Yaşıyorum
Belki Teselli Diye Dolaşıyorum Parklarda

Oturduğum Sırada Sen Yoksun
Yıllardır Bekliyorum Gelmiyorsun
Belki Sevdiğimi De Bilmiyorsun
Anlatmak İçin Aşkımı Dolaşıyorum Parklarda

Ne Yeşillikler Ne İnsanları
Hep Kalbimde Sensizliğin Acıları
Hep Plaklarda Sensizliğin Şarkıları   
Bunları Dinlemek İçin Dolaşıyorum Parklarda

 Sadık ergenliğe ilk adımları atarken Nazlı can'a elinde olmadan iyice bağlandığını anlıyordu. Ve işin ilginç yanı bu yüreğindeki sevgi karşılıksız değildi. Nazlı can'da Sadığa karşı bol değildi. Baştan çocukça başlayan duygular ergenlikle birlikte aşka dönüşmüştü.Ergenliğin baş döndürücü havasına birde Nazlı can’ın aşkı eklenince Sadık için hayat bayağı zorlaşmıştı. Ama güçlü kişiliği her şeye rağmen onu ayakta tutuyor. Derslerinde başarısını etkilemiyordu. Teneffüslerde olan beraberlik yetmiyor derste bile birbirlerine kaçamak bakışlarla bakıyorlardı. Hele baharın insanın başını döndüren havası iki genç insanı aşkın rüzgarlarında adeta savuruyordu. İkisi birden ne olmadığını bilmedikleri adını koyamadıkları bir çekimin etkisindeydi. Zaman zaman birbirlerine nazlar kaprisler yaparak samimiyetlerini ilerletiyorlardı. İsmail ile eşi iyice yaşlanmış yıllar saçlarına kar misali yağmıştı. İsmail’in yüzünde çizgiler belirmiş yaşının verdiği olgunlukla sakal bırakmaya başlamıştı. O yıl haç mevsiminde eşiyle birlikte haç görevini yapmak için kutsal topraklara gitmişlerdi. Fabrikayı evi ve en önemlisi Nazlı can’ı Mustafa’ya emanet etmişlerdi. O kardeşine ve eve ve fabrikaya gözü gibi bakardı. Nazlı can zaten evde yemeği yapıyordu. Annesi her şeyi ona daha küçük yaşta öğretmişti. Zaman değirmeni çarklarını döndürüyor. Günler su gibi akıp gidiyordu. Badem ağaçları çiçeklerini açmış arılar çiçeklerden polen topluyordu. İsmail ile eşi iyice yaşlanmış yıllar saçlarına kar misali yağmıştı. İsmail’in yüzünde çizgiler belirmiş yaşının verdiği olgunlukla sakal bırakmaya başlamıştı. O yıl haç mevsiminde eşiyle birlikte haç görevini yapmak için kutsal topraklara gitmişlerdi. Fabrikayı evi ve en önemlisi Nazlı can’ı Mustafa’ya emanet etmişlerdi. O kardeşine ve eve ve fabrikaya gözü gibi bakardı. Nazlı can zaten evde yemeği yapıyordu. Annesi her şeyi ona daha küçük yaşta öğretmişti. Zaman değirmeni çarklarını döndürüyor. Günler su gibi akıp gidiyordu. Badem ağaçları çiçeklerini açmış arılar çiçeklerden polen topluyordu. Nihayet haç görevini tamamlayan İsmail ve eşi yanlarında bir sürü hediye ile birlikte kasabaya dönmüşlerdi. Konum komşu eş dost tanıdıklar kutlamak için evlerine gelmişler onlarda getirdikleri hediyeleri onlara armağan etmişlerdi. İsmail Mustafa’ya ve Nazlı can’a birer kol saati getirmişti. Yine annesi Nazlı can’a inciden bir kolye getirip hediye etmişti.Nihayet kasabanın bahçelerindeki kiraz ağaçlarındaki meyveler allı morlu belirmeye başlamış okulların tatil zamanı gelmişti. Sınıf öğretmeni karneleri dağıttı. Sadık ve Nazlı can sınıfı bütünlemeye kalmadan geçmişlerdi. Mustafa ikisine de birer bisiklet alarak ödüllendirmişti. Artık iki arkadaş bisikletlerine binerek boş arsalarda dolaşıyorlar yorulunca durup dinlenip sohbet ediyorlardı. Okulu tatile giren Murat’ın dönmesi ailenin mutluluğunu bir kat daha artırmıştı. İki kardeş fabrikadaki işlere el ele vererek kazançlarını artırmaya başlamışlardı. Kasaba ve civarlarında ekinler biçilmeye başlanmıştı. Bu yıl kasabaya döver biçer gelmiş çoğu aile ekinlerini döver biçere biçtirip ekinleri fabrikaya teslim etmişti. Fabrikanın silosu ağzına kadar ekin ile dolu olduğu için fabrika gece gündüz çalışıyordu. Bu arada fabrikaya yeni işçiler alınmıştı.Murat fabrika da arta kalan zamanda gülsüm ile buluşup dertleşiyor iki yetişkin insan okuldan sonra evliliğe dair planlar yapıyordu. Mustafa daha çok kendine işe vermiş gece gündüz fabrika ile ilgileniyor bazen fabrikada bile yattığı oluyordu. Ara sıra çocukluk aşkı Saliha aklına geliyor solgun benzi ile gözünün önünde bir hayal beliriyordu. Saliha ‘yı unutması mümkün değildi. Saliha’dan sonra dünyasına başka bir kadın almamış başka birini sevmemişti. Anne ve babasına eş dost kızlar öneriyor annesi çevredeki beğendiği kızları ona gösterip beğenip beğenmediğini soruyor fakat o hiç birini kabul etmiyor. Bir türlü evliliğe ikna olmuyordu. Zaman zaman annesi bak oğlum bizim bir ayağımız çukurda senin mürüvvetini görmek istiyoruz ölürsek senin mürüvvetini görelim de öyle ölelim gözümüz arkada kalmasın dese de Mustafa bir türlü ikna olmuyordu. Babada oğlum gel sana kız mı yok çevremizden bir kız bulalım evlen dese de Mustafa kabul etmiyordu. Saliha’nın acısı yüreğinde paslı bir hançer gibi saplanmış duruyor acısını unutmak için kendine işe ve kardeşi Nazlı can’a vermişti. Nazlı can’ın mutlu olması için her şeyi yapıyor onun her dediğini yerine getirmeye çalışıyordu. Bir Pazar günü Nazlı can değirmeni çok özledim deyince hazırlan dedi seni değirmene götüreyim. Nazlı can hemen hazırlandı. Otomobile atlayan iki kardeş bir çırpıda değirmene ulaştı. Değirmen bakımsızlıktan bir harabe olmuştu. Değirmenin taşları yerlerinden çıkmış çalılıklar ve otlarla kaplanmıştı. Bahçede yaban otlara bürünmüş ormana karışmıştı. Mustafa içini çekerek galiba biz burayı çok ihmal etmişiz dedi. Nazlı can yarısı solmuş bir gülü dalından koparmadan okşadı annemin ne emekleri vardı bu güllerde diye içini çekti. Asmalarda cılız üzüm korukları kül rengini almıştı. Nazlı can dere boyunca yürümeye başladı. Sadık aklına geldi koyun sürüsü yeni doğmuş kuzular gözlerinin nünden geçti. İçinde anlamını bilmediği bir ürperti belirdi. Ne zaman aklına Sadık düşse bir hoş olup yüzü kızarırdı. Dere her zaman ki gibi akıp gidiyordu. Fakat suyu azalmaya başlamıştı. Mustafa gidelimmi dedi fabrikada işlerim var. Nazlı can arabaya doğru yürümeye başladı. Sadık kasabanın sokaklarında amaçsızca dolaşıyordu. Kasabanın buralarını daha önce gelmemişti. Kiraz ağaçları dallarında al kirazlarla bir gelin gibi süslenmişti. Beyaz badanalı kasabanın evleri ardında kalmış eli cebinde dolaşıyorduBirden karşı yamaçlardan yola doğru inmekte olan koyun sürüsünü ve ince ezgili çoban kavalının sesini duydu. Sadık yeni doğmuş yünleri beyaz pamuk gibi bir kuzuyu bacaklarından yakalayıp kucağına aldı. Okşayıp sevmeye başladı. Az sonra ilerden bir otomobil belirdi. Nazlı can koyun sürüsünü görünce abi ne olur dur şu kuzuları biraz seveyim dedi. Mustafa yolun kenarında otomobili durdurdu. Koyunların yanına doğru yürürken kuzuyu sevmekte olan Sadığı gördü. Sadık beklenmedik bu karşılaşmadan çok şaşırmıştı.Nazlı can her zaman ki sevecenliği ile hemen sadığın yanına çöktü. Sen ne arıyorsun buralarda dedi. Sadık hiç canım sıkıldı gezmeye çıktım dedi. Nazlı can sıkı can iyidir hemen çıkmaz diye takıldı. Mustafa bir sigara yakıp arabanın kaportasına yaslandı. İki arkadaş kuzuları doyasıya sevdiler. Az sonra yanlarına gelen çoban ufak tefek çelimsiz bir çocuktu. Kaval çalmayı bırakmış arabanın yanına gelmişti. Mustafa çabana bir sigara ikram etti ikisi birlikte arabanın kaportasına dayanarak sigaraların dumanın üflediler. Nazlı can yorulmuşsundur gel bizimle artık dönelim dedi Sadık hiç itiraz etmeden otomobile doğru yürüdü. Çobana teşekkür edip otomobile binip yola koyuldular. Önce sadığı eve bırakıp sonra kendi evlerine geçtiler.Takvim yaprakları gün gün eksilirken yaz mevsimi ortalarına gelmiş kiraz ağaçlarındaki kirazlar kurumaya başlamıştı. Nazlı can bisikletine binip kasabanın trafikten uzak yerlerinde gezintiye çıkıyordu. Başlarda pek alışamamıştı. Hatta birkaç kez düşmesine rağmen zamanla usta bir binici olup çıkmıştı. Sadıkta zaman zaman bisiklete binip evlerinin civarıda dolaşıyordu. Günler geçiyor tatilin bitmesi yakınlaşıyordu. Murat fabrikada Mustafa’ya yardım ediyor arta kalan zamanda da derslerine çalışıyordu. Köylüler traktörlerin kasalarına yükledikleri buğdayları fabrikanın silosuna boşaltıp makbuz alıyorlar. İhtiyaçları olunca da makbuz karşılığı unlarını alıyorlardı. Yörede fabrika sahiplerine güven sonsuzdu. Hatta bazı köylüler sattıkları hayvanların paralarını bankaya yatırmaktan ziyade onlara bırakıyorlar. Onlarda deftere kaydedip fabrikanın kasasına koyuyorlardı. Sıcak havalar serin rüzgarlı havalara yerine bırakırken ağaçlar yapraklarını dökmeye başlamıştı. Eylül yaz mevsiminden görevi devralıyordu. Tatil bitmiş artık okullar açılacaktı. Murat eşyalarına bir valize koyup anne ve babasıyla helalleşip yola çıkacaktı. Aile onu otobüs terminaline kadar otomobil ile yolcu etti o da anne ve babasının elini öptü kardeşleriyle sarılıp vedalaştıktan sonra otobüse bindi. Otobüs ağır ağır kasabanın yollarında kayboldu. Aile otomobile binip evlerine döndü.  

 Okul yolu yine okulun açıldığı günlerde olduğu gibi çok kalabalıktı. Öğrenciler sıra sıra okulun yolunu tutmuştu. Nazlı can da hazırlanıp okula gitmeye koyuldu. Tam okula varırken yolda Sadık ile karşılaştı. İki arkadaş sohbet ede ede okula vardılar. Daha okulun bahçesine varmadan zilin sesi duyuldu. Ve sırada yerlerini alıp beklemeye başladılar. Konuşmalardan ve istiklal marşının okunmasından sora sınıfa girdiler.   Sadık Nazlı can’ düşünmeden edemiyordu. Okulda görüşmeleri konuşmaları yetmiyor heran hep yanında olsun istiyordu. Hele akşamları okuldan eve hiç gelmek istemiyor. Sabahları okula uçar gibi gidiyordu. Gün be gün Nazlı can’a daha fazla tutuluyor. Ondan ayrı bir dünya hayal bile edemiyordu. Nazlı can da aynı duygularla yanıp tutuşuyor duygularını saklamak için olağan üstü gayret sarf ediyordu. Zaman akıp gidiyor iki arkadaş birbirlerine daha fazla bağlanıyor fakat aralarındaki duyguların adını koyup birbirlerine söyleyemiyorlardı. Bu durum ister istemez okuldaki durumlarını hatta derslerini etkiliyordu. Sırf bu yüzden sadık ilk kez dersin birinden kırık not almıştı. Nazlı can’ın notlarında da belli bir düşüş gözleniyordu. Ağaçlar yapraklarını iyice dökmüş rüzgarlar alabildiğince esiyordu. Dağların doruklarında beyaz renkli kar kümeleri kışın habercisi gibi kendini belli ediyordu. Evlerde sobalar gürül gürül yanıyor. Sobaların üstünde kestane pişiriliyordu.   Öğretmenlerin ikazları ile ikisi de kendilerini toplayıp yarıyıl tatilinde karnelerinde zayıf getirmediler. Kış doğuda çok şiddetli geçtiği için bu kısa tatilde murat kasabaya gelemeyeceğini bildirdi. Bu duruma aile üzülse de elden gelen bir şey yoktu. Bir sabah uyandıklarında pencereyi açan Nazlı can karlarla kaplanmış bahçeyi gördü. Sevinçten ne yapacağını bilemedi. Hemen kışlık giysilerini giyip bahçeye koştu. Topladığı karlarla hemen bir kardan adam yaptı. Annesi de ona katılıp mutfaktan havuç ve eski elbiseler getirdi kardan adamı bir güzel giydirdiler. Bahçedeki şenliğe İsmail ve Mustafa da katılmıştı. Ailecek birbirlerine yaptıkları kar toplarını atıp eğlendiler. Güle oynaya evin içine girip sobanın başında ısınmaya başladılar. Kar birkaç gün hiç eksilmeden yağdı. Kar yığınlarının üstü yeni kar yığınları oluşturdu. Ağaçların dallarının bazıları dayanamayıp kırıldılar. Evlerin bacalarından koyu dumanlar yükseldi.  Günler sonra güneş bulutların arasından yüzünü gösterdi. Karlar erimeye başladı. Havada belli bir ısınma oluştu. Sokaklarda eriyen karların oluşturduğu su birikintileri vardı. Bahçedeki kardan adamın yarısı ermiş havuç düşmüş ceketin kolu boşta kalmıştı. Kısacık yarıyıl tatili bitmiş okullar yeniden açılmıştı.  Günler sonra güneş bulutların arasından yüzünü gösterdi. Karlar erimeye başladı. Havada belli bir ısınma oluştu. Sokaklarda eriyen karların oluşturduğu su birikintileri vardı. Bahçedeki kardan adamın yarısı ermiş havuç düşmüş ceketin kolu boşta kalmıştı. Kısacık yarıyıl tatili bitmiş okullar yeniden açılmıştı. Kasabanın sokaklarındaki kar erimiş fakat dağların doruklarındaki kar kümeleri hala duruyordu. Hala sobaların dumanları bacalardan alabildiğince yükseliyordu.tatil boyunca derslerine iyi çalışan Sadık okumaktan başka çaresi olmadığını anlamış okumak için büyük bir gayret sarf ediyordu. Sadığın bu gayreti öğretmenlerin de dikkatini çekmişti. Ama zaman zaman da Nazlı can’ı düşünmeden edemiyordu. Nazlı can da tatil boyunca derslerine çalışmış okula hazır olarak gelmişti.  Mustafa fabrikadaki işleri yoluna koymuş hesap kitap işlerini takip etmek için fabrikaya muhasebeden anlayan bir genci alarak fabrikaya muhasebe birimi kurmuştu. İsmail fabrikaya gelip gidip kahvesini içiyor. İşleri kontrol ediyordu. Fabrikada ki işçiler var güçleriyle çalışıp kazandıkları parayı helal ettirmeye uğraşıyorlardı. Bahçedeki erik ağacı ak çiçeklerini açarak baharın geldiğini adeta müjdeliyordu.Okulun yakınlarında bulunan parkta öğle tatillerinde öğrenciler toplanır kendi aralarında dolaşır vakit geçirirlerdi. Bazen Sadık ve Nazlı can da parkta bir banka oturur sohbet eder bir şeyler içerlerdi…

Baharın insanı bir hoş eden havası başlarını döndüren iki insan farkında olmadan birbirlerine iyice bağlanıyordu. Farkında olmadan hep bir araya geliyorlar. Hep birlikte olma ihtiyacı duyuyorlardı. Aralarında adını koyamadıkları dile getiremedikleri bir bağ vardı. Bazen birbirlerini kıskanıyorlardı bile. Aynı şeyleri seviyorlar. Aynı şarkıları dinliyorlardı. İkisi de kitap okumayı çok seviyor buldukları hemen her kitabı okuyorlardı. Nazlı can en son Çalı kuşu adlı romanı okumuş kendisini romandaki Feride’ye benzetmiş Sadığı da Kamuran’ın yerine koymuştu. Bundan Sadığa bahsederken ikisinin yüzleri kızarmış biraz utanmışlardı. Günler gelip geçmiş yazın bunaltıcı sıcak günleri gelmiş ağaçlar meyveye durmuştu. Yaz tatili yaklaşmış. Öğrenciler karne alacakları günü heyecan ile beklemeye başlamıştı. Bu arada Sadık iki gün okula gelmeyince Nazlı can onu evinde ziyarete gitmişti. Sadık hasta olmuş yorgan döşek yatıyordu. Nazlı can onu bu halde görünce çok üzülmüş ve endişeye kapılmıştı. Fakat bu hastalığı kısa sürede atlatan Sadık tekrar okula gelmeye başlamıştı. Bir teneffüs arasında Nazlı can Sadığa iyi ki iyi oldun seni çok merak ettim sana bir şey olsaydı ben sensiz nasıl yaşardım seni çok seviyorum dedi. Bu sözleri o kadar irade dışı söylemişti ki farkında bile değildi. Sadık da Nazlı can’a teşekkür edip sana da bir şey olsa bende yaşayamam bende seni çok seviyorum deyivermişti. Böylece ikisi de aralarındaki sevgiyi birbirlerine itiraf etmişti. Aralarındaki bağın sevgi hatta aşk olduğunu ikisi de kabul etmişti. Okulun kapanacağı gün gelip çatmış sınıf öğretmeni herkesin karnesini eliyle vermişti. Sınıfı geçen öğrenciler sevinmiş bütünlemeye kalan öğrenciler üzülmüştü. Sadık ve Nazlı can sınıfı geçmişlerdi. Sevine sevine evlerine doğru koşar adım gittiler.  Karneleri gören aileler çok mutlu oldu ve onları hediyelere boğdular. Nazlı can’ın sevincine bir sevinç daha eklendi. Yarıyıl tatilinde gelmeyen Murat tatilin ertesi günü eve geldi. O da sınıfı geçmişti. Ailenin sevinci bir kat daha arttı. Mustafa’nın yükü artık biraz hafifleyecekti. Bir Pazar günü fabrikadaki işleri Murat’a bırakan Mustafa anne ve babasını birde Nazlı can’ı alarak büyük şehre götürdü. Nazlı can birkaç kez geldiği büyük şehre hayran kalmıştı. İyice gezdiler Nazlı can ve Mustafa kendilerine çeşit çeşit elbise aldılar. Anne ve babaları çok mutluydu. Akşam otomobile binip tekrar kasabaya döndüler. Yol boyunca Nazlı can Sadık ile birlikte bu şehirde yaşamayı hayal etti. En büyük arzusu Sadık ile bu büyük şehrin kalabalık sokaklarında el ele yürümekti. Sadığa artık bisiklet küçük gelmeye başlamış babası da taksitle ona bir motorlu bisiklet alarak karne hediyesi vermişti. O da motor bisiklete binerek kasabanın tenha yollarında geziyordu. Bir gün motor bisikleti değirmen yoluna doğru sürdü. Değirmenin yanına varınca bir kenara park edip dere boyunca dolaşmaya başladı. Her yerde Nazlı can vardı. Onun hayali hep karşısındaydı. O şımarık ve içten haliyle pamuk gibi bir kuzuyu seviyordu.  Böyle ne kadar dere boyunda dolaştı bilinmez kendine geldi. Ger dönüp motor bisiklete binip kasabanın yolunu tuttu. Aile evlerinin balkonuna yaz aylarında bir masa birkaç sandalye atmıştı. Bazı akşamlar akşam yemeğini evin balkonunda yiyorlardı. O akşamda öyle olmuştu. Nazlı can yemekten sonra balkonda elindeki kitabı okumaya başladı. Anne ve babası çoktan içeri geçmiş namazlarını kılmışlardı. Kitap okumaktan yorulan Nazlı can kitap okumayı bırakıp gökteki yıldızları seyretmeye başladı. O anda göklerden bir yıldız kayıverdi. Hemen içinden Sadık diye bir dilek tuttu. O büyüklerinden duymuştu. Yıldız kayarken tutulan dilekler kabul olur diye. Canı sıkılan sadık yine motor bisiklete binip kasabanın dışına doğru sürdü. Motoru park edip bir ağaç dibinde oturup gökteki yıldızları seyretmeye başladı. Tam o sırada gökteki bir yıldız yer yüzüne doğru kaymaya başlayınca içinden Nazlı can diye bir dilek tuttu. Yaz mevsimi bütün sıcaklığı ile yaşanırken tarlalardaki ekinleri döver biçerler biçip ekinler traktör kasalarında un fabrikasının yolunu tutuyordu. Silo dolmuş yanına yeni bir silo daha yapılıp yeni gelen ekinler orada depo yapılmıştı. Mustafa yılmadan yorulmadan her işe koşturuyor fabrikayı çok güzel idare ediyordu. Bazen aklına Saliha geliyor o solgun benziyle Mustafa’ya bakıyordu.   Mustafa işleri Murat’a bıraktığı bir gün otomobile atlayıp değirmenin yolunu tuttu. Değirmene varınca otomobili bir kenara park edip dere boyunca gezinmeye başladı. Değirmenin taşları hala yerinde duruyordu. Daha ileride çağlayanın sesi buralara kadar geliyordu.  Çağlayana doğru yürümeye başladı. Tam çağlayanın olduğu yere gelince çağlayanın oradan bir ışık huzmesi oluştu. Işık huzmesi içinde Saliha ona elini uzatmış gel işareti yapıyordu. Bir anda zaman mefhumu kayboldu. Mustafa kendini cenneti andıran bir bahçe içinde Saliha’nın yanında buldu. Saliha beyaz elbisesi içinde bir melek gibiydi. Etrafta çeşit çeşit renk renk kuşlar uçuyor bahçedeki güller bahçeyi mistik bir koku yayıyordu. Bahçede meyve ağaçlarında meyveler dalları kırarcasına yüklüydü. Bir anda her şey kayboldu. Mustafa kendini çağlayanın başında buldu. Tatlı bir hayal görmüştü. Daha fazla orada kalamadı. Otomobile binip kasabanın yolunu tuttu.Tatiller öğrenciler için çabuk geçer ağaç dallarında yapraklar sararıp solmaya rüzgarlar acı acı esmeye başladı. Eylül ayı gelip çatmıştı. Ailecek Murat’ı Erzurum’a yolcu ettiler. Nazlı can okulun açılmasına en çok Sadığı daha fazla göreceği için sevinmişti. Çünkü tatil boyunca onu çok özlemişti. Okulun ilk günü okul bahçesinde karşılaşınca ikisinin de gözlerindeki sevinç görülmeye değerdi. Bazen konuşmaya hacet kalmaz bir içten bakış binlerce kelimenin anlatmak istediği şeyleri anlatır.  Okul açılmış bir yandan dersler sınavlar birbirini kovalamaya başlamıştı. Rüzgar acı acı eserken önüne kattığı yaprakları adeta kovalıyordu. Evlerde sobalar gürül gürül yanıyor. Evlerin bacalarından çıkan isli dumanlar göklere yükseliyordu. Fabrika iki vardiya çalışıyordu. Yeni işçiler alınmış hepsinin sigortası yatıyor maaşlarını tıkır tıkır alıyorlardı. Mustafa fabrikayı ustaca yönetiyor. Tam bir iş adamı gibi hareket ediyordu. İsmail oğlunun bu halinden oldukça memnundu. Civardaki fırınlar unlarını sadece bu fabrikadan alıyorlar. İşler tıkır tıkır işleyip gidiyordu. Ailenin tek sıkıntısı çocuklarının mürüvvetlerini görememeleriydi. Bazen karı koca bir evlense de onun mürüvvetini görsek diye kendi aralarında konuşuyorlardı. Murat okuyordu. Mustafa evlenmeye yanaşmıyordu. Yağmurlar yağmaya başlamış dağların doruklarında kar kümeleri görülüyordu. Nazlı can okuldan geliyor günlük derslerini çalıştıktan sonra mutfak işlerinde annesine yardım ediyordu. O da annesi kadar usta olmuştu mutfak işlerinde. Mustafa kendini tamamen fabrikada ki işlere vermiş geç vakte kadar fabrikada kalıyor. Bazen tüm gece eve gelmiyordu. Yaşadığı acıları Saliha’yı bu şekilde unutmaya çalışıyordu.Bir sabah evin perdelerini açan anne sokakların karla kaplı olduğunu gördü. Hemen ev halkını uyandırıp karın yağmasını müjdeledi. Kışlık giysilerini giyen Nazlı can okulun yolunu tuttu. Kar gerçekten yolları kapatmıştı. Kasabada bile otuz santim kar kalınlığı vardı. Kar beyaz rengiyle yapraklarını dökmüş ağaçları bir gelin gibi süslemiş ağaçlar sanki bir karpostalı andırıyordu. Sadık annesinin kendisi için örmüş olduğu atkıyı boynuna sarmış o şekilde okulun yolunu tutmuştu. Teneffüslerde öğrenciler sobanın başından ayrılmaz olmuştu.  Karlı bir kış günü İsmail hastalandı hemen hastaneye götürdüler. Doktorlar hastaneye yatması gerektiğini söylediler. Hemen yatış işlemlerini yapıp onu hastaneye yatırdılar. İsmail oldukça yaşlanmış iyice halsiz düşmüştü. Oğlu Mustafa’ya

--oğlum ben çok yaşamam annen ve kız kardeşin sana emanet onlara iyi bak ölürsem de beni sıra servilerin yanına gömersin diye vasiyet etti. Mustafa yok baba sen daha çok yaşayacaksın diyecek oldu. Ama bunu söyleyemeden babasını bir öksürük nöbeti tuttu. Öksürük nöbeti bir türlü kesilmiyordu. Mustafa hemen doktoru çağırdı. Doktor nabzını kontrol ederken İsmail’in öksürük nöbeti sona ermiş kesik kesik nefes alıyordu. Bir anda nefesi seyrekleşmeye başladı. Doktor

--hemşire hemşire

 diye seslendi. Mustafa olanlardan şaşkındı. Az sonra İsmail’in nefesi iyice kesildi. Huzur içinde göz kapakları yumuldu. Doktor Mustafa’ya

--Başınız sağ olsun dedi.

Mustafa şaşkın ve üzgün ne yapacağını bilmeden bekliyordu. Nihayet aklını başına alıp Murat’a haber verdi. Hastane de cenaze yıkanıp temizlendikten sonra hastanenin morguna konuldu. Acı haberi alan Murat hemen otobüse binip yola çıktı. Kasabada İsmail’in öldüğünü duyan herkes çok üzülmüştü. Kimseye bir kötülüğü dokunmayan tanıdık tanımadık herkese iyilik yapan kapısından kimseyi boş çevirmeyen İsmail ölmüştü. Cenazesi çok kalabalık olmuştu. Mezarda Mustafa ve Murat’a herkes başsağlığı diledi. Ailede herkes çok üzülmüştü. Kasabanın kadınları başsağlığı için her akşam evlerine geliyorlardı. Aysel kadın bunca yıllık aynı yastığa baş koyduğu eşini kaybetmişti. Üzüntüsünü belli etmemeye metin olmaya çalışıyordu. Nazlı can elinden geldiğince yardımcı oluyordu.oda çok üzülmüştü. Nihayet sınavları başlayacak olan Murat otobüse binip okuluna gitti. Mustafa onu yolcu etti. Nazlı can birkaç gün izin almıştı. Nihayet o da okuluna gitti. Öğretmenleri ve okul arkadaşları ona başsağlığı diledi.  Teneffüs arasında yanına gelen sadığı gören Nazlı can kendini tutamadı ona sarılıp uzun süre ağladı. Sadık da çok üzgündü. Acı tatlı günler gelip geçiyor yaralar kabuk bağlıyordu. Yıl sonu gelmiş Nazlı can artık ortaokulu bitirmişti. Sıcak yaz günlerinin birinde Aysel kadın kocasının ölümünden sonra kendini bir türlü toparlayamadı. Hiçbir şey onu teselli etmiyordu. Gün geldi hastalanıp yatağa düştü. Nazlı can ona çok iyi bakıyordu. Mustafa’da bir dediğini iki etmiyordu. Ama bir türlü iyileşemedi. Kocasının yokluğuna daha fazla dayanamadı. O da sıcak bir yaz günü vefat etti. Aile yine yaslara büründü.    Bir yıl içinde art arda  iki aile büyüğünü kaybeden aile derin bir acıya bürünmüştü. Özellikle Nazlı can üzüntüsü tarifsizdi. Annesinin bütün sorumluluğu ve yükü ona kalmıştı. Murat okulda olduğu için fabrikanın sorumluluğu Mustafa’ya kalmıştı. Mustafa hem fabrikayı hem de evin tek erkeği olarak evi elinden geldiğince idare etmeye çalışıyordu. Her şeye rağmen aile iyice birbirine kenetlenmişti. Nazlı can o yıl lise eğitimine başlayacaktı. Sadık ortaokulu bitirmiş o da kasabanın tek lisesi olan lisede okula başlayacaktı. Acı tatlı günler yaşanıp günler gelip geçiyordu. Ölenler ölüyor hayat devam ediyordu. Mustafa Saliha’nın acısının üzerine anne ve babasını da kaybetmiş acısına yeni acılar eklenmişti. Nazlı can ile birlikte hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Bu arada nazlı can kasabadaki liseye kaydolmuş artık orada okuyacaktı. Murat annesinin cenazesine katılmış tatilde Mustafa’ya yardım etmiş o da okullar açılır açılmaz okuluna gidecekti. Fabrikanın ve evin bütün yükü Mustafa’ya kalacaktı.      

  Eylülün rüzgarı yaprakları önüne katıp kovaladığı günlerden bir gün okullar açıldı. Nazlı can bir başına hazırlanıp kahvaltısını yapıp okulun yolunu tuttu. Okul yolunda Sadık ile karşılaşınca acılarının bir nebze olsun azaldığını hissetti. Sadık onu teselli ederek her zaman onun yanında olduğunu söyledi. Nazlı can’ın teselliye o kadar ihtiyacı vardı ki Sadık ona ilaç gibi gelmişti. Okulda aynı sınıfta değildiler. Ancak teneffüslerde bir araya gelip konuşma imkanı bulabiliyorlardı.      

 Eylülün rüzgarı yaprakları önüne katıp kovaladığı günlerden bir gün okullar açıldı. Nazlı can bir başına hazırlanıp kahvaltısını yapıp okulun yolunu tuttu. Okul yolunda Sadık ile karşılaşınca acılarının bir nebze olsun azaldığını hissetti. Sadık onu teselli ederek her zaman onun yanında olduğunu söyledi. Nazlı can’ın teselliye o kadar ihtiyacı vardı ki Sadık ona ilaç gibi gelmişti. Okulda aynı sınıfta değildiler. Ancak teneffüslerde bir araya gelip konuşma imkanı bulabiliyorlardı. Mustafa bütün dertlerini sıkıntılarını kardeşi Nazlı can ile unutuyordu. İki kardeş birbirlerine daha bir kaynaşmış aralarındaki bağlar daha güçlenmişti. Zaman zaman Saliha’yı düşünüyor annesini babasını düşünüyor. Dünyadaki tüm sevdiklerini yüce Allah birer birer elinden almıştı. Dünyada bir Nazlı can bir de Kardeşi Murat vardı. Murat uzaklarda okuyordu. Nazlı can evlerinde yanında idi. Ya onada bir şey olursa o zaman ne yapardı. Hayatta tek tutunacak dalı biricik kardeşi Nazlı can’dı. Onun için o ne derse yapmaya bir dediğini iki etmemeye çalışıyordu. Dünyada kalan tüm sevgisi Nazlı can’ındı.      

   

   

   

    

 

 

 

  

  

 

     

 
 
 
Bugün 155091 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol