© 2013 Powered by Bayram All rights reserved. Tüm Hakları Saklıdır © 2012-2013 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. bayramca - değirmen
   
 
  değirmen

   Şeffaf perde odanın içini iyice aydınlatmıştı. Güneş ışıkları gözlerini kamaştırıyordu. Yıllardan sonra ilk kez rahat bir yatakta temiz bir odada uyku uyumuş iyice dinlenmişti. Pencereden gelen aydınlık odayı gittikçe daha fazla aydınlatıyordu. Rahat yataktan bir türlü kalkmak istemiyordu. Duvardaki saate baktı. Saat onu çoktan geçmişti. Kollarını açıp yatakta uzun uzun gerindi. Oda kapısı usul usul tıklatıldı. Gelen küçük yeğeni Ayşe idi. Biranda yıllar öncesine gitti. Kardeşi Meryem yataktan kalkmadığı günlerde kapıyı usulca tıklatır onu hazır olan kahvaltıya çağırırdı. Ah Meryem ne zaman büyüdün evlendin de çoluk çocuğa karıştın diye geçirdi içinden. Perdeden sızan ışıktan gözlerini kaçırdı. Oysa güneşi o kadar özlemişti ki açık havada saatlerce güneşe bakabilirdi. Hayalinde hep bir tepeye çıkıp saatlerce güneşe bakmayı kurmuştu. Sonra yürümek saatlerce durmadan dinlenmeden yürümek voltaya çıktığı zamanlarda bahçede yürürdü. En fazla beş metre sonra karşısına ucu başı belli olmayan yüksek duvar çıkardı. Oysa hep yürümek isterdi. Tozlu topraklı yollarda durmadan dinlenmeden yürümek yürümek…

Bu evde misafirdi ev sahiplerini daha fazla bekletmek olmazdı kalktı yeğeni Ayşe’yi kucağına aldı. Ayşe’nin vücudu güçlü kollarının arasında yükseldi. Çocuk mutluluktan neşeyle gülüyordu. Öyle birkaç dakika yeğenini havada tutup sonra usulca onu yere bıraktı. Lavaboya geçip elini yüzünü bir güzel yıkadı. Sonra hazırlanan kahvaltı sofrasına oturup aile ile birlikte bir güzel kahvaltı yaptı. Başına takmış olduğu kasketinin saklayamadığı ak zülüfleri kıvrımlı bir şekilde kasketinden taşıyordu. Vakit kaybetmeden mezarlığın yolunu tuttu. Yol üzerinde köy okulunu gördü. Köy okulunda başlarında bir öğretmen çocuklar bahçede şarkı söyleyerek körebe oyununu oynuyorlardı. Okulun bahçesinde beyaz badanalı bakımlı bir lojman vardı. Lojmanın önünde güzel giyimli sevimli bir kadın kucağında bir bebek bahçede oyun oynayan çocuklara bakıyordu. Bu arada okulun zili güzel bir melodi ile teneffüsün geldiğini bildiriyordu. Okulun çıkış kapısından küme küme öğrenciler bahçeye koşarak çıkıyordu. Bir anda dalıp gitti geçmişine. En büyük gayesi öğretmen olmaktı. Bunun için yıllarca okullarda okumuş dirsek çürütmüş tam öğretmen olacağı zaman yaşadığı talihsiz olay her şeyi bir anda bozmuştu. Burada daha fazla kalamazdı. Yoluna devam etti. Çok sevdiği anne ve babasının mezarları başında onlara birer fatiha okuyacaktı. Harmanlıktan geçerken içi burkuldu. Burası hasat zamanında yığın yığın ekin kümeleri ile kaplı olurdu. Traktörler harman makinaları toz duman içinde burada harman sürerdi. Harmandan kalan arpa buğday taneleri yağan yağmurlarla birlikte yeşerir harmanlığı boydan boya yeşile bürürdü. Köyün gençleri boş zamanlarında burada top oynarlardı. Hala ağaçtan kaleler yerlerinde duruyordu. mezarlığa giden yol bir tepeye doğru uzayıp gidiyordu. Yol biraz yükseğe çıkınca uçsuz bucaksız düm düz ova karşısında belirdi. Yer yer zeytinlikler seçiliyordu. Oysa eskiden bu dümdüz ovada tütün ve buğdaydan başka bir şey olmazdı. Şimdilerde zeytin veya adam boyunu geçmiş mısırdan başka bir şey görünmüyordu. Koskoca ovada. Mezarlığın kapısına gelince ellerini açarak mezardaki meftaların ruhlarına bir fatiha okudu.  Aile mezarlığını bulması uzun sürmedi. Kendinden beş yaş küçük kardeşi ailede ilk vefat eden kişiydi. Babası ile birlikte sık sık gelip mezarın başında dua okurlar mezarın toprağını düzeltirlerdi. Anne ve babası için ellerini açıp dua etti fatiha okudu. Cezaevinden dün çıkmıştı. Vakit kaybetmeden köye geldi. Ama köy bıraktığı gibi karşılamadı onu köye bir şeyler olmuş her şey değişmişti. Mezarlıkların arasından geçen yoldan birkaç davar belirdi. Arkalarında kambur belli ihtiyar çoban. Çobanı tanıdı. Bu komşuları metin amcadan başkası değildi. Metin amca yanına gelince hoş geldin Murat gelmiş geçmiş olsun dedi. Murat bir süre duraksadı sağ ol evet gelmiş geçmiş olsun derken içinden evet geçti geçmesine ama deldi de geçti diye geçirdi. Bu ovanın hali ne böyle diyecek oldu çoban güldü eski çamlar bardak oldu yeğen dedi. Tütüncülük bitti artık kimse tütün ekmiyor gerçi ekseler de tütün para etmiyor tütün tarlalarına zeytin doldurdular tütünün yerini zeytin aldı dedi. Çoban davarların ardı sıra yorgun ayakları ile yoluna devam edip gitti. Mezarlıkların kenarındaki yoldan yürümeye başladı. Güneş gittikçe yükseliyor yükseldikçe sıcaklık artıyordu. Alnında boncuk boncuk terler birikmişti. Nihayet tepeye vardı. Yaşlı bir ağacın gölgesine oturdu. Yerde karıncalar mütamadiyen kendi yollarında gelip gidiyorlardı. Başını güneşe doğru çevirdi. Bir müddet güneşe baktı gözleri kamaşıyordu bakmaya devam edince gözlerinin sulandığını fark etti. Güneşe daha fazla bakamadı. Oysa güneşe bakmayı o kadar özlemişti ki güneş gözlerini kamaştırıp sulandırmasa güneşe bıkmadan usanmadan saatlerce bakabilirdi. Başını çevirip karşısında uzanan dümdüz ovaya baktı. Ovayı yer yer zeytin ağaçları kaplamıştı. Boş olan tarlalarda mısırlar boylu boyunca uzanıyordu. Bazı tarlalarda ayçiçekleri sarıçiçekleri ile çiçeklerini güneşe çevirmişlerdi. Ovaya bakarken geçmişe dalıp gitti. Babası ile annesi memleketlerini bırakıp buraya gelip yerleşmişlerdi. Bir gün babasına sormuştu. Oda anlatmıştı bıkmadan usanmadan buraya neden geldiklerini niçin geldiklerini tüm hayatını gelmişini geçmişini anlatmıştı. Tepeden inen yol boyunca yürümeye başladı yol kenarında çalıların kurumuş yaprakları sararmış otlar nerdeyse boynunu geçiyordu. Koca pınara varınca koca pınarın oluğundan su sadece sızıyordu. Orada bulunan tası oluğa tuttu. Uzun zamanda tası su ile doldurabildi. Oysa her mevsim koca pınar gürül gürül akar oluğu suları almazdı. Taş döşemeli yoldaki taşlar iyice kayganlaşmış yer yer bozulmuştu. Zeytin ağaçları ile kaplı yol ovaya doğru uzayıp gidiyor bazı yerlerde çatallaşarak yön değiştiriyordu. Yol bakımsız kalmıştı. Belli ki artık fazla kullanmıyordu. Bazı yerlerde bozulmuş tarlaya dönmüştü. Çocukluğunun geçtiği bu yolda artık tütün tarlaları zeytin ağaçları ile dolmuştu. Yıllarca tütün ektikleri tarlanın başında durup kaldı. Beyaz pembe tütün çiçekleri rüzgarda hafif hafif salınırken etrafa nikotin kokuları saçıyordu. tütün kırarken ellerine bulaşan yağlı zift aklına geldi. Tütün dizerken ellerine batan tütün iğneleri yüreğine tarifsiz bir acı gelip oturdu. Tütün iğnelerinin parmaklarında açtığı yaralar kapanmıştı. Ama gönlündeki yara hala duruyordu hala açıktı ve hala kanıyordu. Hayatının en mutlu günlerini yaşarken bir anda başına neler gelmişti. Bir anda kendini demir parmaklıklar arkasında bulmuş yıllarca güneşe hasret yürümeye hasret yaşamıştı. Hapisteyken hep yemyeşil tütün tarlaları bir karış tozla kaplı yolları ve parlak ve aydınlık güneş. Babası annesi onun hapse düşmesinden sonra her ziyaret günü ziyaretine gelmişlerdi. Hiç aksatmadan aylarca yıllarca her ziyaret günü onu ziyaret etmişlerdi. Ta ki sağlıkları bozulup hasta oluncaya kadar önce babası vefat etmişti. Sonra annesi ölüp gitmişti. Zaman zaman babası anlatırdı. Oğlum biz buraya aslında bir çift öküz parası kazanmak için geldik bir çift öküz parası kazanıp geri dönecektik sonra dedenden kalan birkaç parça tarlayı ekip biçip karnımızı doyuracaktık diye.

O gün annesi  ekmek yapmıştı. Sıcacık ekmek kokuları annesinin kokusu ile birlikte eve sinmişti.  Bu koku o kadar güzeldi ki anne kokusu ve ekmek kokusu bir anda annesi yere düştü. Ekmekler yerlere savruldu. Bu annesini son görüşü oldu. Evde olağan dışı bir kalabalık ağlamalar ağıtlar birbirine karışıyordu. Olayları anlayıp yorumlayacak yaşta değildi. Ama o günden sonra anne hasreti yüreğinde sönmeyen bir kor gibi hep kaldı. Babası sürekli yeni cici anneler getiriyor ama gelen kadınlar nedense pek fazla kalmadan kaçıp gidiyorlardı. Yalnızlık yokluk içinde büyümeye çalışıyordu. Evde ağabeyleri ablaları küçük kardeşleri içinde varlığı ile yokluğu belli bile olmuyordu. Babasının eve getirdiği en son hanım kalıcı olmuş yeni yeni kardeşleri dünyaya gelmişti. Bazen değirmene bazen çifte çubuğa bazen hayvan otlatmaya gidiyordu. Zor zahmet karnı doyuyor yırtık yamalı giyip yaşayıp gidiyordu. Uzun saçlarından utandığı için büyük külahlar giyerek uzun siyah saçlarını saklıyordu. Biraz serpilip büyüyünce yakındaki kasabaya çalışmaya gitmeye başladı. Kasabanın istasyonunda bulunan hızar makinalarında çalışarak üç beş kuruş para kazanıp o parayı da babasına veriyordu. Daha ilk doğduğu gün ailesi bir akrabalarının kızıyla beşik kertmesi yapılmıştı. Ara sıra beşik kertiğini görüyor. Geleceğe dair hayaller kuruyordu. Bu arada askerlik çağı gelmiş yaşıtlarıyla beraber vatan borcunu yapıp çakı gibi asker olmuştu. Askerlik dönüşü ailesi başını bağlayıp bir yuva kursun diye beşik kertiğini istedi. Beşik kertiğinin ailesi mırın kırın etmesine rağmen verilen sözü yememek adına aralarında söz kesmişlerdi. Zaman akıp giderken söz uzayıp gidiyordu. Düğün tarihi bir türlü belirlenmiyor beşik kertiğinin ailesi işi uzattıkça uzatıyordu. Gençlerin yaşı on sekizi geçmişti. Bu duruma daha fazla dayanamayan delikanlı beşik kertiğini kaçırmaya karar verdi. Sözlüsünün ailesinin davarları ve koyunları vardı. Koyunları kızın babası dağarları erkek kardeşi otlatmaya gidiyordu.  Mustafa düşündü taşındı sözlüsünü evden nasıl çıkarabilirdi. Bunun için bir plan yapıp uygulamaya koydu. Dağarları otlatmaya giden sözlüsünün erkek kardeşinin dalgınlığından yararlanarak davarları kilometrelerce uzağa doğru götürüp bıraktı.  Dağarları otladıkları otlakta bulamayan sözlüsünün kardeşi çaresiz bir şekilde babasının yanına varıp durumu babasına bildirdi. Telaşa kapılan baba ve oğul koyunları evin kızına bırakarak dağarları aramaya gittiler. Aradığı fırsatı bulan Mustafa saklandığı yerden çıkarak sözlüsünü kaçırdı. Sözlüsü şaşkınlık içinde duruma itiraz etmeden Mustafa ile gelmeye razı oldu.  Geceyi yakın köylerden birinde bulunan asker arkadaşının evinde geçirdiler. Ertesi günde karakola gidip jandarmaya teslim oldular. Ailelerin rızasıyla resmi nikah kıyıp evlendiler. Köyde şenlikli bir düğün yapıldı. Düğünde köyün gençleri doyasıya oynayıp eğlendiler. Bu arada yaşlı kayınvalidesi vefat etti. Aradan çok zaman geçmeden hanımın yokluğuna dayanmayan kayınbabası da vefat etti. Ölüm hak miras helal demişler hanımı tarafından üç beş parça tarla kendilerine miras kalmıştı. Artık kendi başlarına ekip biçecekleri tarlaları vardı. Ama bu tarlaları neyle sürüp neyle ekeceklerdi. Bunun için öküz saban lazımdı. O yıl güz ile birlikte bir komşudan ödünç aldıkları öküzlerle birkaç parça tarlayı ektiler. Ham toprak sürülünce ortaya koyu ve çamurumsu bir toprak çıktı. Biz atalım Allah’ın ambarına o neylerse güzel eyler deyip tohumları tarlaya saçtılar. Ardından öküzlerle toprağı sürgülediler. Artık umutla baharın gelmesini baharda ekinlerin yeşermesini beklemeye başladılar. O yıl kış kurak geçti. Karlar yağmadı. Bahar gelince Mustafa tarlaları dolaşmaya çıktı. Ekinler bitmiş fakat toprağı bile zar zor örtüyordu. Üzgün bir şekilde evlerine gelip durumu eşine anlattı. Yapacak bir şey yoktu. Allah’ın takdiri deyip kabullendiler durumu. Bu arada eşi nur topu gibi bir oğlan dünyaya getirdi. Artık sorumlulukları iyice artmıştı. Mustafa boş durmuyor her gün kasabaya gidip hızar makinalarında çalışıp evine ekmek getiriyordu. Bu arada yaz gelmiş ekinler biçilecekti. Ekinleri biçmek için eşi ile birlikte tarlaya vardılar. Ekinlerin boyu dizleri bile geçmiyordu. Tarlaya saçmış oldukları tohumu ancak alabileceklerdi. Yüce yaradan neylerse güzel eyler deyip ekinleri biçip demet haline getirdiler. Harmanı sürüp almış oldukları çok az ürünü ambarlarına koydular. Günler böyle gelip geçerken çalışmak için yine kasabaya gitti. Karnı acıktığı için bir lokantaya oturup karnını doyurmak istedi. Karnını doyururken lokantacı ile bir adamın konuşmasına şahit oldu. Perişan haldeki genç adam lokantacıya kendisine yemek vermesi için yalvarıyordu. Lokantacıda paran yoksa yemek yok deyip bu isteği kabul etmiyordu. Bu arada Mustafa araya girip lokantacıya gence yemeği versene dedi. Lokantacı yemeği veririm ama parasını senden alırım deyince tamam yemeğin parasını ben veririm deyince lokantacı adamın yemeğini verdi. Yemekten sonra adama bir çay söyleyen Mustafa adam ile koyu bir sohbete daldı. Adamın adı Cemil idi. Yaşı küçük bir kız kaçırmaya kalkmış kızın ailesi bunu kızı kaçıramadan yakalayıp iyice döğmüş cebindeki parasını alıp bir köşeye bırakıp gitmiş o da çaresiz kasabaya kadar gelmişti. Sonrasını biliyorsun zaten dedi.  Cemil kendisinin Manisa’ya bağlı bir kasabanın köyünde yaşadığını bu köyde geçim şartlarının çok iyi olduğunu ve köyde çobanlık için birini aradıklarını çoban için iyi bir para vereceklerini söyleyince Mustafa bu köye gitmeye karar verdi. Akşam eve gelince durumu eşine de anlattı. Köydeki yaşam şartları ve geçim sıkıntısı yüzünden eşi bu duruma onay verdi. Yalnız bir yıl çalışıp köye geri döneceklerdi. Buradan kazandıkları parayla bir çift öküz alıp kendi tarlalarını ekip biçeceklerdi. Zaman kaybetmeden trene binip Manisa’nın yolunu tuttu. Kasabanın tren istasyonuna varınca gideceği köyü sorarak tarif aldı. Ovanın içinden geçen kestirme yollardan giderek daha kısa zamanda köye varacağını düşünerek adam boyu ekin tarlalarının arasından geçerek köye vardı. Köye varınca köylüler ile tanışıp çobanlık için anlaştı. Vakit kaybetmeden geride kalan eşini de yanına alarak tekrar geri geldi. Köylüler derme çatma damdan bozma bir ev verdiler kendilerine o evi temizleyip badana yapıp yerleştiler. Artık yeni bir yerde yeni bir yaşam onları bekliyordu. Burada yeni tanıdıkları insanların arasında yaşamaya başladılar.  Buraları geldikleri yere hiç benzemiyordu. Geldikleri yerde başı göklere değen çam ve meşe ağaçlarıyla kaplı yemyeşil ormanlar vardı. Burada ise dağlık ve tepelik alanlarda zeytin ve biraz çam ağaçları düz yerlerde ise ova vardı. İnsanlar yaz kış demeden çalışıyor. Burada hayat gece yarısında başlıyordu. Bu yörenin halkı geçimini tütün ekerek sağlıyordu. Tütün yetiştirmek yılın tüm aylarında çalışma gerektiren bir işti. Önce fideleri ekmek için toprak hazırlanıyor hazırlanan toprak itina ile sürülüp tırmık ile düzeltilip fide ekimine hazır hale getiriliyor. Sonra ıslak toprak zemine tütün tohumları serpilerek naylon örtüler ile koruma altına alınıyordu. Fideler büyüyene dek her gün sulama yapılıp güneşli günlerde naylon örtülerin üstü açılarak fidelerin güneş ışınlarından yararlanmaları sağlanıyordu. Tütün fideleri bir karış oluncaya kadar bu çalışmalar böyle sürüp gidiyordu. Ekime hazır tütün fideleri tek tek sökülüp ekim için hazırlanan tarlaya baskılar yardımı ile dikiliyordu. Tütün dikim işi zor ve meşakkatli bir işti. Dikilen tütünler iki defa çapalanıyor otları ayıklanıyor tütünler bir karışı geçince tek tek yaprakları kırılıp tütün küfeleri ile evlere taşınıyordu.  Bu köye alışmaları uzun sürmedi. Bu köy halkı onları sevdi onlarda bu köy halkını…

Kısa bir süre çalışıp geri dönmek için geldikleri bu köyü çok sevdiler ve küçük bir ev satın alarak köye bir daha dönmemek üzere yerleştiler. Bu arada konum komşudan tütün yetiştirme konusun öğrenerek kiraladıkları tarlaya tütün ekmeye başladılar. Bereketli Kırkağaç ovasında adam boyu ekinler olur verimli düz topraklarda yumurtayı dikseniz görülürdü. O zamanlarda traktör yok denecek kadar azdı. Tarım daha çok hayvanlarla yapılıyordu. Bu arada ailenin yeni bir çocukları daha olmuş aile bir kız çocuğu ile biraz daha genişlemişti. Geceleri saat bire doğru başlayan at arabasının tiz sesleri uykuları böler insanlar yarı uykulu tütün tarlalarının yolunu tutarak tütün kırmaya başlarlardı. Uyku gelmesin diye çeşit çeşit masallar anlatılır tütün kırma işi zevkli hale getirilirdi. Tütünün kop koyu yağlı ziğti ellere bulaşıp kaplar ellerde koyu bir tabaka oluştururdu. Sabahın aydınlanmaya başladığı güneşin güzel yüzünü gösterdiği saatlerde hazırlanan sabah kahvaltısı elleri yıkamaya bile fırsat olmadan zeytinyağıyla yağlanmış ekmekler domatesler kavunlar büyük bir iştahla yenir bu kahvaltının tadına doyum olmazdı. Saat on ikiye doğru tepelenen tütün küfeleri at arabalarına ya da merkeplere sarılarak evlerin yolu tutulurdu. Küçük bir tarla kiralayan ailemizde bir merkep satın alarak ekmiş olduğu tütünleri kırar merkebe sardıkları tütün küfeleri ile öğle saatlerinde evin yolunu tutarlardı. Bu arada evin küçük kızı biraz büyümüş kucağa alınıp sevilecek kadar olmuştu. Yıl on iki ay süren tütün hasadı bitince ızgaralarda kurutulan tütünler baskı makinalarında basılıp balya haline getirilirdi. Buralarda toprak bereketliydi. Sulanabilir alan az olmasına rağmen bire bin verir tabiriyle insanlar ne ekerse bol bol örün alırdı. Orak biçme zamanı civar illerden orak biçmek için yüzlerce kişi buraya gelir. Bir iki ay çalışıp ailesinin geçimi için biraz para kazanıp tekrar memleketine dönerlerdi. Yüksek yerlerde yetişen zeytin ağaçları bölge ekonomisine katkı yapar en azından insanlar kendi ihtiyacı olan zeytine ve zeytinyağına para vermezlerdi. Ailemiz kendisi için kiraladığı tarladaki işleri bitirdikten sonra gündelik olarak başkalarının işlerinde de çalışırdı. Zaman su gibi akıp geçerken ağustos aylarında ellerinde defter kalem ile evleri dolaşan öğretmenler ailenin oğlunu da okula kayıt etmişlerdi. Anne baba oğulları için okul önlüğü ve bir çanta alarak oğullarının elinden tutup okula götürmüşlerdi. Daha önce okul hakkında bir bilgisi olmayan çocuk şaşkın gözlerle okula ve çevresindeki öğrencilere bakmaktan kendini alamamıştı. Koca okul öğrenciler ile dolup taşıyordu. Çantası kitap ve defterle doluydu.  Okula alışması zaman alsa da yavaş yavaş harfleri tanımaya harflerden hece oluşturmaya başladı. Küçük üzüm siyah gözleri onu arkadaşları arasında sevimli kılmaya yetip artıyordu bile ilk dönemin sonunda ortalarla dolu bir karne almıştı. Artık hayatında yeni bir dönem başlamış sokaklarda boş dolaşan çocuk gitmiş okul çanta kitap defter kalem ile uğraşan bir çocuk gelmişti. Soğuk kış günleri diz boyu kar yağmış mahallenin çocukları kardan adam yapmışlar. O da onlara katılarak onlara topladığı karlarla yardım etmiş hep birlikte bir de kartopu oynamışlardı.  Eve gelince doğru sobanın yanına koşarak soğuktan buz tutmuş ellerini bir güzel ısıtmıştı.  Tatilde bol bol dinlenip mahallede arkadaşları ile oyunlar oynadı. Yerlerdeki karların eridiği güneşin yüzünü gösterdiği bir gün okul açıldı. Annesi erkenden kaldırıp kahvaltısını yaptırdı. Mahalledeki okul arkadaşları ile birlikte okulun yolunu tuttu. Okula alışmış derslerde sorulan sorulara parmak kaldırarak cevaplar veriyordu. İleriki günlerde okumayı da öğrenmiş kendi kitaplarını okuyabiliyordu. Zeki ve akıllı bir çocuktu. Arkadaşları arasında kendine güveni de gelmişti. O sessiz ürkek çocuk gitmiş kendine güvenen çalışkan bir çocuk gelmişti. Güzel yaz günlerinden birinde öğretmenler öğrencilere karnelerini verdiler. Sınıfı geçen öğrenciler sevinç naraları atarak sınıfta kalanlar üzülerek evlerinin yolunu tuttular. Murat’ta sevinç içinde eve geldi. Karneyi gören anne ve babası çok mutlu olmuşlardı. Özellikle annesi çok mutlu olmuştu. Babası oğlum seni sonuna kadar okutacağım diyordu. Köyde yaz işleri çıkmış tütünler dikiliyor, oraklar biçiliyor, Nohutlar yolunuyordu. Sıcak yaz günlerinde anneler babalar tarlalarda çalışırken çocuklarda kendi aralarında oyunlar oynuyorlardı. Özellikle ilgilerini durmadan öten ağustos böceği çeker onu yakalamak için tarla boyunca koşarlardı. Oyun arkadaşlarından yaşıtı olan bir kız ile çok iyi anlaşıyordu. Çocukça oyunlar oynayarak hayatın tadını çıkarıyorlardı. Gece yarısında at arabalarının tiz sesleri duyularak uykular bölünür. Yakılan lüksler ışığında merkeplerle at arabalarıyla tütün tarlalarının yolu tutulurdu. Sert ve soğuk tütün yaprakları buz gibi kolay kopmaz buz gibi soğuk havayı kırmak için ateş bile yakılırdı. Yarı uykulu gözlerle insanlar geçimlerini sağlamak için çoluğun çocuğun nafakası için oğlunu sünnet ettirmek için kızını eğlendirmek için tütün ekmek zorundaydı. Tütün kırma işi serin havada yapılır. Hava ısınınca tütün yaprağı buruşur ele gelmezdi. İlerleyen saatlerde tan yeri ağarır hava aydınlanmaya başlardı. İnsanlar uykulu gözlerle birbirlerinin yüzlerini görmeye başlardı. Radyolarda çalan türküler gecenin yorgunluğunu bir nebze alır insanların gönüllerindeki pası bir parça silerdi. Acı tütün sakızı tütün kıranların elinde siyah koyu bir tabaka oluştururdu. Radyo yedi buçuk haberlerini verirken herkes bilir ki kahvaltı saati gelmiştir. Gece evde hazırlanan çıkınlar açılı kavunlar domatesler eşliğinde toprak yardımıyla eller teyemmün edilerek kahvaltıya oturulurdu. Bu kahvaltı insanların hem açlıklarını doyurur hem de bir parça dinlenip soluk almalarını sağlardı. Üstleri tepelenen tütün küfeleri bir kenara konur yeni tütün küfesi getirilerek tütün demetleri dolması için yeni küfeye konurdu. İlerleyen saatlerde dolan tütün küfeleri merkeplere veya at arabalarına yüklenerek evlerin yolu tutulurdu.  Evlere gelinince şilteler üzerine boşaltılan tütün küfelerindeki tütün yaprakları yaklaşık yarım metre uzunluğundaki tütün iğnelerine tek tek dizilmeye başlardı. Bu arada evin hanımı öğle yemeğini hazırlar. Yemek hazır olunca aile el birliği ile sofraya oturup bir güzel karınlarını doyururlardı.  Tütün dizme işini evde bulunan herkes katılır. Evlerin büyükanne ve büyük babaları çocuklara masallar anlatarak çocukların da tütün dizme işine katılmaları sağlanırdı. Günler mutamadiyen böyle gelip geçer insanlar zamanla yarışırdı. Tütün emek demekti tütün yemek demekti. Tütün sünnet demek tütün düğün demekti. İlçedeki hangi mağazaya varılsa tütün parası denilince bütün kapılar açılır insanların her ihtiyacı karşılanırdı. Dizilen tütünler kargı uçlarındaki iplere sıyrılır kargılarda tütün yapraklarının kuruması için ızgara denilen ağaç kazıklar üzerine çekilen tellere asılırdı. Aylar süren tütün hasadı yavaş yavaş bitmeye başlar pembe beyaz tütün çiçekleri nohut büyüklüğünde tohum halini alır tütün yapraklarındaki en son yapraklar toplanıncaya kadar kırılırdı. Tütün tarlalarında ki tütünler kırılınca sadece çıplak tütün sapları kalırdı. Izgaralarda kurutulan tütünler tütün baskı makinalarında baskı ustaları tarafından balya haline getirilmeye başlarken. Olgunlaşmaya başlayan zeytin ağaçları ilk danelerini zeytin ağaçlarının diplerine dökmeye başlar. Aileler dip zeytini dedikleri bu zeytinleri yavaş yavaş toplamaya başlarlar. Yöre halkı için yine yorucu bir çalışma başlardı. Bu arada okullar açılır okula giden öğrenciler siyah önlükleri içinde ellerinde çantalarla okula giderlerdi. Mini mini birler ela gözlü ikiler çalışkandır üçler dayak yiyen dörtler ve misafirdir beşler. Öğrencilerin dillerinde bu tekerleme teneffüs aralarında söylenip tekrar edilirdi. Üç sınıftan meydana gelen okulda birler bağımsız iki ve üçler ile dörtler beşler birleştirilmiş sınıf olarak eğitim öğretime devam ederdi. Okul iki köyün tam ortasında yer alır. Bu iki köyden biri bir ilçeye diğeri başka bir ilçeye bağlıydı. Bu yüzden bu iki köye çifte köyler denirdi. Murat okula düzenli olarak gelir derslerini zamanında yapar temizliğine dikkat ederdi. Dersi iyi dinlediği için öğretmenin pekiştirme amaçlı sorduğu sorulara parmak kaldırarak doğru cevaplar verirdi. Bu durumdan dolayı öğretmenin ve arkadaşlarının sevgisini kazanmıştı. Öğretmen ne zaman Murat’ın babasını görse okut bu çocuğu bu çocuk okur derdi. Murat’ın babası da olur efendim söz nereye kadar okuyacaksa okutacağım gerekirse sırtımdaki ceketi satıp yine onu okutacağım derdi. Çünkü Murat’ın babası Mustafa okula gitmemiş okuma yazma öğrenememişti.  Onun için içindeki okuma hevesini oğlunu okutarak bastıracaktı. Mustafa ve eşi Ayşe hiç boş durmaz köylülerin her işlerinde çalışırdı. Zeytinler olgunlaşınca zeytin toplamaya gitmeye başladılar. Hafta sonlarında bu işe yanlarında oğullarını ve kızlarını da götürüyorlardı.  Büyükler zeytin toplarken küçükler bir kenarda oyunlar oynuyorlardı. Haftalarca süren zeytin hasadı bitince zeytinler zeytinyağı haline getirilmek için yağhane denilen iptidai usullerle çalışan küçük işletmelere götürülürdü. Burada önce çarkların döndürdüğü büyük taşlarla hamur haline getirilen zeytinler keten çuvallara doldurulup mengenelerde sıkılırdı. Mengenede sıkılan çuvallardan damla damla yağ akardı. Bu yağlar bir süre bekletilip dinlendirilir. Posasından ayrılan yağ sapsarı bir renk alarak yağ havuzlarından tenekelere alınırdı.  Düzenli olarak okula giden Murat derslerini zamanında yapar. Öğretmeni tam olarak dinler arkadaşları ile iyi geçinirdi. İlkokulu başarılı bir şekilde bitirmişti. Çalışkanlığını bilen öğretmenleri onu Savaştepe öğretmen okulu sınavlarına götürmüş ve sınavlarda başarılı olarak öğretmen okulunda okumaya hak kazanmıştı. Murat’ın önünde yeni bir sayfa açılmış. Artık çok sevdiği öğretmenlik mesleği için yolun başına gelmişti. Okulların açılacağı günü iple çekiyor. Bulduğu kitapları okuyarak geleceğe kendini hazırlıyordu. Yaz tatili boyunca ailesi ile birlikte tütün tarlalarında tütün dikiyor, tütün çapalıyor tütün kırıyordu. Tütünlerin son elleri kırılırken okulların açılma zamanı gelip çatmıştı. Murat bir yandan seviniyor bir yandan da yeni bir yaşama başlayacağı için biraz da korkuyordu. Çünkü tanımadığı yeni bir çevreye girecekti. Öğretmenleri nasıldı orada yeni ve iyi arkadaş bulabilecek miydi. Nihayet o gün gelip çattı babası ile birlikte Kırkağaç’tan trene binip Savaştepe’nin Yolunu tuttular. Kısa bir tren yolculuğundan sonra tren Savaştepe’ye geldi. Babası ile birlikte trenden inen Murat çok merak ettiği okulun yolunu tuttu. Okul ana baba günüydü. Yeni gelen öğrenciler eski öğrenciler birbirine karışmış bahçede dolaşıyorlardı. Doğruca okul müdürünün odasına giderek ellerindeki evrakları okul idaresine teslim ettiler. Müdür yardımcısı onu okula kayıt etti. Pansiyonda yatacak yeri babası ile birlikte gördüler. Babası bir miktar para bırakarak vedalaştı. Murat babasının ardından boynu bükük bakakaldı. İlk kez yalnız bir başına kalmıştı. Ne yapacağını bilmeden dalgın düşler içindeyken merhaba diye bir ses kendine gelmesini sağladı. Merhaba diyen sesin sahibi kendi yaşlarında uzun boylu yakışıklı bir gençti. O da okula bu yıl gelmişti. Yakın köylerden olan Mehmet ile çabuk kaynaşıp arkadaş olmuşlardı. Pansiyonda aynı ranzada kalmaya başladılar. Okulda ilk günlerde kendi kabuğunda sessiz sakin bir öğrenci olan Murat zamanla ortama alışıp kabuğunu kırmayı başardı. Sınıf arkadaşlarının çoğu kendisi gibi fakir aile çocukları arasından öğretmenleri tarafından seçilmiş öğrencilerdi. Hepsinin ortak amacı çalışıp okumak ve iyi bir öğretmen olmaktı. Murat rol model olarak kendisine çok sevdiği ilkokul öğretmenini seçmişti. Okuldan arta kalan zamanda ya okul kütüphanesine gider kitap okur ya da okul çevresinde bulunan ormanlık alanda gezintiler yaparlardı. Soğuk ve yağışlı kış günleri gelip çatmış. Okul yarıyıl tatiline girmişti. İki gün önceden tren biletini alan Murat karnesini alır Mehmet ile birlikte istasyonun yolunu tuttu. Heyecan içinde iki arkadaş bavullarını bir bankın üzerine koyup tren yolu boyunca volta atmaya başladılar. İkisinin de sabırsızlığı gözlerinden okunuyordu. Aylardan beri ailelerini görmemişler. Anne baba ve kardeşlerini ve arkadaşlarını çok özlemişlerdi. Geçmeyen uzun bir zaman sonra derinlerden tren düdüğü duyuldu. İstasyonda bir hareketlenme meydana geldi. Hızlı adımlarla bavullarını alıp istasyonun önüne çıktılar. Tren az sonra gelip sarsıntıyla durdu. Duran trenin en yakın kapısında yolcuların inmesini bekleyip trene bindiler. Vagonlar arasında dolaşıp kendilerine bir kompartımanda yer bulup yerleştiler. Tren ardında köhne istasyonu bırakarak şehrin evleri arasında yol almaya başladı. Aradan bir az zaman geçince tren görevlisinin yeni binenler biletler sesleri duyuldu. Ceplerinden çıkardıkları tren biletlerini görevliye uzattılar. Görevli elindeki makas ile biletlere birer delik açıp biletleri geri verdi. Aradan bir saat kadar zaman geçince görevlinin bir müjde gibi sesi duyuldu. Kırkağaç’ta inecekler Kırkağaç’ta inecekler. Murat arkadaşı ile vedalaşıp bavulunu eline aldı. Trenin kapısına doğru yürümeye başladı. Az sonra tren istasyonu göründü. Tren uzunca bir düdük çaldı. Tam istasyona gelince de sarsıntılı bir şekilde durdu. Trenden inen Murat hemen şehir merkezine giden minibüse bindi. Minibüs şehir merkezine vardığında saat neredeyse on bire geliyordu. Vakit kaybetmeden köylülerinin oturdukları kahveye varıp kendine bir çay söyledi.  Az sonra köylerinden birileri gelip yanına oturdular. Çaylarını içip sohbet ettiler. Murat’a okul ile ilgili gelecekle ilgili sorular sordular. O da dilinin döndüğünce cevaplar verdi. Zamanın nasıl geçtiğini bilmeden bir traktörün kasasında köyün yolunu tuttular. Traktör sose yoldan hızla giderek çabucak köye vardı. Murat evinin kapısında görülünce evdeki sevincin tarifi yoktu. Annesi gözleri yaşlı bağrına bastığı evladını bırakmak istemiyordu. Kardeşi biraz daha büyümüş bacaklarına sarılmıştı. Babası sarılmak için sırasını bekliyordu. O gün oğlunun geleceğini tahmin eden anne oğlunun sevdiği yemekleri yapmıştı. Vakit kaybetmeden sofraya oturup karınlarını doyurdular. Akşam yemeğinden sonra arkadaşlarını görmek için kahvehanenin yolunu tuttu. Kahvede arkadaşları ile bol bol sohbet edip hasret giderdikten sonra gece yarısına doğru eve geldi. Anne babası çok mutluydu. Daha şimdiden oğullarını öğretmen olmuş gözüyle bakıyorlardı. Murat’ın karnesi çok iyi değildi. Ama karnede zayıf not yoktu. Ertesi gün saat ona doğru kalktı. Kahvaltısını yapıp bir arkadaşı ile birlikte kırlara doğru dolaşmaya çıktılar. Bodur çalılıkların arasından yeşil çam ağaçları boyunca dolaştılar. Çocukluğunu yaşadığı bu yerleri gerçekten çok özlemişti. Arkadaşı ile birlikte kırlarda dolaşırken vaktin nasıl geçtiğini bile anlamamışlardı. Vakit kaybetmeden eve döndüler. Annesin hazırlamış olduğu yemeği büyük bir iştahla yedi. Sonra odasına geçip yanında getirmiş olduğu bir kitabı okumaya başladı. Ertesi sabah kalktıklarında her yerin bembeyaz olduğunu gördüler. Gece boyu yağan kar her yeri beyaza bürümüştü. Karla kaplanan ağaçlar kar postal haline almıştı. Kardeşi ile birlikte bahçeye çıkıp topladıkları karlarla bir kardan adam yaptılar. Anneleri babalarının eski ceket ve şapkasını onlara verdiler. Onlarda kardan adamı bir güzel giydirdi. Yine Murat’ın eski bir atkısını kardan adamın boynuna doladılar. Mutfaktan getirdikleri havuçtan da kardan adama burun yaptılar. İki kardeş çok mutluydu. Aylar süren hasret bitmiş birbirlerine kavuşmuşlardı. Kardan adamı yaptıktan sonra bir birlerine karlar atarak evlerinin yolunu tuttular. Sobanın yanına sokularak üşüyen ellerini bir güzel ısıttılar. Kar birkaç gün evlerin çatılarında kaldı. Bir sabah güneş yüzünü gösterdi. Önce sokaklardaki karlar su birikintileri bırakarak eridi. Damlaların çatılarından eriyen karlar damlalar halinde saçaklardan dökülüyordu. Akşama doğru kardan adam da erimiş yerinde eski bir ceket bir atkı ve şapka kalmıştı. Çocuklar bir oyuncağı kaybetmenin hüznü ile eriyen kardan adamın yerine bakıp kaldılar. Nihayet kısa tatil bitti. Murat ve babası köyden bir arabaya binip ilçenin yolunu tuttu. Vakit kaybetmeden tren istasyonuna vardılar. Az sonra gelen trene binen Murat ardında gözü yaşlı fakat gururlu babasını bırakarak yoluna devam etti. Birkaç istasyon sonra trenden inen Murat doğruca okulun pansiyonun yolunu tuttu. Pansiyondaki arkadaşları ile kucaklaşıp sarıldı. Okulun çevresindeki erkenci badem ağaçları çiçek açmıştı. Ertesi gün okulun bahçesinde toplanan öğrenciler heyecanla ilk zilin çalmasını bekliyorlardı. Okula iyice alışan Murat derslerde kendini daha fazla göstermeye başlamıştı. Öğretmenlerinin dikkatinden kaçmayan bu durum Murat’ı daha fazla çalışmaya sevk etmişti. Murat hemen hemen sınıfın en çalışkan öğrencisi olmuştu. Bu arada okulda siyasi fikirlerden dolayı öğrenciler sağcı ve solcu diye iki gruba ayrılmıştı. Okulun pansiyonunda öğrenciler akşamları sık sık siyasi tartışmalar yapıyor. Bu tartışmalar bazen küçük çaplı kavgalara da varıyordu. Murat bu tartışmalara pek karışmıyor bir taraf olmuyordu. Günler çabuk gelip geçmiş yaz tatili gelip çatmıştı. İlk defa teşekkür belgesini sınıf öğretmeninden alan Murat’ın sevincine diyecek yoktu. Okuldan çıktıktan sonra doğru pansiyona gidip bavulunu eline alıp tren istasyonun yolunu tuttu. Sevincinden neredeyse kanat takıp uçacaktı. Pekiyilerle dolu karnesini anne ve babasına göstermek için sabırsızlanıyordu. Ne kadar bekledi bilinmez tren geldi. Beklemeden trene binip boş bir kompartımana yerleşti. Evin bahçesinde sebzeleri sulayan Ayşe kadın bahçe kapısında Murat’ı görünce sevincinden neredeyse düşüp bayılacaktı. Oğlunu o kadar özlemişti ki özlemi artık yüreğine sığmaz olmuştu. Hele teşekkür belgesini ve pekiyilerle dolu karneyi görünce sevinci ikiye katlanmıştı. Akşam eve gelen babası da karneyi ve teşekkür belgesini görünce oğlunu birkaç kere kucaklamıştı. Büyük bir mutlulukla yenilen akşam yemeğinden sonra babası karne hediyesi olarak Murat’a bir kol saati hediye etmişti. Yaz işleri durmak gerektirmez tütünlerin dikimleri tüm hızıyla devam ediyordu. Aile kiralamış olduğu tarlaya tütün ekmeye başlamışlardı. Sabahın ilk saatlerinde tütün fidelerinin bulunduğu bahçeye gidildi. Babaları fideleri suladıktan sonra tütün dikimi için fide yolmaya başladılar. Saatler sonra yeterince yolunan tütün fideleri ile birlikte tütün dikilecek tarlanın yolunu tuttular. Görenler Murat’a hoş geldin anne ve babasına da gözün aydın diyorlardı. Tarlaya varılınca vakit kaybetmeden yemek yendi. Ve tütün dikim işine başlandı. Ailede herkes bu işe dört elle sarılmış akşama kadar yolunan fidanlar tarlaya dikilmişti. Murat bazen karık açıyor bazen su taşıyor nereye ihtiyaç olursa oraya koşuyordu. Anne ve baba çocuklarının işe katılmalarından memnun olmuştu. İşler elbirliği ile daha kolay yapılıyordu. O gün anne ve babanın çarşıda işleri olduğundan tütün dikme işine ara vereceklerdi. Murat tütün fidelerini sulamak için bahçeye gidiyordu. Birden hoş geldin Murat diye bir ses duydu. Bu sesin sahibi ilkokul arkadaşı Nergis idi. Nergis kara gözlü kalem kaşlı boylu poslu alımlı bir kızdı Murat arkadaşını neredeyse tanıyamayacaktı. O da bahçelerine ailesine yardıma gidiyordu. Aralarında koyu bir sohbet başladı. Nergis okula gidememişti. Bu yüzden Murat’a okul ile ilgili devamlı sorular soruyordu. Murat da bıkmadan usanmadan bu sorulara cevaplar veriyordu. Oldum olası murat bu kızı severdi. Ama bir gün karşısına böyle büyümüş serpilmiş güzel bir kız olarak çıkacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Nergis de Murat’ a karşı boş değildi. İki arkadaş bir kenarda oturup koyu bir sohbete daldılar uzun zamandır birbirlerini görmüyorlardı. Uzun bir süre konuşup sohbet ettiler. Vaktin ne kadar çabuk geçtiğini anlamamışlardı. Nihayet istemeden de olsa ayrıldılar.  Murat tütün fidelerini sulayıp geldiği yollardan evinin yolunu tuttu. Yol boyunca aklında hep Nergis vardı. Eve gelince annesinin kendisi için hazırlamış olduğu yemeği yiyerek kırlara dolaşmaya çıktı. Köyün başındaki tepeye varınca gölgelik bir ağacın dibine oturup karşısındaki dümdüz ve geniş ovayı seyretmeye başladı. Karşısında bölük bölük tarlalarda karınca gibi çalışan insan kümeleri görülüyordu. Tarlalardaki insanların kimileri karık açıyor, kimileri tütün fidelerini dikiyor kimileri de dikilen tütün fidanlarını ellerindeki teneke yardımıyla suluyordu. Başka tarlalarda komşu illerden orak biçmek için gelen orakçılar ekin biçiyordu. Kimi ellerindeki oraklarla orak biçerken kimi de biçilen ekinleri demet olarak bağlıyordu. Bazı tarlalarda olgunlaşan nohutlar yolunuyordu. Çoluk çocuk hep birlikte bir hengame içinde insanlar karınca gibi çalışıyordu. Köylüler yeni yeni traktörler almış bu traktörlerin gelip gittiği yollar bir karış tozla kaplanmıştı. Murat oturmuş olduğu ağacın dibinde derin düşlere dalıp gitti. Okulu bitirmiş yeni takım elbisesinde bir köy okulunda öğretmenliğe başlıyor. Anne ve babası Nergis’i kendisine eş olarak istiyorlar. Nergis ile düğünleri yapılıyor. Beyaz gelinlik Nergis kıza ne kadar çok yakışırdı. Vakit ikindiyi geçmiş neredeyse akşam olmak üzereydi. Vakit kaybetmeden evin yolunu tuttu. Anne ve babası gelmişti. Küçük kardeşine yeni bir elbise almışlar çocuk mutlu bir şekilde herkese elbisesini gösteriyordu. Uzun bir çabanın sonunda tütün dikim işini bitirmişler vakit kaybetmeden karıklarda yeşermeye başlayan tütünleri çapalamaya başlamışlardı. Sabahın serin saatlerinde başlayan tütün çapalama işi öğle saatlerinde ara verilerek dinleniliyor. Böylece sürüp gidiyordu. Birinci çapa ikinci çapa yapıldıktan sonra dip eller denen tütün kırma işi başlardı. Dip yapraklar kırılırken toprağa sürten eller yara olurdu.  Bu arada köyün harman yerine öküz arabaları ve traktör kasaları ile ekin demetleri geliyordu. Çalışan harman makinaları harmanı sürüyor bacalarından saman fışkırıyordu. Mustafa da bu harman makinalarında çalışarak evin geçimi için para kazanıyordu. Harman yerinin bir yerinde sürülmüş samanlar diğer yerinde sürülmeyi bekleyen ekin demetleri yığılıydı. Yazın sıcak günleri yerini rüzgarlı soğuk günlerine bırakmış, harmanlar sürülmüş tütünlerin son elleri kırılıyordu. Yaz tatili bitmiş okullar açılacaktı. Murat’ın bavulu hazırlanmış aile elbirliği ile onu tren istasyonuna kadar yolcu etmişti. Bu ayrılık aileyi ve Murat’a çok koymuş trenin ardından özellikle küçük kardeşi uzun süre el sallamıştı. Oğullarını okula gönderen aile biraz buruk ama başları dik bir şekilde köye dönmüşlerdi. Murat trenden iner inmez pansiyonun yolunu tuttu. Pansiyona gelen arkadaşları ile hasret giderdi. Yeni bir dönem başlıyordu. Ve öğretmen olabilmek hayallerine kavuşabilmek için daha fazla çalışması gerekiyordu. Okulda öğrenciler siyasi olayları kendi aralarında sık sık tartışıyordu. Bazen aralarında küçük çaplı kavgaların bile çıktığı oluyordu. Murat bu tartışmalardan uzak kalmaya çalışıyor pek etliye sütlüye karışmıyordu. O buraya okumak için gelmişti. Amacı okuyup hayallerine kavuşmaktı. Onun için derslerine çok çalışıyordu. Bazı arkadaşları siyasi konuları kendilerine iyice kaptırmış her şeyi siyaset üzerine kurmuşlardı. Devamlı siyasi içerikli kitaplar okuyarak bu konuda kendilerini yetiştirmeye çalışıyorlardı. Hatta okuldaki bazı öğretmenlerde bu işin içinde öğrenciler ile birlikte hareket ediyorlardı. Zaman hızla geçip gidiyor rüzgarlar son yaprakları ağaçların diplerinden süpürmüş dağların dorukları beyaz karlarla kaplanmıştı. Kış yüzünü yavaş yavaş göstermeye başlamıştı. Bereket pansiyonda ve okulda kalürüferler yanıyor. Öğrenciler üşümüyorlardı. Zaman hızla akıp geçmiş yarıyıl tatili de gelip çatmıştı. Murat bu seferde geleneği bozmamış ve yine teşekkür belgeli bir karne alarak evin yolunu tutmuştu. Murat’ın eve gelmesi evde bayram havası esmesine sebep olmuş aile biricik oğullarını özlemle bağırlarına basmıştı. Özellikle karnedeki pekiyiler ve teşekkür belgesi onları yeterince mutlu etmişti. Artık oğullarına güveniyorlar onun bir gün öğretmen olacağına inanıyorlardı. Murat arkadaşları ile buluşmak için giderken örtü içinde nergis kızı görmüş utancından yüzüne bile bakamamıştı. Arkadaşlarını iyice özleyen Murat onlarla bol bol hasret gidermişti. Havanın açık olduğu günlerde ise babasının yakacak için getirmiş olduğu odunları sobanın boyuna göre kesip parçalamış ve istif etmişti. Konum komşu aileye gözün aydın ziyaretleri yapmış Ayşe kadın ve Mustafa gelenleri iyice ağırlamışlardı. Bu arada tütün piyasası açılmış hükümet tütün için iyi bir fiyat belirleyerek üreticinin mahsullerini satın almıştı. Tütünleri satan üreticiler davullarla zurnalarla kutlamalar yapmıştı. Mustafa da o yıl tütününü iyi bir fiyata satmış tütün parası ile birikmiş borçları ödendikten sonra geriye para bile artmaktaydı. Mustafa aileyi yanına alarak kasabaya götürmüş onlara yeni elbiseler almışlardı. Murat için tam takım iki adet elbise alınmıştı. Murat okulda bu elbiseleri giyecekti. Mağazada elbiseleri giyen Murat yakışıklı bir delikanlı olup çıkmıştı. Ayşe kadın memleketinden geldikleri yıldan beri ilk kez borçsuz harçsız bir gün yaşıyordu. Bu yıl elde ettikleri ürün güzel para etmiş bütün borçlarını ödedikten sonra ellerinde hatırı sayılır bir para kalmıştı. Oğulları Murat öğretmen okulunda okuyordu üç beş yıl sonra öğretmen olacak yurdun bir yerinde belki bir köy okulunda göreve başlayacak mini mini öğrencilere yeni bilgiler öğretecek, oğluna güzel bir kız bulup evlendirecek telli duvaklı gelinlik içindeki gelin ile oğlu evlenecek muradına erecekti. Öbür yanda kızları Meryem büyümüş ilkokula başlayacak yaşa gelmişti. Murat çocukluk çağından çıkmış gençliğin en çılgın zamanlarını yaşıyordu. Bir yanda öğretmen olmak için okuyor öbür yanda çocukluktan beri sevdiği Nergis’i düşünüyordu. Onun kara üzüm gözleri kalem kaşları gülümsemesi gözlerinin önünden gitmiyordu. Önce öğretmen olacak sonra Nergis’i babasından isteyeceklerdi. Babası verirdi. Nergis ile evlendikleri zaman kırmızı tuğladan önünde çiçeklerle bezenmiş güzel bir bahçesi olan beyaz badanalı bir evleri olacaktı. Yaşlanan anne ve babasını yanlarına alacaklardı. Onlarla birlikte mutlu mesut yaşayıp gideceklerdi. Nergis çocukluk çağından çıkmış gençlik çağına adım atmıştı. O da ilkokuldan beri Murat’a ilgi duyuyor içten içe onu seviyordu. Ne zaman Murat’ı görse kalbi hızlı hızlı çarpıyor. Sanki göğüs kafesinden çıkacak gibi oluyordu. Aşkını kendi içinde yaşıyor. Derdini kimselere açıp söylemiyordu. Kısacık yarıyıl tatili bitmiş okulların açılma zamanı gelip çatmıştı. Murat hazırlamış olduğu bavulu eline alarak yola çıktı. Artık kendi başına gidecekti. Anne ve babasının ellerinden öperek hayır dualarını aldı. Küçük kardeşini kucaklayarak veda edip yola çıktı. Yol başında biraz bekledikten sonra gelen arabaya binip kasabaya vardı. Vakit kaybetmeden istasyona vararak tren biletini alıp beklemeye başladı. Tren istasyonu fazla kalabalık değildi. Az sonra trenin keskin düdüğü duyuldu. Tren gelip istasyona yanaştı. Diğer yolcularla birlikte Murat da trene bindi. Tren ardında dumanlar bırakarak istasyondan başka istasyona doğru hareket etti. Murat trenden indiği zaman akşam olmak üzere idi doğruca okulun pansiyonuna varıp yerleşti. Pansiyondaki arkadaşları ile hoş beş etti. Ertesi gün yeni alınan takımları giyip okulun yolunu tuttu. Ülke genelinde siyasi olaylar iyice artmıştı. Ülkenin çeşitli bölgelerinde yer yer silahlı çatışmalar oluyordu. Olayları önlemek isteyen hükümet bazı bölgelerde sıkıyönetim ilan etmek zorunda kaldı. Murat okuldan arta kalan zamanlarda bol bol kitap okuyordu. Kitap seçerken ayrım yapmıyor her görüşten kitapları okuyordu. Okulda dersler başlamış öğretmen adayları biran önce öretmen olmak için sabırsız bir şekilde kendilerini geleceğe hazırlıyorlardı. Bu arada siyasi tartışmalar okulu boykot etmeler yürüyüşler gittikçe çoğalıyordu. Bazen Balıkesir’den gelen gruplar okuldaki siyasi ortamı iyice geriyordu. Murat bu tür olaylardan uzak kalmaya çalışıyor. Pek siyasete karışmıyordu. Onun her türlü fikre saygısı vardı. Köyde mart ayı ile birlikte tütün fidesi ekimi için hazırlıklar başlamış tütün fidesi ekilecek yerler sürülüp düzeltilmişti. Mustafa evine yakın bir yeri tütün fidesi ekim yeri olarak seçmiş sürdürüp düzeltmişti. Bu yıl tütünün iyi fiyat ile satılması sonucunda köye iyi bir miktarda para girmesini sağlamış bunun sonucu köydeki traktör sayısı bayağı çoğalmıştı. Hemen hemen üç aileden birinin evinin önünde bir traktör var olmuştu. Traktörler ailelerin bütçelerine göre alınıyordu. Ekonomik durumu iyi aileler üst model traktör hatta fabrika çıkışı sıfır traktör alırken ekonomik durumu orta aileler ikinci el traktör almayı tercih ediyorlardı. Traktör bayileri kampanya yaparak iki yıl hatta üç yıl vadeli traktör satışı yapıyorlardı. Mustafa güneşli bir günde ailesini de yanına alarak tütün fidelerinin ekimini yaptı. Daha önce hazırlamış olduğu ekim yerine giderek tırmık yardımı ile iyice düzeltilen toprak ekime hazır hale getirildi. Ayşe kadın da hazırlamış olduğu tohumları toprağa gübre ile birlikte serperek ekim işini gerçekleştirdi. Ekilen tütün fideleri sulanarak naylon altında bitmesi için beklemeye bırakıldı. Artık tütün fideleri itana ile bakılmalı günlük üstlerindeki örtüler açılmalı sulanmalı yeterince güneş almalı soğuktan korunmaları için akşamları tekrar örtüleri örtülmeliydi. Toprakta biten fidelerin yaban otları ayıklanmalı çeşitli hastalıklardan korunmaları için ilaçlanmaları gerekiyordu. Birkaç hafta sonra bir karış kadar uzayan tütün fidelerinin kılavuz denilen ilk partileri seçilip ekim için kıştan hazırlanan tarlaya dikmek için götürüldü. Mustafa karık açıyor Ayşe kadın ise tütün dikiyordu. Mustafa yeterince karık açınca hanımının dikmiş olduğu tütün karıklarını suluyordu. Bu iş böyle akşama kadar sürüp gidiyordu. Canları sıkılmasın diye yanlarında getirdikleri radyo devamlı açık ya türkü söylüyor ya da günlük haberleri veriyordu. Kızları okula gidiyordu. Anne babası gelinceye kadar evlerinde ödevini yapıyordu. Akşam yorgun argın eve dönen aile Ayşe kadının yapmış olduğu yemek ile bir güzel karnını doyuruyordu. Yöreye başka bölgelerden dönüm hesabı tütün dikmek için başka ailelerde gelirdi. Bu aileler tütün dikim zamanı köydeki boş evlerde kalır para karşılığı dönüm hesabı tarlalara tütün dikerek ailelerine ek kazanç elde ederlerdi. Günler geçiyor zaman akıp gidiyordu. Tütün dikme işi bitince okullar kapanmıştı. Murat’ın gelişi aileyi çok sevindirmişti. Yapılacak tütün çapalama işinde aileye yeni güç katılmış oluyordu. Bir sabah erkenden yürüyerek tarlanın yolunu tutan Murat yol kenarında kuzuları otlatan Nergis ile karşılaştı. Birbirlerini iyice özleyen iki arkadaş hemen bir ağaç gölgesinde oturup koyu bir sohbete daldılar.  Nergis Murat’a derslerini sordu, havadan sudan konuşurken öğretmen olunca buralarda durmazsın bizleri beğenmezsin diyecek oldu. Murat ben öğretmen olunca bu gelip bu köye yerleşeceğim hatta bu köyün en güzel kızını kendime eş alacağım dedi. Bunları duyan Nergis heyecan içinde kimmiş o bakalım kimmiş köyün en güzel kızı diyecek oldu. Murat utana sıkıla bu köyde senden başka güzel kız var mı dedi. Yanakları kızaran Nergis utandı sustu bir daha fazla bir şey diyemedi. Tütün karıklarının içindeki tütün fideleri dipleri çapalanıp otları kesilince tarlayı yer yer yeşile boyamaya başlamışlardı. Sabahın erken saatlerinden beri çapa işine devam eden ailemiz devamlı çalan radyoda arkası yarın radyo tiyatrosu gibi programları takip eder olmuştu. Hele kısa dalgada yayın yapan Türkiye’nin sesi radyosu bol bol istek çalarak dinleyenleri eğlendiriyordu. O yıl köyde bir yazlık sinema kurulmuş köylüler akşamları hem dinleniyor hem de yazlık sinemada oynatılan filmleri izliyorlardı. Daha önce birkaç kez sinemaya giden Murat zaman zaman köydeki sinemaya da gidip oynatılan filmleri izliyordu. Genelde sinemada kahramanlık filmleri oynatılıyordu. Uzun yaz günleri akıp giderken tütün çapalama işi bitmiş tütünlerin ilk elleri olan dip eller kırılmaya başlanmıştı. Murat ile Nergislerin tütün tarlaları bir birlerinin tarlalarına yakındı. Tarlada çalışırken uzakta da olsa birbirlerini görebiliyorlardı. Zaman zaman kaçamak bakışlarla birbirlerine bakıyorlardı. Sabah ezanından önce uyanan aile elini yüzünü yıkayıp tarlada yemek için kahvaltı hazırlayıp tarlanın yolunu tutuyorlardı. Soğuk ve sert tütün yaprakları üşüyen parmakların arasında kırılıp demet haline geliyor. Demetler avuçları doldurunca tütün küfelerine götürülüp küfelerin içinde sarmal halinde dolandırılıyordu. Tütün yaprakları kırılırken önce olgunlaşmış yapraklar hasat ediliyordu. Saatler yedi buçuğu gösterdiği zaman radyoda günün ana haberleri veriliyordu. Bu saat tütüncü aileleri için kahvaltı saati idi. Akşamdan hazırlanan çıkınlar açılır Allah ne verdiyse kavun domates karpuz afiyetle yenirdi. Bazı zamanlarda yer ateşinde demlenen çay içilirdi. Bu çayın tadına doyum olmazdı. Doldurulup tepeleri yığılan tütün küfeleri eşeğe iki taraflı sarılıp evin yolu tutulurdu. Mustafa bir gün gittiği pazardan bir at ile at arabası alarak döndü. Alnında beyaz bir sakar olan at ailenin yeni bir ferdi oluyordu. Artık tütün tarlasına gitmek gelmek daha kolay olacaktı. At binmeyi öğrenen Murat zaman zaman ata binip kırlarda dolaşıyordu. Tütün tarlaları allı pembeli tütün çiçekleri ile bezenmiş yeşil ile beyazın renk cümbüşü oluşmuştu. Hele akşamları rüzgar eserken etrafa nikotin kokuları yayardı. Tütünlerin son elleri kırılıyordu. Izgaralarda kuruyan tütün yaprakları evin bir odasında kargılarından ayrılıp istif ediliyordu. Son baharın ilk belirtisi yaprakların sararmasıdır. Olgunlaşıp sararan ağaç yaprakları yerlere dökülmeye başlar ağaçlarda kel bir görüntü meydana gelir. Eylül ortalarına doğru okulların açılma zamanı gelmişti murat bu yıl ortaokul son sınıfta okuyacaktı. O gün ilçe pazarı vardı. At arabasına binen aile hep birlikte ilçe pazarına gitti. Murat ve küçük kardeşi için yeni elbiseler aldılar. Hep birlikte bir lokantada yemek yediler. Küçük kız yeni elbiseleri giyince tıpkı bir prenses edasıyla hareket ediyordu. Murat içinde ailesi yeni bir takım elbise almıştı. Tütünlerin son elleri kalmıştı kırılacak. Murat hazırlanmış olan bavulunu eline alarak yine okulun yolunu tuttu. O gün tren istasyonu bayağı kalabalıktı. Tatilden dönen öğrenciler okullarına dönüyordu. İstasyon boyunca yapraklarını dökmüş ağaçlar esen rüzgara karşı koymaya çalışıyordu. Murat aynı sınıfta okuyan birkaç arkadaşı ile birlikte trenden inmiş pansiyonun yolunu tutmuştu. O yıl ilk kez köye bir televizyon gelmiş köy kahvesine kurulmuştu. Radyodan biraz büyük bu alet insanları küçücük gösteriyordu. Kahvehane ağzına kadar doluyor. İnsanlar televizyon yayınlarını izliyorlardı. Gözden düşen sinemaya seyirci gelmez olmuştu. Bunun üzerine sinema sahibi de bir televizyon alarak filmden önce ve film aralarında televizyonu açarak durumu kurtarmasını bilmişti. Köydeki ekonomik durumu iyi olan ailelerden bir kaçı da televizyon alıp evlerinin bir köşesine kurmuştu. Evlerinde televizyon olan aileler evlerinin çatılarında bulunan televizyon antenlerinden belli oluyordu. Artık soğuk kış geceleri daha eğlenceli hale gelmişti. İnsanlar televizyondaki filmleri ve dizileri özenle takip eder olmuş onları hayatlarının bir parçası haline getirmişti. Dizilerdeki kahramanların acılarına ağlayan sevinçlerine ortak olan dünyanın öbür ucundaki Ceyar’a kızan pemalaya özenen bir toplum oluşmuştu. Hatta dizi saatlerinde tarladaki işini bırakıp diziyi izlemek için köye gelenler bile vardı. Murat da ilçedeki kahvehaneye giderek bazen televizyon izliyordu. Bu arada ülkede siyasi olaylar sürüp gidiyor sıkıyönetim ilanı genişleyerek devam ediyordu. Sağ ve sol diye gençlik iki gruba ayrılmıştı. Bu köylere kadar yayılmış, insanlar adeta birbirine düşman kesilmişti. Ülkede sık sık hükümetler değişiyor her gelen hükümet eski hükümeti suçlayıp enkaz devraldığını söylüyordu. Ama terör tırmanıyor gençler birbirine giriyor, fabrikalarda grevler lokavtlar birbirini izliyordu. Bu arada ülkede bazı ürünler karaborsaya düşmüş insanlar bu ürünleri alabilmek için kuyruklara giriyordu. Murat için kitap okumak bir tutku haline gelmiş eline geçen her kitabı birkaç günde okuyor, hemen yeni bir kitap bulup onu da okumaya başlıyordu. Kış gelip çatmış sabalar yanıyor evlerin bacalarından koyu dumanlar yükseliyordu. Okullar yarıyıl tatiline girmiş, Murat yeni bir karne alarak heyecan ile köyünün yolunu tutmuştu. Murat’ın gelmesi hele iyi bir karne ve teşekkür belgesi ile gelmesi aileyi yeterince mutlu etmiş ve oğullarını bağırlarına basmışlardı. O yıl elde edilen tütün yine iyi bir fiyata satılarak tütünden iyi para kazanılmıştı. Tütünler traktörlerin arkasındaki arabalara yüklenerek kasabadaki tütün depolarına teslim edilmiş. Birkaç hafta sonraları da paraları alınmıştı. O yıl tütünden elde edilen paralar ile köye yeni traktörler alınmış çatıların üstünde yeni yeni televizyon antenleri belirmişti. O hafta sonu köyün zenginlerinden Mehmet ağa oğlunu evlendiriyordu. Önce kız evinde gelinin arkadaşları ve oğlan eğinden gelen kadınlar tarafından kına gecesi yapıldı. Geniş bahçeli bir evde köyün genç kızları çalgı eşliğinde yöresel oyunlar oynadılar. Evlenecek oğlu olan kadınlar oğulları için kız bakarlardı. Böyle geceler onlar için bulunmaz bir fırsattı. Gecenin sonunda gelinin ellerine kına yakıldı. Gelin kınasından geceye katılan kadınlara da verildi. Ertesi sabah davul eşliğinde önlerinde bayraktarın taşıdığı bayrak ile köy gençleri sini toplamaya çıktılar. Konum komşunun düğün için hazırlamış olduğu siniler evlerden toplandı ve düğün evine kadar taşındı. Bu arada gençler yöresel oyunları oynadılar. Gençler kurdukları masalarda bol bol alkol alıp iyice neşelendiler. Tabancalar patlatıldı şenlik tavan yaptı. O akşam köy meydanında şenlikler devam etti şenliklere genç ihtiyar kadın kız kızan herkes katıldı. Düğünün son günü gelin hazırlandı. Davul eşliğinde gençler kız evine doğru giderek hazırlanan gelini alıp damadın evine getirdiler. Gelin baba eğinden çıkıp arabaya binerken büyüklerin ellerinden öperek helallik aldı. Arabanın ardından saçılan şekerleri kapmak için çocuklar birbirleriyle yarıştı. Akşam ezanına yakın damat arkadaşları yardımıyla gelinin yanına salındı. Artık gençlere bir yastıkta kocayın demekten başka bir iş kalmadı. Murat okul arkadaşlarının içinde sevilen sayılan birisiydi. Herkesle iyi geçinir kimsenin kalbini kırmazdı. Sınıf arkadaşlarından Aynur Murat’a ilgi duyuyor, içten içe onu seviyordu. Tek taraflı bu sevgiden Murat’ın haberi yoktu. Aynur her fırsatta Murat ile yakınlaşmak istiyor. Ama Murat’ta aradığı ilgiyi bulamıyordu. Aslında Aynur’u sınıf içinde Kemal seviyordu. Aynur’un bu sevgiden haberi yoktu. Kemal Aynur’un Murat ile yakınlaşmasından rahatsız oluyor. İçin için Murat’ı kıskanıyordu. Badem ağaçları çiçeklerini açtı. Yalancıda olsa bahar yüzünü göstermişti. Okuldan çıktıktan sonra okulun arkasındaki koruluğa doğru yürümeye başladı. Koru boyunca giden yolun kenarlarında badem ağaçları vardı. Arılar vızıl vızıl badem ağaçlarının çiçeklerinden çiçek tozu topluyordu. Yol kenarındaki bir kayanın üstüne oturdu. Etrafında otlardan oluşan yeşillikler arasında çeşit çeşit çiçekler vardı. Ağaç dallarına kuşlar gelip konuyor, yine uçup gidiyordu. Kertenkeleler yuvalarından çıkıp çevreyi dolaşıyorlardı yol kenarında yuvalarına yiyecek taşıyan karıncalar uzunca bir yolda gelip gidiyorlardı. Tabiat kış uykusundan yavaş yavaş uyanıyordu. Karşıki tarlalarda yeşil ekinler diz boyunu geçmişti. Tarla kenarlarında bodur çalılıklar vardı. Karşı tarlalara bakan gözleri hayallere dalıp gitti. Yüreğinde özlem ateşi köyü gözünün önüne geldi. Evlerinin yukarısındaki tepeden göz alabildiğince uzanan ovaya bakıyordu. Yeşil ile karanın harman olduğu ovada yer yer tarla kenarlarında ağaçlar göze çarpıyordu. Boş tarlalar sürülmüş tütün ekimine hazır bekliyordu. Gözünün önüne babasının ekmek için kiraladığı tarla geldi. Ailecek tütün ektikleri günler tütün karıkları yeşil tütün fideleri tarlanın yakınlarındaki çeşme ve dikilen tütünleri sulamak için su taşıdığı günler bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Köyünü çok özlemişti. Evlerinin yakınında ekmiş oldukları tütün fidelerini sulayan Nergis su tenekesini yeni çıkıp yaşarmış tütün fidelerini üstüne doğru hafif sallıyor. Tenekeden süzülen sular fideler üstünde ıslak bir tabaka bırakıyordu. Annesi fidelerin arasındaki otları yolmakla meşguldü. Okulu bitirmiş çok istemesine rağmen ailesi onu ilçedeki ortaokula göndermemişti. Oysa okumaya karşı çok istekliydi. Babası kız çocukları okumaz okuyup da başımıza muallim mi kesilecek deyip kestirip atmıştı. O da boynunu bükmüş durumu kabullenmişti. Sınıf arkadaşlarından birkaç erkek dışında okumaya giden olmamıştı. Onlardan biri de Murat idi. Murat sınıflarının en çalışkan öğrencilerinden biriydi. Nergis’in gönlü Murat’ta idi. Ona karşı, karşı konulmaz bir istek duyuyor. Onu deli gibi seviyordu. Tatillerde onu görmek için geçtiği yollara gidiyor gelip geçmesi için dualar ediyordu. Hayallerinde Murat ile evleniyorlar kızlı oğlanlı çocukları oluyor. Beyaz badanalı önü bahçeli bir evde yaşayıp gidiyorlardı. Sık sık rüyalarında Murat’ı görüyor. Ah bu rüyalar gerçek olsa diye dualar ediyordu. En son görüştüklerinde onu çok sevdiğini söylemişti Murat. Acaba hala seviyor muydu. Yoksa okuldaki kızlardan biri Murat’ın gönlünü çalmış olabilir miydi. O zaman ne yapardı, nasıl yaşardı. Yüreğine tarifsiz bir acı gelip oturdu. Babası orta halli babadan kalan üç beş tarlayı ekip biçen elde ettiği ürün ile ailesini geçindiren bir adamdı. Nergis evin tek kızıydı. Ondan başka kardeşi yoktu. Bu yüzden her istediği yapılıyor. Ailenin her istediği yapılan tek prensesi oydu. Tütün fidelerini sulamışlar üstünü naylon örtü ile örtüp evlerine geçmişlerdi. Nergis demli bir çay demlemiş anne kız birkaç bardak yorgunluk çayı içmiş güçleri kuvvetleri yerine gelmişti. Babaları Pazar için ilçeye gitmişti. Hafta sonu köyde sünnet treni yapılacaktı. Dayılarının oğlu biricik oğlunu sünnet ettirecekti. Çayını içtikten sonra çeyizi için işlemekte olduğu bir iğne oyasını işlemeye başladı. Ayşe kadın Meryem’i alarak bir komşuya oturmaya gitti. Laf döndü dolaştı Murat’a geldi. Murat okuyordu. Okuyup öğretmen olacaktı. Oğluna kimi gelin alacaksın diye soran komşuya oğlum kimi isterse onu alırım o beğensin yeter ki dedi. Komşusu Allah hayırlı kapılar açsın hayırlı insanlarla karşılaştırsın diye dua etti. Komşunun ikram ettiği çayı içerek evine döndü. Kiraz ağaçlarının kızarmaya başladığı yazın ilk günleri gelip çatmıştı. Okullar yaz tatiline girecek karnesini alan Murat köyün yolunu tutacak anne ve babasıyla hasret giderecek küçük kardeşini kucaklayıp öpecekti. Ailesini köyünü ne çok özlemişti. Belki yol başlarında Nergis ile karşılaşacak fırsat bulursa onunla konuşabilecekti. Ah Nergis hala onu seviyormuydu. Yoksa gönlünü bir başkası mı çalmıştı. Kafası hep böyle sorularla meşguldü. Okulun kapandığı gün öğretmenin elinden karneyi alan Murat vakit kaybetmeden pansiyondan valizi alıp istasyonun yolunu tuttu. Gelen trene binip boş bir kompartmanda ki boş bir koltuğa oturdu.  Hasretleri birbirine kavuşturan ayrılıkları son veren bazen de kavuşanları ayıran tren gürültülü sesler çıkararak uçarcasına yol almaya başladı. Tren Kırkağaç istasyonuna vardığı zaman akşam olmak üzereydi. Trenden inen Murat minibüse binerek ilçe merkezine vardı. Köylülerin oturduğu kahveye girip kendine bir çay söyleyip içti. Az sonra köye gidecek bir otomobil ile köye doğru yola çıktı. Murat’ın geleceğinden haberi olmayan aileye Murat’ın gelişi büyük bir sürpriz olmuştu. İki odalı küçük evde sevgiliye kavuşmanın sevinci yaşanıyordu. Aylar sonra evin tek oğlu Murat okuldan dönmüş iyi bir karne almış ailenin mutluluğu ve gururu yüzlerinden okunuyordu. Aylardır anne ve babasını görmeyen Murat anne ve babasına kavuşmuş özlem gideriyordu. Meryem şaşkın, bir ağabeyine bir annesine sarılıp duruyordu. Büyük bir sevinçle akşam yemeği yendi. Günün yorgunluğunu içilen demli çay aldı. Tarlaya tütün dikim işleri yarıya gelmişti. Artık Murat yanlarındaydı tütün dikmek işi sorun olmaktan çıkmıştı. Ertesi gün ailecek soluğu tütün tarlasında aldılar. Murat bu işi bile özlemişti. Durmadan çalışıyor. Karık açıyor su taşıyor hatta bazen tütün bile dikiyordu. Meryem’de küçük baskısıyla tütün dikim işine zaman zaman katılıyordu. Aile bu yorucu işi yaparken mutluydu. Kiralamış oldukları tarlada günler süren tütün dikim işi bitmiş, tütün karıklarının içinde yeşermeye başlayan tütünler dipleri doldurulup yaban otları kesilince tarlayı tamamen örtmüşlerdi. Nergis köyün yakınlarındaki bahçelerindeki sebzeleri sulamak için evden çıkmıştı. İçinde tarifsiz bir sıkıntı vardı. Okullar kapanmış Murat tatil için köye gelmiş fakat onunla bir türlü karşılaşıp konuşamamışlardı. Yüreğini yakan tarifsiz bir özlem vardı. Aklında bu düşüncelerle bahçeye gelmiş olduğunu bile fark edemedi. Düzenli olarak bakımı yapılan küçücük bahçe rengarenk çeşit çeşit çiçeklerle bezenmişti. Küme küme güller yaseminler leylaklar karanfiller etrafa mis gibi kokular yayıyordu. Mevsimine göre meyveler asmalar bahçeyi cennete çevirmişti. Çocukluğundan beri bu bahçeyi çok seven Nergis ne zaman canı sıkılsa bu bahçeye gelir, bu bahçede bütün sıkıntılarını unuturdu. Bahçenin kenarında bulunan çeşmenin suyu yıllardır bahçeyi sulayıp hayat veriyordu. Tütün çapalama işi neredeyse bitmek üzereydi. O gün tarlaya gitmeyen Murat bir başına dolaşmaya çıktı. Çocukluğunun geçtiği tozlu toprak yollarda yürüyerek eski hatıraları tekrar yaşamak istiyordu. Bütün hayatı çocukluğu bu köyde geçmiş ilkokulu burada bitirmiş sonra okul hayatını başka bir şehirde devam ediyordu. Çocukluğunun en güzel günlerinin geçtiği bu köyü ovalarıyla dağlarıyla kısaca her şeyiyle çok seviyordu. Dalgın bir şekilde yürürken çocukken başında oyunlar oynadığı susadığı zaman soğuk sularından içtiği çeşmenin yanına geldi. Çeşmenin kurnasından her zaman ki gibi soğuk sular akıyordu. Ellerini birleştirerek soğuk sudan kana kana içti. Çeşmenin bitişiğindeki bahçeden çeşit çeşit çiçek kokuları geliyordu. Bu bahçe nergislerin bahçesi idi. Çocukluklarında oyunlar oynadıkları birlikte çiçek kopardıkları bahçe… Nergis aklına gelince yüreği daralır gibi oldu. Boğazı düğümlendi. Geldiği günden beri onu hiç görmemiş konuşmamışlardı. Bahçeye doğru bakınca al fistanlı bir kadının bahçe içinde dolaştığını gördü. Bu Nergis olmalıydı. Bahçeye iyice bakınca bahçede başka kimsenin olmadığını fark etti. Sessizce bahçeden içeriye süzüldü. Nergis dalgın bir şekilde bahçeyi suluyordu. Küçükken yaptıkları gibi Nergis’in ardından dolanan Murat onun gözlerini elleri ile kapatıp sesini değiştirerek bil bakalım ben kimim dedi. Nergis sesin sahibini hemen tanımıştı. Günlerdir duymak istediği bu sesin sahibi Murat’tan başkası olamazdı. Bu şakayı ona sadece Murat yapardı. Ama bilmezden gelerek kimsin tanıyamadım dedi. Murat kim olduğumu söylersem bana bir çiçek hediye eder misin diyecek oldu. Nergis gülerek sana bir gül değil dünyadaki bütün çiçekler hediye olsun dedi. Bu sözlerin üzerine ellerini bırakan Murat Nergis’in yüzünü dönmesi ile nergisin ay parçasına benzeyen yüzünü gördü. Başını örttüğü yazmanın kenarından kınalı saçlarının uçları gözüküyordu iki sevgili birbirlerini o kadar özlemişlerdi ki bir birlerinin yüzüne bakmaktan kendilerini alamıyorlardı. Bir asmanın dibine çöküp bir salkım üzüm koparıp birlikte yemeye başladılar. Bu arada al bir karanfili koparan Murat Nergis’e senin kadar güzel olmasa da bu karanfili kabul edermisin diye sordu. Nergis karanfili alıp uzun uzun kokladı. İki sevgili mekanı zamanı unutup derin düşlere daldılar. O kadar mutluydular ki saatler dursun hep böyle birlikte kalalım istiyorlardı. Hafiften bir rüzgar esiyor bahçenin çiçeklerinin kokularını ta uzaklara kadar alıp gidiyordu. Bu böyle ne kadar sürdü bilinmez bahçedeki çiçekler ve meyveler sulanmıştı. Güneş tepelerin ardında kaybolmaya yüz tutmuşken Nergis gitmeliyim beni merak ederler deyip toparlanmaya başladı. Ayrılık vakti gelmişti. Murat bahçeden çıkıp ağaçların arasındaki yolda kayboldu. Nergis elindeki sepet ile evlerine doğru yola koyuldu.  Ayakları adeta yere basmıyordu. Sevincinden ne yapacağını bilmiyor, koşar adım evlerine gidiyordu. Yanakları güzelliğine güzellik katarcasına elma gibi kızarmıştı. Artık hiçbir kuşkusu yoktu Murat’ta onu seviyordu. Murat tütün tarlalarının kenarına vardı. Bir taşın kenarına oturdu. Tatlı bir meltem yeni çiçek açmış tütünlerin arasında adeta gezintiye çıkmış. Etrafta bayıltıcı bir nikotin kokusu. Güneş çoktan tepelerin ardında kaybolmuş etrafı alaca bir karanlık kaplamıştı. Gökyüzünde tek tük yıldızlar ışıldamaya çalışıyordu. Yol boyunca traktörler ya tarlaya gidiyor yada tarladan geliyorlardı. Traktörlerin kasalarında çoluk çocuk insanlar oturuyordu. Yolda kalkan tozlar hiç eksilmiyor. Bir bulut gibi havaya yükseliyordu. Boydan boya uzanan tütün tarlarında diz boyu olmuş tütünler ak çiçekleri ile gelin gibi rüzgarda süzülüyorlardı.  Bir sabah tütün kırarlarken radyodan Kıbrıs barış harekatının başladığı duyuldu. Ülke olarak yavru vatanda yaşayan soydaşlarımızın yaşam haklarını korumak için barış harekatının zorunluluğunu ülkenin başbakanı biz adaya savaş için değil barış için gidiyoruz diye açıkladı. Halk endişeli olayları takip ediyordu. Radyodan devamlı haberler dinleniyordu. Özellikle askerde evladı olan aileler endişe içindeydiler. Köyde tütün kırım işleri bütün hızıyla devam ediyor. Gece yarısı duyulmaya başlayan motor ve at arabası sesleri günün aydınlanmasına kadar devam ediyordu. İnsanlar karınca misali durmak bilmeden çalışıyorlardı. Bir yandan traktör kasalarına yüklenen ekin demetleri köyün harmanlığına yığılıyor. Diğer yandan harman makinaları çalışıp bacalarından saman dumanları çıkararak harman sürüyorlardı. Hemen hemen her tarlada bir koşuşturma bir hengame sürüp gidiyordu. Evlerde ve evlerin yanlarına kurulan çalı çırpılardan çardaklarda teyplerden yükselen müzik sesleri duyuluyordu. Özellikle moda olan arabeks müzik ilgiyle dinleniyordu. Kısa süren Kıbrıs barış harekatı bitmiş güvenlik amaçlı bırakılan birlikler dışındaki askerlerimiz geri dönmüş ülke normal yaşamına dönmüştü. Tütün tarlalarındaki tütünler yarı bellerine kadar kırılmış çiçekleri dökülmüş tohuma dönmeye başlamıştı. Tütün tarlaları arasına sıkışıp kalmış birkaç üzüm bağındaki üzümler olgunlaşıp sapsarı renge bürünmüştü. Bayırlarda çimenlerin rengi yeşilden sarıya dönüp bozkır rengini almıştı. Havada insanı bunaltan bir sıcaklık vardı. Özellikle öğle saatlerine kadar tütün kıran aileler iyice bunalıyor, tütün tarlasından gelir gelmez buzdolabına konan soğuk sular ile serinlemeye çalışıyorlardı. Her akşam kargılara sıyrılan tütünler ızgaralara taşınıp konuluyor birkaç gün sonra buruşup sararan tütünler yerlere serilip güneşte iyice kurumaları sağlanıyordu. Geceleyin yağan çiğ ve olası yağacak yağmurlardan korunmaları için kurumakta olan tütünlerin üstü naylon örtülerle örtülüyor. Sabah olunca da bu örtüler tekrar açılıyordu. Bir çocuk özeniyle bakılan tütünler her şey demekti. Tütünden elde edilen paralar ile düğünler yapılıyor. Sünnetler yapılıyor traktörler alınıyor eski traktörler yenileri ile değiştiriliyordu. Hangi dükkana varsan tütün parası dedin mi istediğini alıp ardına bakmadan çıkıp gidiyorsun. O yüzden tütün emek ister bakım ister ve özen isterdi. Evin yaşlıları tütün tarlasına gitmez tütünlerin kurumasına üstlerinin açılıp örtülmesine ve kuruyan tütünlerin istif edilmesini onlar yapardı. Zaman akıp geçiyor gelen yeni gün eskisini aratmıyordu. Artık tütün tarlalarındaki tütünlerin son elleri kırılıyor. Tütünlerin başlarındaki tohumlar yeşilden koyu kahverengine dönüyordu. Yine yapraklarından kurtulan tütünler açık yeşil sarı karışımı bir renkle çıplak ve kel bir görüntüye kavuşuyordu. Okulların açılma zamanı gelmişti. Yine Murat’a yol gözükecekti. Babası ve annesi ile birlikte ilçenin Pazar günü ilçeye gidip Murat için gerekli alış verişi yaptılar. Birkaç gün sonra bavulunu eline alan Murat okul yollarına düştü. Ardında bir sevdiği kalmıştı. Yüreğine yine hasretler dolacak yine özleyecek hayaller kuracak mutluluk üstüne tatillerin gelmesini iple çekecekti. Murat ile karşılaşıp konuştukları o günden sonra Nergis çok değişmişti. O içine kapanan genç kız gitmiş kendine güvenen neşeli bir kız gelmişti. Sonbahar tüm haşmetiyle kendini iyice hissettirmeye başlamış. Ağaçların dallarında kalan kurumaya yüz tutmuş son yaprakları alıp savururken ağaçları çıplak ve çaresiz bırakmıştı. Bir yandan dur durak demeden yağan yağmurlar bir yandan esen rüzgarlar la son bahar kendini iyice hissettirmişti. Tütün işleri bitmiş köydeki insanlar zeytinliklerin yolunu tutmuştu. Son bahar rüzgarlarıyla zeytinlerin diplerine dökülen dip zeytinlerinin toplanması gerekiyordu. Toplanan bu zeytinler yağ fabrikalarında işlenerek buruk tatlı bir yağ elde edilirdi. Yine yeşil olgunlaşmamış zeytinler toplanarak kırılır. Kırma zeytin yapılarak erkenden yenirdi. Okulda siyasi gruplar oluşmuş okul iki fırkaya ayrılmış. Okulda ve okul pansiyonunda her akşam kavgalara varan siyasi tartışmalar yaşanır olmuştu. Okuduğu kitapların ve arkadaşlarının etkisi ile Murat’ta siyasi tartışmaların tarafı olmaya başlamıştı. O da yapılan tartışmalara katılıyor. Yer yer kavgalarda yer alıyordu. Ülkenin kurtuluşu için devrim yapılması gerekiyordu. Bu devrim sosyalist ülkelerden ilham alınarak yapılmalıydı. Bu yüzden sosyalist ülke devrim liderleri örnek alınıyor. Onların bastırmış olduğu kitaplar okunuyordu. Okulda milliyetçiliği savunan diğer grup ülkenin kurtuluşunun Türk milliyetçiliği ile olacağı gelişmenin ve kalkınmanın ancak milliyetçilik sayesinde olacağını savunuyordu. Okuldaki siyasi tartışmalara öğretmenlerde taraf oluyor bazı öğretmenler kendi görüşündeki öğrencileri kollayıp gözetiyordu.  Murat hiçbir grubun içinde yer almıyor. Etliye sütlüye karışmıyor kitaplarını ve dergilerini okuyordu. Okuldaki siyasi görüşlü öğrenciler Bazı akşamlar ellerindeki boyalarla ilçenin evlerinin duvarlarına siyasi slogan yazıyorlardı. İlçedeki evlerin duvarları her akşam bir siyasi grup tarafından yazılan yazılarla bezeniyordu. Ev sahipleri bu yazıları kapatmak için boya almak zorunda kalıyordu. Ülkede yapılan seçimlerde hiçbir parti mecliste siyasi çoğunluğu sağlayamamış ülke yine koalisyon hükümetlerinin yönetimine mahkum olmuştu. Seçimlerden sonra yapılan uzun pazarlıklar sonucunda kurulan çok partili koalisyon hükümetleri ülke yönetiminde başarılı olamamış ve ülkedeki iç karışıklıklar alabildiğince artmıştı. Kurulan bu koalisyon hükümetleri başarılı olamıyor ülke sık sık erken seçimlere gitmek zorunda kalıyordu. Ülkede ekonomik istikrar ve siyasi istikrar bozulmuştu. Köylerde bile insanlar sağcı solcu diye ayrılmış insanlar birbiriyle siyasi düşünce yüzünden konuşup görüşmez olmuştu. Siyasi tartışmalar kavgalar gürültüler arasında kış gelip çatmış okullar yarıyıl tatiline girmişti. Murat tatile gelirken bavuluna koyduğu kitapları da yanında getirmiş tatilde fırsat bulursa o kitapları okuyacaktı. Her zaman olduğu gibi Murat’ın gelişi evde bir bayram yaşanmasına sebep olmuş annenin Murat için yaptığı yemekler afiyetle yenmişti. Murat akşamları gittiği köy kahvesinde arkadaşları ile buluşup sohbetler yapıyordu. Soğuk ve karlı kış günlerinde odunla tutuşturulan sobalar gürül gürül yanıyor. Yanan sobaların dumanları evlerin bacalarından adeta fışkırırcasına çıkıyordu. Yağan karlar birikmiş birkaç gün durmaksızın yağan kar sokaklara yığılıp kalmıştı. Kar yağışının dinmesi ile soğuyan hava buz tabakası oluşmasını sağlamış. İnsanlar sokakta yürürken güçlük çeker olmuştu.  Her zaman olduğu gibi Murat ve kardeşi Meryem evlerinin bahçesinde bir kardan adam yapmışlardı. Bu kardan adam önceki kardan adamlardan daha büyük ve haşmetliydi. Evin yanından geçen konum komşu kardan adama bakmaktan kendini alamıyordu. Soğuk günlerin ardından güneş yüzünü göstermeye başladı. Donuk ve soğuk güneş ısıtmasa da yerdeki karların erimesine neden oldu. Bu durumdan etkilenen kardan adam da yavaş yavaş eriyerek yok olup gitti.   Yarıyıl tatili bitmiş yine Murat’a okul yolu gözükmüştü. Babası onu tren istasyonuna kadar götürüp yolcu etti. Oğlunu yolcu eden Mustafa oğlundan ayrılmanın hüznü fakat okumuş bir adam olacak oğluyla gurur duyan bir adam olarak başı dik bir şekilde ilçeye döndü. Okulda milliyetçi öğrencilerin oluşturduğu grubun belli sokaklarda hakimiyeti vardı. O sokaklara solcu gruplar giremezdi.  Yine aynı şekilde belli sokaklarda solcu grupların hakimiyeti altında idi bu sokaklara karşı gruptan bir kişi geldi mi hemen kavga çıkıyor. Gruplar taşlarla sopalarla birbirine saldırıyordu. Ülkede siyasi eylemler grevler lokavtlar birbirini izliyor kurulan koalisyon hükümetleri gidişata bir çare bulamıyordu. Fabrikalar çalışmıyor üretim durma noktasında seyrediyordu. Özellikle İstanbul merkezinde her gün olay oluyor terör olaylarından her gün ölen ve yaralanan gençleri televizyonlar radyolar haber olarak veriyordu. Bu arada Mustafa borçlanarak tütün parasında ödemek şartı ile evine bir televizyon alıp kurdurmuştu. Artık evlerinde televizyon vardı. Televizyon izlemek için komşulara gitmek gerekmeyecekti. Televizyondan haberleri filmleri hatta kızları Meryem çizgi filmleri izleyebilecekti. Televizyonda özellikle yabancı diziler kaçak Çarli’nin melekleri ve dallas köylünün ilgisini çok çekiyordu. Bu arada milliyetçi bir bakan bir suikast sonucu öldürülmüş bu durum milliyetçiler arasında büyük bir üzüntüye sebep olmuştu. Bazı zamanlarda öğrenci grupları Balıkesir’e gidip oradaki kendi görüşündeki öğrencilerle toplanıp eylemler yapıyorlardı. Yine bazı zamanlarda Balıkesir’den öğrenciler okula gelip kendi görüşlerindeki öğrenciler ile toplantı yapıp yapılacak eylemler hakkında bilgi veriyorlardı. Okuldaki siyasi görüşlü öğrenciler sık sık okulu boykot edip eğitim öğretimi aksatıyorlardı. Civardaki badem ağaçları beyazlar içinde gelin gibi süslenmiş bahar gelmişti. Bahar ile birlikte doğa uyanmaya başlamış arılar çiçeklerden polen topluyordu. Dağlardaki eriyen karlar dereleri doldurmuş dereler suları taşıyamaz olmuştu. Uzun kış gecelerinde televizyon evin tek eğlencesi olmuştu. Yerli yabancı birçok film yerli yabancı diziler haberler açılıp kapanıncaya kadar televizyon devamlı açık duruyordu. Meryem özellikle çizgi filmleri izliyordu. En çok sevdiği çizgi film taş devri idi. Mustafa daha çok haberleri izliyor ülkenin geleceğinden endişe ediyordu. Ayşe kadın acıklı Türk filmlerini soluksuz izliyor bazı sahnelerde kendini tutamıyor ağlıyordu. Siyasi istikrarsızlıklar ekonomiyi de etkilemiş hayat pahalanmıştı. Çiçeklerini döken badem ağaçları yeşil renge bürünmüş çiçeklerinin yerine çağlalar olmuştu. Murat ve bazı arkadaşları bazı zamanlarda civarı dolaşmaya çıkarak bu çağlalardan tadıyorlardı.  Lisenin birinci sınıfı bitmiş karnesini alan Murat yine evinin yolunu tutmuştu. Köyde tütün dikim işleri başlamış insanlar karınca misali tütün tarlalarında çalışıyorlardı. Çoğu köylü tütün dikim işini Denizli’den gelen dönüm usulüne göre tütün diken ailelere vererek bu zahmetli işten kurtulmuştu. Mustafa ve ailesi kendi işini kendi yapar kendi tütününü kendi dikerdi. Hele Murat da gelince işleri kolaylaşır çabuk tarladaki tütün dikim işini bitirirlerdi. Nergis kız iyice büyümüş serpilmiş güzelleşmişti. Bu kış eve birkaç dünürcü gelip kızı istemiş fakat anne ve babası onu isteyenlere vermemişti. Onlar tütün tarlalarında çok çile çektiklerinden kızlarını köye vermek istemiyorlardı. O bari tütün işinden kurtulup rahat etsin istiyorlardı. Nergis ise küçüklüğünden beri Murat’ı seviyor ondan başkasıyla evlenmeyi düşünmüyordu. Ayşe kadın ve Mustafa yetişkin bir delikanlı olan Murat’ın mürüvvetini görmek istiyorlardı. Birkaç yıl sonra okulu bitecek Murat öğretmen olacaktı. O okumuş ve aydın bir kişi olarak her şeyin en iyisini bileceğini ve evleneceği eşini kendi seçeceğini biliyorlardı. Yeter ki Murat istesin onlar Murat’ın isteyip beğendiği kızı almak için ellerinden geleni yapacaklardı. Ülkede siyasi olaylar iyice artmış çıkan olaylarda ölümler yaralanmalar oluyordu. Televizyonlarda bu tür haberlerin ardı arkası kesilmiyordu. Tütün çapalama işi bitmiş tütünlerin dip elleri kırılıyordu. Sabah ezanından önce kalkıp sabah çay ve kahvaltı yaptıktan sonra at arabasına binip tütün tarlasının yolunu tutuyorlardı. Güneşin doğmadığı bu saatlerde ortalık alacakaranlık tütün yaprakları zar zor seçiliyordu. El yordamıyla kırılan tütün yaprakları özen ile tütün küfelerine yerleştiriliyor. Açılan radyodan istek türküleri veya şarkılar çalıyordu. Serin havayla birlikte nikotin kokusu insanların başını döndürüyordu. Henüz yeni yeni çiçek açmış tütünler nazlı bir edayla esen sabah melteminde salınıyorlardı. Radyodan uzun uzun çalan siren sesi sabah haberlerinin saatinin geldiğini bildiriyor. Aile hep birlikte pür dikkat sabah haberlerini dinliyordu. Bu arada Ayşe kadın ekmek çıkınlarını açıyor yere serilen sofraya oturulup yarı acılı ellerle akşamdan zeytinyağıyla yağlanmış ekmekler domates ve kesilen kavunlar büyük bir iştahla yeniliyordu. Yemek molasından sonra tekrar tütün kırma işi başlıyor dolup üstü tepelenen tütün küfelerinin yerini başka tütün küfesi alıyor. Her saniye yükselen güneş ile birlikte ısınan hava tütün yapraklarını buruşturuyor. Buruşan tütün yaprakları ele avuca gelmiyordu. Radyoda arkası yarın başlıyor. Tütün kıran eller ve radyoyu dinleyen kulaklar  bir hengamedir sürüp gidiyordu. Murat dolup üstleri örtülen tütün küfelerini at arabasına taşıyor. Mustafa atı arabaya koşuyor. Hep birlikte at arabasına binilerek evin yolunu tutuyorlardı. At tozlu toprak yolda dinç bir şekilde yol alırken yoldan geçen traktörlerin çıkarmış olduğu tozlar kalkıyor aileyi toz duman içinde bırakıyordu. Bir akşamüstü evde tütün dizme işi erken bitmişti. Murat evden çıkarak dolaşmaya başladı. Köyün yollarından geçerek tozlu topraklı yollardan tütün tarlalarının arasında kaybolup gitti. Serin bir akşam olmaktaydı. Güneş çoktan batmış alaca karanlık bastırmıştı. Hafif bir meltem tütün tarlalarının arasında dolaşıyor. Etrafa nikotin kokuları yayıyordu. Köyün sokak lambaları ve perdelerin arkasından evlerin ışıkları belli oluyordu. Gökte tek tük yıldızlar ışımaya başlamıştı. Gece gökyüzü bulutsuz ve aydınlıktı. Sayısız yıldız gökyüzünü aydınlatıyordu. Yıldızlar kıpır kıpır ışık saçıyordu. Acaba bu yıldızlarda insan yaşıyor mu diye düşündü. Dünya dışında ki gezegenlerde hayat varmıydı. Bir anda Nergis aklına düştü. Kınalı melikli saçları sevgiyle bakan gözleri tatlı tatlı gülmeleri acaba o şimdi ne yapıyordu. Tütün tarlalarında yer yer ışıklar yanıyordu. Bazı aileler lüks ışığı ile akşamları tütün kırıyorlardı. Bazı aileler de uzak olan tütün tarlarına çardak kurmuş kurdukları çardaklarda yatıp kalkıyor evlerine gelip gitmiyordu. Vakit epey geç olmuştu. Sabah erken kalkılacak tütün tarlasına gidilip tütün kırılacaktı. Kalkıp doğruldu. Yine tozlu toprak yollardan traktörler at arabaları durmaksızın gelip gidiyordu. Tütün tarlalarındaki tütün çiçekleri belli belirsiz seçiliyordu.  Bir gece kuşu yanık sesiyle ötüyordu. Kol saatine baktı. Saat dokuzu çoktan geçmişti. Dinç adımlarla tozlu toprak yollardan geçerek evine vardı. Nergis günün yorgunluğu üstünde yemekten sonra bulaşıkları annesi ile birlikte yıkamış televizyondaki bir filmi dikkatle ve heyecan içinde izlemişti. Filmde çocuklukları birlikte geçen iki arkadaş gençlik çağlarında birbirlerini deli gibi seviyor fakat aileleri evlenip mutlu olmalarına bir türlü izin vermiyordu. İki sevgili bir birlerine kavuşup evlenmek için çabalıyor. Fakat bir türlü başarılı olamıyordu. Bu arada Almanya’ya işçi olarak gidip çalışan genç adam zengin bir şekilde köye dönüyor. Bakıyor ki sevdiği kızı en yakın arkadaşına vermişler üzülüp kahrolan genç tekrar Almanya’nın yolunu tutuyordu. Film bittikten sonra televizyonu kapatan aile yatak odasına geçti. Filmin etkisinden kurtulamayan Nergis’i bir türlü uyku tutmuyordu. Yatağın içinde bir sağa bir sola dönüp duruyordu. Ya anne ve babası filmdeki gibi onu Murat’a vermezler ise.  Köyün en güzel ve hamarat kızlarından olan Nergis ile köyün tüm delikanlıları evlenmek istiyor. Anneler babalar Nergis’i kendilerine gelin almak için yanıp tutuşuyorlardı. Mustafa ve Ayşe kadında Nergis’i çok beğeniyor kendi gelinleri olsun istiyorlardı. O yıl ekmiş oldukları tütün tarlayı iyice örtmüş boylanmış çiçek açmıştı. Bu yıl tütünden iyi ürün alacaklardı. Bir de iyi bir fiyata satabilirlerse değmeyin keyiflerine. Her gün gece yarısında at arabası koşuluyor hazırlanan azık çıkınları ile birlikte tütün tarlasının yolu tutuluyor. Dur durak bilmeden tütünler kırılıp tütün küfeleri tepeleme yığılıyordu. Vakit öğle saatlerinde yine at arabası koşuluyor evin yolu tutuluyordu. Yemi suyu zamanında verilen bakımı yapılan at deh dedin mi koşmaya başlıyor çektiği arabayı çabucak eve taşıyordu. Vakit kaybetmeden tütün küfeleri boşaltılıyor. Yere boşaltılan tütünler dizilmeye başlanıyordu. Tütün iğnelerinden zırt zırt sesler çıkıyor dizilen her demet tütün ile birlikte yerdeki tütünler biraz azalıyordu. Hazırlanan öğle yemeği büyük bir iştahla yeniyor. Tekrar tütün dizme işine başlanıyordu. Bu arada radyo sürekli çalıyor. İstek parçaları arkası yarınlar dur durak bilmiyordu. Akşam ezanına doğru tütün dizme işi bitiyor. Tütün küfeleri at arabasına konuluyordu. Yenen akşam yemeğinden sonra erkenden yatılıyor. Yorgun vücutlar iyice dinleniyordu. Mustafa ızgarada kuruyan tütünleri düzeltip tırmık çektiği yerlere seriyor akşamları üstlerine naylon örtüyor sabahları da örtmüş olduğu naylonları açıyordu. Yaz mevsimi tüm sıcaklığı ile sürüp gidiyordu. Üzümler olgunlaşıp tatlanmıştı. Kırlarda çimenler kurumuştu. Köyden tarlalara giden yolları traktörler ve at arabaları ince un gibi toz tabakası içinde bırakmıştı. Bu toz tabakası bir ayağı örtecek kadar kalındı. Bu yolda giderken gelip geçen traktörler bu tozu kaldırıyor toz bir bulut halinde havaya yükseliyordu. Traktörlerin arkasından gelen at arabaları ve yavaş giden traktörler toz içinde kalıyor belli bir süre toz içinde kayboluyordu. Yol kenarlarında bulunan çitlembik ağaçları kırmızı beyaz renklerde küçük boncuk tanesi kadar meyveleri yeşerip olgunlaşmayı bekliyordu. O gün tütünleri dizerlerken Nergislerin evlerine pek sık gelmeyen uzak komşularından huriye kadın geldi. Kadın hoş beşten sonra akşama hayırlı bir iş için size geleceğiz deyip ağzından baklayı çıkardı. Huriye kadının yetişkin bir oğlu yoktu. Belli ki bir akrabasının veya tanıdığı birinin oğlu için geleceklerdi. Akşamüstü tütünler dizildikten sonra ev dip bucak temizlendi. Akşama gelecek misafirler için hazırlık yapıldı. Akşam yemeğinden sonra çalınan kapı açıldı. Gelenler önde Huriye kadın ve eşi idi. Gelen misafirler saygı ve sevgi ile eve buyur edildi. Gelen konuklara hoş beşten sonra hal ve hatırları soruldu. Nergis kızın pişirmiş olduğu kahveler ikram edildi. Kahveler içildikten sonra Huriye kadın Allah’ın emri peygamberin kavliyle deyip söze girdi. Kasabadan bir tanıdıklarının oğlu için dünür gelmişlerdi. Oğlan sanayi de çırak olarak çalışmış askerden geldikten sonra kendi adına bir dükkan açmıştı. Kızımız tarla tapla görmeyecek bir eli yağda bir eli balda olacak rahat edecek diyordu huriye kadın. Hatta damat adayının çok eskiden köyden kasabaya göçen bir ailenin oğlu olduğunu ailesini tanıdıklarını söylüyordu. Nergis kız kahveleri ikram edip kahve boşlarını aldıktan sonra mutfağa geçip ertesi gün için yemek hazırlanmaya koyuldu. Huriye kadın ve eşinin ısrarları üzerine Ahmet bey ve eşi melek hanım hayır diyemedi evet de diyemedi hele bir düşünelim diyerek ne kızı verdi nede dünürcüyü darılttı. Eve gelen dünürcüler gittikten sonra aile bir araya geldi. Kararsızlık içinde birbirlerinin yüzüne baktılar. Anne kızım ne dersin verelim mi seni kasabadaki oğlana diye sordu. Nergis’in yüzü kızardı. Ne diyeceğini bilmeden başını öne eğdi benden bıktınız mı diyebildi. Annesi olur mu öyle şey kızım senden niye bıkalım Allah’ın emri bu eninde sonunda el evine gidecek el evinde ocak yakacaksın dedi. Babası kızım gönlünde biri mi var diye sordu. Babası gönlünde biri varsa çekinme söyle ona göre davranalım dedi. Uzun bir sessizlik oldu. Vakit epey geç olmuştu. Yataklar serildi. Her kes odasına çekildi. Günün yorgunluğu üzerlerine çökmüştü. Yorgun olmasına rağmen bir türlü gözlerine uyku girmeyen Nergis yağın içinde huzursuz bir şekilde dönüp duruyordu. Çocukluğundan beri Murat’a deliler gibi seviyordu ondan başkası ile nasıl evlenirdi. Gelen dünürcüleri anne ve babasının gözü tutmuştu. Onların tek düşüncesi kızlarının rahat bir hayat sürmesi tütünden tarladan kurtulması idi. Ne yapıp edip Murat ile görüşmeliydi. Murat’a durumu anlatıp bir hal çaresine bakmalılardı. Uzayan geceye yorgun bedeni daha fazla dayanamadı. Önce gözleri yavaşça kapandı. Daha sonra deliksiz bir uykuya daldı. Sabahın erken saatlerinden beri tütün kıran Muratlar öğleye doğru tütün küfelerini iyice doldurup tepelemişti. Bu gün normalden fazla tütün kırmışlar at arabasının yükü epey fazlalaşmıştı. Murat eve yürüyerek gitmek istediğini söyledi. Anne ve babası at arabasının yükünü bildiği için itiraz etmediler. Çitlembik ağaçlarının gölgelediği yoldan yürüyerek köye doğru yol almaya başladı. O gün tütün kırmaya gitmeyen nergisler köyün yakınlarındaki bahçeyi sulayacaklar olgunlaşan üzümleri toplayacaklardı. Ne zaman kim tarafından yapıldığı bilinmeyen bu çeşme kış yaz dinmez akar dururdu. Kışın ılık olan suyu yazın buz gibi soğuk olurdu. Gelen geçen yolcular kana kana su içerek susuzluklarını dindirirdi. Geniş su hazneleri hep dolu olurdu. Bu haznelerden kurt kuş ve çeşitli hayvanlar kana kana su içip susuzluklarını giderirlerdi. Su haznelerinden dolan suyun arta kalanı suyolundan nergislerin bahçesine akardı. Sabahın serinliğinde dolgun asma üzümlerinin üzerlerine çiğ düşmüştü. Üzümlerin üstüne düşen güneş ışınları onları daha canlı ve parlak gösteriyordu. Her gün yüzlerce traktörün gelip geçtiği toprak yol bir karış toz içinde kalmıştı. Yer yer insan ve hayvan izleri oluşmuştu. Murat tozlu yolda on dakikadır yürüyordu. Ayakları her toprağa bastığında topraktan toz zerrecikleri havaya kalkıyordu. Hafiften esen rüzgar toz zerreciklerini havaya kaldırıyordu. Üstü başı eli yüzü toz içinde kalmıştı. Hava mevsimine göre oldukça sıcaktı. Çeşmenin yanına varınca vakit kaybetmeden elini yüzünü berrak buz gibi su ile yıkadı. İki elini birleştirip kana kana su içti. Tam su içmesini bitirmişti ki yavaş ve tatlı bir ses duydu. Ses Murat diye kendisine sesleniyordu. Kulakları bu sesi hemen tanıdı. Bu ses Nergis’in sesiydi. Çeşmenin yakınındaki bir asmadan üzüm koparıyordu. Sabahleyin erkenden babası ile birlikte bahçeye gelen Nergis asmalardan üzümleri topluyor babası ileride sebzeleri suluyordu. Nergis elindeki üzüm salkımını Murat’a uzattı. Üzüm salkımını alan murat bahçenin çitinden atlayarak bahçeye girdi. Nergis öylesine doluydu ki Murat’a söyleyecek o kadar sözü vardı ki söze nereden başlayacağını bilemiyordu. Heyecandan yüreği bir kuş gibi çırpınıyordu. Akşam eve dünür geldiler diye söze başladı. Murat’ın yüzü hemen asılmıştı. Şaşırmıştı. Şaşkınlığı her halinden belli oluyordu. Gel beni istet annene babana daha dayanacak gücüm kalmadı diyordu. Gel istet verirlerse okul bitene dek bekleriz okul bitince de düğün yaparız dedi. Murat şaşkın ne diyeceğini bilmeden dinliyordu. Şaşkınlığından üzüm salkımı yere düşmüştü. Daha okulu bitmemişti. Nasıl derdi anne babasına beni nişanlayın diye. Burada daha fazla kalamazdı izin isteyip çitten atladı ve tozlu toprak yolda çitlembik ağaçların gölgesinde kayboldu. Nergis ardından hasret ve özlemle bakakaldı. Bahçedeki zeytin ağacından iki serçe cik cik öterek havalandı. Bir traktör toprak yoldaki tozları havaya kaldırarak geçip gitti. Babası sebzeleri sulama işini bitirmişti. Murat eve geldiğinde anne ve babası çoktan tütün tarlasından gelmişlerdi. Annesi yemeği hazırlamış sofrayı sermişti. Hep birlikte Allah ne verdiyse yiyip içtiler. Yemekten sonra mutfağa annesinin yanına giden Murat anne kızmaz isen sana bir şey diyeceğim dedi. Annesi yüzüne baktı. Söyle kızılacak bir şeyse kızarım dedi. Murat anne gönül işine kızılır mı dedi. Annesi gülümsedi kimin gönlü bu evlat dedi. Murat Nergis dedi. Annesi oğlum okul ne olacak dedi. Murat anne akşam Nergis’i istemişler anne ve babası düşünelim demiş biz birbirimizi çocukluktan beri çok seviyoruz. İstersiniz verirlerse nişan takılır. Okul bitince de düğün yapar evleniriz dedi. Annesi dur hele ben bir baban ile konuşayım dedi. Ayşe kadın Murat odadan çıktıktan sonra dalıp gitti. Murat’ın doğumu aklına geldi. Sabaha karşı ebe kadın eline verdiği zaman Murat yumuk gözleri ile zayıf çelimsiz bir çocuktu. Kim derdi ki bu çocuk büyüyüp adam olacak ben evleneceğim diyecek ti. Aslında Ayşe kadının şu koca dünyada oğlunun mürüvvetini görmekten başka bir derdi de yoktu. Nergis kızı oldum olası beğenir severdi. Ailesi de iyi bir aile idi. Demek ki gençler birbirlerini sevmişler evlenmeye karar vermişlerdi. Hemen eşi Mustafa’ya durumu bildirip vakit kaybetmeden Nergis’i ailesinden istemek lazımdı. Mustafa bahçede kuruyan tütün kargılarını yere sermekle meşguldü. Eşinin gülerek yanına gelmesinden bir şeylerin olacağını sezinledi. Ayşe kadın lafı fazla uzatmadı hadi bakalım davran Mustafa bey oğlumuz evlenmek ister. Dedi. Mustafa şaşkınlık ve heyecan içinde hayırdır bu nerden çıktı diyecek oldu. Ayşe kadın bizim oğlan yere bakan yürek yakanmış meğer saman altından su yürütürmüş de haberimiz yokmuş dedi. Mustafa kimin ile evlenmek ister Murat dedi. Ayşe kadın kim olacak yabancımız değil köyümüzün kızı Nergis dedi. Nergis ismini duyan Mustafa’nın yüreğine su serpildi. Nergisi çocukluğundan beri biliyordu. Hiçbir kötülüğünü duymamıştı. Ailesini sever sayar aralarında hiçbir kötülük yaşanmamıştı. Hemen orada bir karar verdiler komşuları Metin ile eşini dünür göndermeye karar verdiler. Mustafa hazırlıksız yakalanmıştı. Onun aklında oğlu okulu bitirtecek öğretmen olacak sonrada kendine okumuş bir kız alacak diye hayal ediyordu. Evdeki hesap çarşıya uymaz derler bu iş tam böyle olmuştu. Komşuların akşam Nergis için dünür gideceğinden Murat’ın haberi yoktu. Şayet Nergis’in ailesi tamam derse bu Murat için büyük bir sürpriz olacaktı. Metin’in eşi doğruca nergislerin evlerine gitti. Komşularına hoş beşten sonra akşam hayırlı bir iş için evinize geleceğiz diyerek geri döndü. Melek kadın şaşırmıştı dün bir bu gün iki birden kızları kıymete bindi bu sefer ki gelecek dünürler acaba kimden geleceklerdi. Akşam için hazırlıklara başladılar. Geceyi dolunay bütün ihtişamı ile aydınlatıyordu. Ayın parlaklığı karşısında sokak lambalarının ışıkları bile sönük kalmıştı. Parlak ve bulutsuz bir gece köyün evlerinin üstüne çökmüştü. Yeni gelecek dünürler için hazırlanan evde akşam yemeği yenilmiş bakkaldan eksik gedik tamamlanmış gelecek dünürler beklenmeye başlanılmıştı. Nihayet kapının tokmağı şiddetli bir şekilde vuruldu. Gelenler metin ve eşi idi. Ev sahipleri gelen konukları kapının eşiğinde karşıladılar. Konuklar buyur edilip eve alındı. Nergis gelen konukların ellerini öpüp mutfağa geçti. Mutfağın penceresinin perdesinin arasından parlak bir ay ışığı sızıyordu. İçinde umut kıpırtıları ve merak gelip gidiyordu. Bu sefer dünür gelenler acaba kim için gelmişlerdi. Acaba Murat için gelmiş olabilirler miydi. O akşam tütünler dizildikten sonra akşam tütün kırmasına gidilmedi. Akşam yemeğinden sonra Murat ailesinden izin alarak evden dışarı çıktı. Mehtap tüm haşmetiyle evreni aydınlatıyordu. Evlerinin önünden uzayıp giden yol ta tütün tarlalarına dek uzayıp gidiyordu. Geceleyin geniş ve düz ovada lüks lambalarının ışıkları ovayı bir şehir görüntüsüne benzetmişti. Yolda bir karış toz içinde her geçen traktör yoldan bir parça toz kaldırıyor. Murat amaçsız gayesiz nereye gittiğini bilmeden yürüyordu. Uzaklardan gece kuşunun sesleri duyuluyordu. Yol boyunca ağaçların gölgeleri yerleri alaca belece yapmıştı. Bir tarladan yanık bir türkü Çarşambayı sel aldı bir yar sevdim el aldı. Yol kenarında yıllardır kendi halinde akan çeşmenin soğuk sularından içerek serinledi. Elini yüzünü yıkadı. Yüreği tarifsiz sıkıntılarla dolup taşıyordu. Çeşmenin başındaki düz bir taşın üstüne oturdu. Tatlı bir meltem saçlarını yalayıp geçti. Burnuna nikotin kokuları geliyordu. Uzun kınalı saçları küçük kara gözleri ile tatlı tatlı bakan Nergis aklından çıkmıyordu. Acaba Nergis için hala dünür geliyor muydu. Ya Nergis’i başkasına verirlerse onsuz nasıl yaşardı. Çocukluğundan beri hep Nergis’i sevmişti. İlk ve tek aşkıydı. Metin sözü fazla dolandırmadan Allah’ın emri peygamberin kavli ile kızımız Nergis’i oğlumuz Murat’a istiyoruz dedi. Murat ismi söylenince evde biraz heyecan ve şaşkınlık oluşturdu. Murat öğretmen okulunda okuyordu. Ailecek sevip saymışlardı Murat ve ailesini. Şayet kızları olur derse neden olmasındı. Ama kız evi naz evi derler. Kızımızı evlendirmeyi düşünmüyoruz Murat’ın okulu henüz bitmedi gibi küçük bahaneler ile naz yapmaya başladılar. Metin kararlı bir şekilde söz yaparız gençler aralarında okul bitince de nişanı ve düğünü yaparız dedi. Ahmet bakalım kızımız ne der evlenmeyi düşünüyor mu ona sormak gerekir deyince Metin siz sorun biz bir daha gelir cevabınızı alırız dedi. Ahmet misafire her zaman kapımız açık ama böyle benim biricik kızıma sahip çıkmayın diyecek oldu. Metin Ahmet elden aldık ele vereceğiz bu Allah’ın emri dedi. Mutfakta Nergis konuşulanları duymuş heyecan ve sevinç içinde yatığı kahveyi bile taşırmıştı. Artık hayallerine kavuşacak Murat ile mutlu bir evliliğe adım atacaktı. Metinler izin isteyip evden ayrıldılar. gelen dünürcüleri yolcu eden Ahmet derin bir of çekip kızın mı var derdin var dedi. Melek kadın Murat iyi çocuk diyecek oldu. Ama kızımız bilir kızımız isterse neden olmasın dedi. Nergis odasına çekilmiş hiçbir şeyden habersiz gibi davranıyordu. Ertesi gün erkenden tütün tarlasına giden aile her zaman ki gibi tütün kırma işine devam etti. Metinden hayırlı bir haber bekleyen Mustafa ve eşi hayırlı bir haber alamasa da umutlarını yitirmemişti. Nergis ile yalnız kalan anne Nergis’in evlilik konusundaki düşüncesini öğrenmek için Murat’ı sordu. Nergis’in yüzü kızardı. Annesi anlayacağını anlamıştı. Daha fazla üzerine gitmeden konuyu değiştirdi. Melek kadın eşi Ahmet’e durumu anlattı. Ahmet bunun üzerine kızı Nergis’i Murat ile söz kesmeye razı oldu. Birkaç gün sonra Metin ve hanımı tekrar evlerine gelince oldukça güler yüzlü ve tatlı dilli karşılandılar. Gelen konuklar büyük bir konukseverlikle eve alındıktan sonra hoş beş edildi, hal hatır soruldu. Laf döndü dolaştı dünürlük meselesine geldi. Ahmet düşündük taşındık gençlere söz kesmeye karar verdik dedi. Nergis kız sevincini belli etmemeye çalışarak kahve ikramını yaptı. Aslında sevincini ne kadar saklasa da içi kıpır kıpır mutluluktan uçuyordu. O gece mevsimi olmasa da bir yaz yağmuru sokakları ıslıyordu. Sergilerdeki tütünlerin üstlerini naylon örtüler örtülmüş ev halkı televizyondaki yerli sinemayı izliyordu. Murat dışarı çıkmış evde Mustafa ile hanımı ve kızları Meryem vardı. Saat onu biraz geçiyordu. Bahçe kapıları açılıp örtüldü. Az sonra Metin seslendi Ahmet diye hemen kalkıp kapıya çıktılar. Metin ve hanımını eve buyur ettiler. Metin ve hanımın yüzleri gülüyordu. Galiba bu sefer oğullarına Nergis’i vermişlerdi. Metin müjdemi isterim diyerek söze başladı. Mustafa dile benden ne dilersen yeter ki hayırlı bir haber ver dedi. Metin artık bu iş tamam, Ahmet tamam dedi gelsinler söz yüzüklerini taksınlar dedi dedi. Mustafa ve eşi sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Mutluluklarını ifade edecek söz bulamıyorlardı. Hemen çaydanlık ocağa sürüldü. Gelen konuklar demli bir çayı hak etmişlerdi. Hemen ertesi gün için yapılacak işler kararlaştırıldı. Metin’in eşi Nergis kızın parmak ölçüsünü almıştı. Konuklara ağızları tatlansın diye lokum ikram edildi. Murat kahveden çıktığı zaman delicesine bir yağmur yağıyordu. Kahveden eve gelinceye kadar sırılsıklam ıslanmıştı. Ev halkı çoktan yatmıştı. Hemen üstünü değiştirip yatağa sokuldu. Sabah kahvaltısı erkenden hazırlanmıştı. Nergis kahvaltıda annesine yardım ediyordu. Sevinci ve mutluluğu yüzünden okunuyordu. Gece boyu yağan yağmurun kasveti ve akşam ıslanmanın yorgunluğu Murat’ın üstündeydi. Kardeşi Meryem kapıyı tıkırdattı. Murat bu sese aşina idi. Kardeşi geleceği zaman böyle kapıyı tıklatırdı. Anne ve babası onu kaldırması için Meryem’i gönderirlerdi. Meryem odaya girip ağabeyinin yanaklarına bir öpücük kondurdu. Meryem hınzır hınzır gülüyordu. Abi kalk yatacak zaman değil çabuk kalk dedi. Murat isteksiz bir şekilde yataktan kalkıp giyindi lavaboya geçip elini yüzünü yıkadı. Mutfağa geçince annesi gülerek oğlum getir bakalım şu parmağının ölçüsünü alalım dedi. Murat şaşırmış ve sevinç içinde ne diyeceğini şaşırmıştı. Annesi evet seni Nergis ile söz keseceğiz Allah sonunu hayır etsin tamamına erdirsin dedi. Murat şaşkın ve mutlu bir şekilde yüzük parmağını uzattı. Annesi bir ip yardımıyla ölçüyü aldı. Hazırlıklar tamamdı. Murat evde kalacak evde yapılması gereken işleri yapacaktı. Mustafa köyden bir araba kiralamış eşiyle beraber araba dünürlerinin evinin önünde park etmişti. Ahmet ve eşi dünürlerini eve davet etmiş. Nergis kız kayınbabasının ve Ayşe’nin öpmüş ikram edilen çaylar içildikten sonra kasabaya doğru yola çıktılar. Murat şaşkın heyecanlı bir şekilde evde kaldı. Çocukluğundan beri sevdiği Nergis ile evliliğe ilk adımı atacaklardı. Okulun son sınıfında okuyordu. Okul bitince öğretmen olacak yurdun her hangi bir köşesinde görevini yapacak yurduna milletine layık insanlar yetiştirecek eşi ile birlikte beyaz badanalı bahçeli bakımlı evlerde oturacak boy boy çocukları olacak böyle hayallere dalıp gitti. Kendine gelince akşamdan tütünlerin üstüne çekilen naylon örtüleri açtı. Araba ile kasabaya varan dünürler doğruca bir tuhafiyeci dükkanına gittiler. Dükkandan tütün parasında veresiye diyerek kesilecek söz için Nergis’e çeşit çeşit elbiseler aldılar. Yine hısım akrabayı da ihmal etmediler. Tuhafiye dükkanında işleri bitince sarraf dükkanına geçtiler. Gençler için söz yüzüğü seçtiler. Nergis kıza Ayşe kadın bir bilezik aldı. Alış veriş bittikten sonra bir lokantaya giderek bir güzel karınlarını doyurdular. Nergis hayallerine kavuşmanın mutluluğu ve sevincini belli etmeden ağırbaşlı davranıyor. Mustafa ve Ayşe kadına karşı oldukça saygılı davranıyordu. Kasabada alış veriş bitince aynı araba ile köye döndüler. Hemen eşe dosta haber salınarak akşam söz kesileceği eşe dosta duyurtuldu. Söz aile arasında kesilecek olsa da münasip olan eş dost hısım akraba çağrılacaktı. Kasabadan gelinir gelinmez akşam için hazırlıklara başlandı. Duyan konum komşu yardıma gelerek Ayşe kadını yalnız bırakmadılar. Söz kesme işi kız evinde yapılacaktı. Nergis hayatında bu kadar sevinç ve mutluluğu ilk kez yaşıyordu. Melek hanım hısım akrabaya haber vererek onları kızları ile Murat’ın söz kesme işi için evlerine davet etti. O akşam Nergis yeni alınan elbisesi içinde bir kuğu gibi süzülüyordu. Gelen davetliler Nergis’in güzelliği karşısında şaşkınlıklarını gizliyemiyordu. Yenildi içildi eğlence geç vakte kadar sürdü. Eğlence ve kutlamalar arasında söz yüzükleri ailenin büyükleri tarafından takıldı. Merasim bitince konuklar evlerine dağıldı. Mustafa ve eşi de yorgun fakat mutlu bir şekilde evlerine geldiler. Bazı mutluluklar vardır insan hiç bitmesin ister. Nergis de bu günün mutluluğu hep bu şekilde sürüp gitsin istiyordu. Yorgun argın yatağa girmişti. Fakat tüm yorgunluğuna rağmen bir türlü gözleri kapanmıyor uykusu bir türlü gelmiyordu. En sonunda muradına ermiş hayallerine kavuşmak için ilk adımı atmıştı. Masalımsı bir gece yaşayan Murat’ın mutluluğu da görülmeye değerdi. Bir türlü uyku tutmuyor yatakta bir sağa bir sola dönüp duruyordu. uykusuz bir şekilde gece böyle sürüp gitti. Sabaha karşı traktör sesleri ve at arabalarının tiz sesleri sabahın olduğunu haber veriyordu. Çabucak kalkılıp kahvaltı yapıldı at arabası koşularak tütün tarlasının yolu tutuldu. Sabah ezanı henüz olmamıştı. Gözleri tütün yapraklarını ilk başlarda zar zor seçiyordu. Sonra gözleri alıştı. Karanlığa çiğ damlası düşen tütün yaprakları sert ve soğuktu. Bu yüzden kolayca kopmuyordu. Tütün küfesinin dibi tütün demetleri ile dolanıp yükseliyordu. Vakit ilerledikçe etraf aydınlanıyor. Açılan radyodan istek türküleri çalıyordu. Tütün küfelerinden biri doldurulup tepeleme yığılmıştı. Aile tütün kırma işine o kadar dalmıştı ki kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Sadece tütün kırıyorlar ve çalan radyodaki istek türkülerini dinliyorlardı. Birkaç gündür Murat ile Nergis’in sözlenme işi ile uğraştıkları için tütün kırma işi aksamıştı. Birkaç günde tütünlerin yaprakları iyice olgunlaşmış hatta geçmeye başlamıştı. Öğle saatlerine doğru bütün tütün küfeleri doldurulup tepeleme yığılmış at arabasına yüklenmişti. Eve gelir gelmez Ayşe kadının hazırlamış olduğu sofraya oturulup bir güzel karınlarını doyurdular. Yemekten sonra Ayşe kadın kızı Meryem’i de yanına alarak dünürlerini ziyarete gitti. Ayşe kadın gelir gelmez Nergis ellerini öptü. Ayşe kadını dünürleri sevgi ve muhabbet ile karşıladılar. Meryem Nergis’in yanından hiç ayrılmıyordu. Yengesini çok sevmişti. Mutlu günlerin vermiş olduğu sevinç ile aileye büyük bir gayret gelmiş herkes daha fazla çalışarak tütünleri kırma işini bitirmeye yaklaşmıştı. Okullar neredeyse açılacaktı. Sonbahar rüzgarları esmeye başlamış ağaçlardan dökülen yapraklar ağaçların diplerinde kalın bir tabaka oluşturmuştu. Nergis tütünden kalan zamanlarda çeyizi için hazırlık yapıyordu. Murat’ın okulu biter bitmez hemen düğün yapılacak gençler evlenecekti. Aile büyükleri böyle kararlaştırmışlardı. Bu arada ülkede terör ve siyasi istikrarsızlık had safhaya ulaşmış hükümet siyasi olayları önlemek için ülkenin birçok yerinde sıkıyönetim uygulamak zorunda kalmıştı. Bu arada görev süresi dolan cumhurbaşkanının yerine yenisi seçilememiş mecliste bulunan partiler cumhurbaşkanlığı için bir türlü uzlaşamıyordu. Bu arada Kahramanmaraş ve ordu Fatsa’da çıkan olaylarda birçok insan ya hayatını kaybetmiş ya da yaralanmıştı. Ülkede bıçak kemiğe dayanmış ülke her türlü müdahaleye açık bir hale gelmişti. Eylül ayının ilk haftalarında radyo ordunun yönetime el koyduğu haberleri duyuldu. Ordu sıkıyönetim ilan etmiş sokağa çıkma yasağı uyguluyordu. Ordunun yönetime el koyması ile terör olayları bitmiş siyasi parti liderleri Zincirbozan denilen yerde gözetim altında tutuluyordu. Bu arada yönetime el koyan ordu terör olaylarına karışan kişileri yakalamak için ülke çapında aramalar yapıyor. Şüpheli gördükleri kişileri gözetim altına arıyordu. Murat okulun yurduna yerleşmiş arkadaşları ile birlikte okuluna gelip gidiyordu. Hayırlısı ile okulu bu yıl bitecek okul biter bitmez sözlüsü Nergis ile birlikte mutluluğa ilk adımı atıp evlenecekti. Hele öğretmen olarak atanınca yurdun her hangi bir köşesinde bir okulda görev yapacak vatanına milletine bağlı nesiller yetiştirecekti. onun için yer önemli değildi. Türk bayrağı nerede dalgalanıyorsa orada görev yapabilirdi. Bir köy okulu hayal etti. Küçük bir köy okulu geniş bahçeli, Bahçe içinde beyaz badanalı lojmanı. Güzel  bakımlı bir okul bahçesinde minik minik öğrenciler oyunlar oynuyor bayrak direğinde ay yıldızlı Türk bayrağı dalgalanıyor. Okulun bahçesinde renk renk çiçekler açmış lojmanda hanımı Nergis dalıp gitti ucu başı olmayan tatlı düşlere. Ülke de olduğu gibi okulun bulunduğu ilçede de sıkıyönetim ilan edilmiş bu yüzden öğrenciler tedirgin bir şekilde sokağa çıkamıyorlardı. Akşam yemeğinden sonra etüt salonunda kitap okuyan Murat biraz sonra olacaklardan habersiz okuduğu kitaba dalmıştı. Bir anda etüt salonuna bir takım adamlar yanlarında okul müdürü olduğu halde girdi. Kimse kıpırdamasın komutu ile salonda bulunanların üstlerini başlarını aramaya başladılar. Yanlarında ellerinde silahları olduğu halde askerler vardı. Adamlar her yeri her şeyi didik didik ediyorlardı. Yatakların altına dolaplara her yer didik didik aranıyordu. Bu arada Murat’ın dolabına bakan adamlar dolapta kitaplar buldular. Dolabı Murat ve üç arkadaşı kullanıyordu. Adamlardan biri bu dolabı kimler kullanıyor bu kitaplar kimin diye sordu. Murat ve arkadaşları dolabı biz kullanıyoruz diyebildi. Ama kitapların sahibi ortada yoktu. Adamlar bu kitaplar kimin diye tekrar tekrar sordular kimseden ses çıkmadı. En sonunda dolabı kullananlar ayrılsınlar diyerek ayrılan öğrencileri Murat ile birlikte alıp gittiler. Onları önce karakola götürüp ifadelerini aldılar sonrada karakolun mahkumlar için ayrılan odaya koydular. Murat diğer arkadaşları gibi oldukça şaşkındı. Burası geniş ve yüksek bir adaydı. Ortada geniş bir direkten başka bir şey yoktu. Odanın içinde birçok insan sebebini bilmediği bir neden ile buraya getirilmiş tutuklanmıştı. Bazıları yerlere oturmuş bazıları odanın içindeki kalın direğe dayanmış umutsuzca bekliyordu. Elektrik lambasının aydınlattığı oda karakolun bodrum katındaydı. Dışarısını gören hiç penceresi yoktu. Elektrik lambası hep açık odayı aydınlatıyordu burada artık ne gece nede gündüz yoktu. Gün mefhumu kaybolmuş aynı odada aynı aydınlık içinde dışarda gece mi gündüz mü kimse bilmiyordu. Murat yaşamış olduğu olayları anlamaya çalışıyordu. Bir anda geçmişini hatırlamaya çalıştı. Nergis ile nişanlanmış hayatının en mutlu olayını yaşamıştı. Sonra okuluna dönmüş okulun son senesi idi bu sene sonunda okuldan mezun olacak okulunu bitirip öğretmen olacaktı. Bu arada ailesi ona nergis ile bir düğün yapacak sevdiği ile birlikte yurdun herhangi bir yerinde bir köy okulunda öğretmen olarak göreve başlayacak mini mini öğrencilerine bilgiler öğretecekti. Bu düşünceler içinde ne kadar zaman geçti bilinmez adının çağrıldığını duydu. Gelen görevli kapıyı açtı ve kendisi ile birlikte gelmesini söyledi. Murat umutlanmıştı belki suçsuz olduğu anlaşılmış serbest bırakacaklardı. Zaten suçsuzdu. O kitaplar onun değildi. O dolapta o kitapları hiç görmemişti. Görevli önde o arkasında bir odaya kadar geldiler. O da kapısını tıklatan görevli gel sesinden sonra kapıyı açıp bir asker selamı vererek içeriye girdi. Ardından Murat da girdi. Orta yaşlardaki pos bıyıklı adam otur evlat diyerek Murat’a bir sandalyeyi gösterdi. Murat tedirgin bir şekilde gösterilen yere oturdu. Görevli uzun uzun Murat’ı süzdükten sonra o kitaplar senin miydi diye sordu. Murat hayır benim değildi diye cevap verdi. Görevli o zaman kimin diye sordu. Murat bilmiyorum daha önce o kitapları hiç görmedim dediyse de görevli polisi bir türlü inandıramadı. Polis uzun süren sorgudan bıkmış bir halde odada onu bir başına bırakıp çıktı. Bir başına kalan Murat olayları anlamaya çalışıyordu. Dolaptan çıkan kitapları daha önce hiç görmemişti. Dolaba o kitapları kim koymuştu. O kitaplarda suç olacak ne vardı. Saatler sonra bir polis gelip onu tekrar geldiği yere götürüp bıraktı. Okul arkadaşları da olanlara bir türlü anlam veremiyor. Bundan sonrasını kimse kestiremiyordu. Köyde bir bakkal vardı. Köyün ihtiyaçlarını karşılar paralı parasız herkesin işini görürdü. Veresiye defteri ağzına kadar alacak doluydu. Çoğu tütün veresiye diye yazdırıyordu. Hoş kimsenin kimsede alacağı kalmıyordu. Köy bakkalı devamlı açık olduğu için köydeki telefon santrali de bakkalın bir köşesine bir masa üstüne kurulmuştu. Güleç yüzlü tıknaz kısa boylu bakkal hoş sohbet biriydi. Santrale gelen telefonları haber vermek için köyün bir başından bir başına koşar adım gider haber verirdi. O gün akşamüstüne doğru telefonun zili acı acı çaldı. Telefonun öteki ucundaki ses Murat’ın babasını istiyordu. Bakkal vakit kaybetmeden koşar adım Mustafa’nın evinin yolunu tuttu. Mustafa güz güneşinde ızgarada buruşan tütün yapraklarını kargıları ile birlikte düzlenmiş olan toprak sergiye sermek ile meşgul oluyordu. telaşlı bir şekilde bakkalın gelişinden bir şeylerin olduğunu sezinledi. Hayırdır inşallah deyip iç geçirdi. Bakkal size telefon var Mustafa deyip geldiği gibi bakkalın yolunu tuttu. Mustafa yapmakta olduğu işi olduğu gibi bırakıp bakkalın ardından koşar adım yürümeye başladı. Soluk soluğa bakkala gelen Mustafa telefon avizesini alıp kulağına götürdü. Tedirgin bir şekilde alo dedi. Karşıdaki ses de alo diyerek kendini tanıttı. Ben okul müdür yardımcısı Osman oğlunuzu polis alıp götürdü. İnsaniyet namına haber vereyim dedi. Mustafa elinde telefon avizesi donup kaldı, ne diyeceğini ne yapacağını şaşırmış bir halde orada bulunan bir sandalyenin üstünde yığılıp kaldı. Nice sonra bakkalın yardımı ile kendine gelip evinin yolunu tuttu. Eve gelen beyinin hareketlerinden bir şeylerin olduğunu anlayan Ayşe kadın hayırdır bey dedi. Mustafa hayır mı şer mi bilmiyorum Murat’ı polisler götürmüş benim hemen gitmem gerekiyor deyip üstünü başını değiştirdi. Vakit kaybetmeden bir arabaya binip tren istasyonunun yolunu tuttu. Endişeli bekleyişin sonunda dumanlar çıkararak gelen tren istasyonda durdu. Diğer yolcular ile birlikte Mustafa da trene binip trenin hareket etmesini beklemeye başladı. Ne olmuştu Murat ne yapmıştı da polisler onu alıp götürmüştü. Murat kimsenin işine karışmaz dersinden başka okuldan başka bir şeyle ilgilenmezdi. Tren istasyona vardığında çoktan gece olmuştu. İstasyonun parlak ışıkları meydanı alabildiğince aydınlatıyordu. Ağır adımlarla tenden indi. İstasyonda ellerinde silahları ile askerler nöbet tutuyordu. Sıkıyönetim olduğu için her köşe başında bir asker bekliyordu. O gece kalmak için hemen kendine bir otel buldu. Gösterilen odaya çıkıp yatağa uzandı. Aklında cevabını bilmediği birçok soru ile düşünmeye başladı. Ne olmuştu, neden Murat’ı polisler alıp gitmiş karakola götürmüşlerdi. Oğlu ne suç işlemişti. Bu güne kadar kendisi karakolun kapısından içeri bile girmemişti. Pencerenin perdesinin arasından ay ışığı sızıyor odanın içini giriyordu. Oda içindeki koyu gölgeler odaya kasvetli bir havaya bürüyordu. Gözlerine bir türlü uyku girmiyor yatağın içinde dönüp duruyordu. ya Murat suçlu bulunursa ya yıllarca hapis yatmak zorunda kalırsa ne yapardı biricik oğulları oysa onu okusun öğretmen olsun diye buraya göndermişlerdi. O da okuyordu. Dersleri gayet başarılı hiç sınıfta kalmamıştı. Bu yıl son yılıydı. Bu yılın sonunda okulu bitecek öğretmen olacaktı. Ondan sonra ona güzel bir düğün yapıp Nergis ile evlendireceklerdi. Nergis olanları duysa ne derdi. Nasıl söylerdi, Nergis’e dünürlerine Murat’ı karakola götürmüşler diye. Uzun ve endişeli ve yarı uykusuz gecenin bitmek üzere olduğunu yakınlarda öten bir horoz sesi haber verdi. Endişeli ve yorucu uzun bir gün onu bekliyordu. Duvar kağıtlarının yer yer dökülüp yırtıldığı otelin doğuya bakan penceresinin perdelerinin arasından hafif bir ışık hüzmesi süzülüyordu. Şafak sökmek üzereydi. Endişeli uykusuz ve korku dolu saatler bir türlü geçmek bilmiyordu. Her biri suçunun ne olduğunu dahi bilmeyen bir sürü insan kümesi endişeli ve sonu olmayan bir beklemenin içinde saati zamanı bilmeden bekliyorlardı. Her biri ülkenin çeşitli yerlerinden gelmiş okumak için okuyup öğretmen olmak için gelmiş ailelerin gözbebekleri idiler. Hayatlarında karakolun önünden geçmeyen bu gençler bu gün burada bir suçlu olarak bulunuyorlardı. Sabah saat yedi gibi yatağından kalkan Mustafa çabucak giyinip elini yüzünü yıkadı. Otelin resepsiyonuna kaldığı odanın anahtarlarını bırakıp dışarıya çıktı. Açık olan küçük bir lokantaya giderek sabah çorbasını içti. Önce okula gidip okul idaresinden bilgi alacaktı. Yol üzerinde bulunan genellikle ihtiyarların veya orta yaşlıların sabah namazından sonra gelip çay içtikleri bir kahveye gidip kendine bir çay söyledi. Orta yaşlı tıknaz kahveci çayını getirip verdi. Sessiz sessiz çayını karıştırıp içmeye başladı. Sabah işe gitmek için bekleyen işçiler sobanın başında sohbet ediyorlardı. Sabah namazından çıkan birkaç ihtiyar bir masanın etrafında çaylarını yudumluyordu. Meraklı gözlerle etrafı süzüyordu. Duvarlarda İstanbul’un üç büyük futbol takımının posterleri vardı. Saat sekize doğru kahveden çıktı. Doğruca okula gitti. Okulda henüz ders başlamamıştı.  Doğruca okul müdürünün bulunduğu odaya gitti. Okul müdürü henüz gelmemişti. Diğer odaya geçerek müdür yardımcısının odasına kapıyı çalarak girdi. Müdür yardımcısına Murat’ın babası olduğunu söyleyince müdür yardımcısı çok üzgün olduğunu söyleyerek bir akşam okulun yurdunu polisler bastı. Sanırım Murat’ın da kullandığı bir dolapta okunması yasak olan kitaplar bulunmuş bunun üzerine polisler dolabı kullanan her kesi alıp götürmüşler. Benim bildiklerim bu kadar dedi. Bunun üzerine izin isteyen Mustafa polis karakolunun yolunu tuttu. Kapıda elinde silah ile nöbet tutan polise durumu anlattı. Polis biraz bekle deyip karakoldan içeriye girdi. Az sonra dışarı çıkarak Mustafa’ya kendisi ile birlikte gelmesini söyledi. Mustafa söyleneni yaparak polisin ardından karakoldan içeriye girdi. Polis bir kapının önünde durdu kapıyı çaldı. İçerden tok bir ses gir diye seslendi. Polis kapıyı açıp amirim. Bahsettiğim öğrenci velisi geldi. Sizin ile görüşmek ister deyince omuzlarında yaldızlı apoletleri olan orta yaşlı gür bıyıklı komiser oturması için kendisine yer gösterdi. Utana sıkıla gösterilen yere oturan Mustafa meraklı gözlerle komiserin yüzüne baktı. Komiser yurtta yapılan bir aramada oğlunuzun da kullandığı bir dolapta yasaklı yayın bulundu. Onun soruşturması için oğlunuzu göz altına aldık soruşturma devam ediyor dedi. Mustafa oğlumu görebilir miyim dedi. Komiser sıkıyönetim var göremezsiniz dedi. Mustafa umutsuz bir şekilde odadan çıkarak tren istasyonun yolunu tuttu. Yapacak bir şey yoktu. Soruşturmanın bitmesi oğlunun suçsuzluğunun ortaya çıkması gerekiyordu. Dalgın ve düşünceli bir şekilde yürüyordu. Ne zaman istasyona vardı ne zaman tren gelip trene bindi farkına bile varmadan bir saat kadar sonra tren kasabanın istasyonunda durdu. Köye vardığı zaman yolda görenler kendisine geçmiş olsun dileğinde bulunuyorlardı. Kötü haber tez ulaşır dedikleri gibi Murat’ın başına gelenler hemen duyulmuştu. Kötü haberi alan Nergis adeta yıkılmış kendi içine kapanmış kimseyle konuşmaz olmuştu. Ayşe kadın kocası gelince çeşitli sorular sorarak kocasından oğlu hakkında bilgi almaya çalışmış fakat kocasının umutsuz haliyle o da üzüntüden yıkılmıştı. Beklemekten başka çare yoktu. Soruşturma bitinceye Murat mahkeme oluncaya kadar bekleyeceklerdi. Soğuk beton duvarlar arasında çaresizlikten ve endişeden bir karış sakalları uzamış öğrenciler endişeli bir şekilde soruşturmanın bitmesini bekliyorlardı. Her gün birkaç öğrenciyi alıp götürüyorlar saatler süren sorgu yapıyorlardı. Kimse akıbetleri hakkında bir şey bilmiyor endişeli bir şekilde bekliyorlardı. Sıra murat ve arkadaşlarına gelmişlerdi. Onları yine karanlık bir adaya aldılar. Işıkları yakınca soğuk yüzlü gözlüklü bir adam onlara çeşitli sorular sorarak onlardan bilgi almaya çalıştı. Ama kimse kitaplar hakkında bir şey söylemiyor kitapları o dolaba kimin koyduğu bir türlü ortaya çıkmıyordu. Görevli demir parmaklıklı kapıyı açtı ve Murat ve arkadaşları içeri girdikten sonra tekrar kapıyı kilitleyip gitti. Günlerden sonra dışarı çıkıp güneşe bakan Murat’ın gözleri karanlıkta sulanmıştı. Bir köşeye çekilip için için düşünmeye başladı. Yorgun ve perişan haliyle babası geldi gözlerinin önüne. Babasının perişan hali iyice dokundu için için ağlamaya başladı. Bu olanları yaşamak için ne yapmıştı.  Dolabı diğer arkadaşları ile birlikte kullanıyorlardı. Dolapta bulunan kitapları ilk kez polislerin elinde görmüştü. Ondan sonra olanlar olmuş bir anda kendini parmaklıklar arasında bulmuştu. Oysa ne hayalleri vardı. Öğretmen olacaktı. Öğretmen olduktan sonra sözlüsü ile güzel bir düğün yapılacak onunla evlenip mutlu mesut yaşayacaktı. Anne ve babası onunla gurur duyacaktı. Ah annesi ne haldeydi. Babasını görmüştü uzaktan da olsa ya annesi o ne haldeydi. Ya sözlüsü Nergis o ne yapıyordu. Hiç sönmeyen odanın ışığı penceresi olmayan bir odada yüzlerce kişi akıbetlerini bilmeden kaderlerine terk edilmiş bir şekilde bekliyorlardı. Hatice kadın endişeli bir şekilde kocasının gelmesini bekliyordu. Kocası oğlunu kurtarabilecek miydi. Avukat İsmail köylerinin çocuğu idi büyük okullarda okumuş iyi bir avukat olmuştu. Oğlunu kurtarırsa o kurtarabilirdi. Nihayet yorgun ve üzgün bir şekilde eve gelen kocasının halini görünce tüm umutları son buldu. Karakolun alt katında bulunan tutuklu odası günlerdir yıkanmayan insanların bıraktığı kir ve ter kokusu ile ağır ve çekilmez bir hal almıştı. Tutuklular sadece tuvalet ihtiyaçlarını ve su ve yemek ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı. Günlerdir bu ağır ve pis kokulu odada yaşayan insanlar kimliklerini ve kişiliklerini yitirmeye başlamışlardı. Sorgu sırası Murat ile aynı dolabı kullanan Kerem’e gelince Kerem tutukevinin merdivenlerinden çıkarken düşündü. Fakir ailesi onu okutmak için ne çilelere göğüs germişti. Buradan mutlaka çıkmalıydı. Hayattaki tek hayali öğretmen olmak güzel ve temiz elbiseler giymek iyi bir yaşam sürmekti. Bir yıl sonra öğretmen olacaktı. Öğretmen olup güzel bir kız ile evlenmek mutlu ve mesut yaşamak istiyordu. Dolabı kullanan arkadaşlarının içinde Murat’ı hep kıskanırdı. Derslerinde hep başarılı olan Murat’a karşı içinde tarifsiz bir kıskançlık vardı. Bu olaydan kurtulabilmek için suçu birinin üstüne atması gerekiyordu. Onun için Murat diyecekti. Bu kitaplar Murat’ın o hep kitap okur. Deyip kendini kurtaracaktı. Asık suratlı sivil giyimli polisin karşısına gelince efendim bu kitaplar arkadaşımız Murat’ın dedi. Çünkü murat devamlı kitap okur diye devam etti. Kerem’in bu sözlerini kağıda not eden sivil giyimli polis tekrar onu tutuklu odasına gönderdi. Sorgu sırası Ali’ye gelmişti. Ali merdivenleri çıkarken ne diyeceğini düşündü. Aklına okulda için için sevdiği kız geldi. Kız ona hiç yüz vermiyordu. Hep Murat’a ilgi gösteriyor hep onunla ilgileniyordu. Ali bu duruma çok bozuluyor fakat belli etmiyordu. Bu durumu fırsata çevirebilirdi. Şayet Murat içerde kalır kendisi kurtulursa belki sevdiği kız onunla evlenebilirdi. Bir anda beyaz badanalı güzel bir okul bahçede öğrenciler oyun oynuyorlar yanında sevdiği kadın ve çocukları hayal etmesi bile güzel diye geçirdi içinden Evet dolaptaki kitaplar Murat’ın diyecek belki kendi kurtulacak hem de Murat’tan intikam almış olacaktı. Sivil polisin odasına girince kararlı bir şekilde oturdu. Görevli delikanlı dolaptaki kitaplar senin miydi diye sordu. Hayır benim değildi. O kitaplar arkadaşım Murat’ın dedi. Görevli duyacağı kadarını duymuştu. Daha fazla soru sormadan Ali’yi geldiği yere geri gönderdi..

 . Günler süren endişeli bekleyişten sonra  bir sabah polislerin eşliğinde elleri kelepçeli olarak onları ilçenin mahkeme salonuna götürdüler. Karşılarında hakim duvarda adalet mülkün temelidir yazısı. Köyde okuyup hukuk fakültesini bitirip avukat olan İsmail sabahleyin erkenden bürosuna geldi. Kapıda saatlerdir bekleyen Mustafa bitkin ve yorgundu. Hemen İsmail’in iki eline sarılarak öpmeye kalktı. İsmail öpmesine izin vermeden ellerini sıktı.

--Oğlumu kurtarırsan ancak sen kurtarırsın yalvarırım oğlumu kurtar iste sana canımı vereyim dedi. Avukat elindeki anahtar ile büronun kapısını açtı. Kapıyı açarken

--hayırdır hayır olsun elimizden ne gelirse yaparız hele bir otur bir çay içelim elimizden bir şey gelirse dedi. Mustafa gösterilen yere oturup olanları heyecan içinde anlattı. Avukat ellerini saçlarına götürerek saçlarını düzeltti. Biraz duraksadıktan sonra ben hele bir dosyayı inceleyeyim elimden bir şey gelir mi bilmem şu an sıkıyönetim var sıkıyönetimde pek bir şey yapılamaz ama yine de bir dosyaya bakmak lazım dedi. Avukatın söylediği çayı için Mustafa bürodan çıktı. Umutsuz ve yorgun bir şekilde kasabanın sokaklarının arasında kaybolup gitti. Mahkeme salonunda hakim karşısına gelen Murat’a oğlum bu kitap senin mi diye sordu. Murat diğer arkadaşları gibi kitabın kendisinin olmadığını sadece kitabın bulunduğu dolabı arkadaşları ile birlikte kullandıklarını söyledi. Hakim delillerin araştırılması için mahkemeyi ileri bir tarihe erteledi. Mustafa umutsuz bir şekilde mahkeme salonunun önünde beklerken iki jandarmanın arasında Murat’ı görünce gözyaşlarını tutamadı. O yaşlı adam bir duvar dibine çöküp kaldı. Murat babasını o halde görünce üzüntüden ne yapacağını bilmez bir şekilde jandarmaların arasında uzaklaşıp gitti. Serde erkeklik olmasa hüngür hüngür ağlayacaktı. Babasına bunları yaşattığı için hoş hiçbir suçu yoktu. O dolaba o kitapları o koymamıştı. Hatta kitapları daha önce hiç görmemişti. Uzun bir zaman sonra çöktüğü duvarın dibinde kendine gelen Mustafa cebinden çıkardığı mendil ile gözyaşlarını kurulayıp köylülerin oturduğu bir kahveye gidip kendine bir çay söyledi. Akşamüstü jandarmaların arasında karakolun nezaratanesine getirilen murat ve arkadaşları merdivenleri nöbetçi erler eşliğinde merdivenleri inerek diğer tutuklularla kaldıkları yere getirildi. Birkaç gün daha bu pis kokulu odada kaldıktan sonra erkenden demir kapılar açıldı. Tutuklular sıra ile merdivenlerden çıkarılarak bir arabaya bindirildiler. Her yanı demir arabanın sadece küçük bir camı vardı. Araba hareket etti. Arabanın içinden dışarısı hiç görünmüyordu. Araba içindeki lambalar sanki geceymiş gibi yanıyordu. Zaman zaman araba duruyor bazı tutuklular isimleri okunarak arabadan indiriliyordu. Nihayet Murat’ın ismi okununca jandarmalar eşliğinde arabadan indirildi. Ve bir kapıdan geçilerek bir odaya götürüldü. Burada berber tarafından saçları kesildi. Eline sayılar olan bir künye verilerek resim çekildi. Daha sonra geçmiş olsun diyerek demir kapıların ardındaki cezaevine konuldu. Ceza evinde daha önce hiç görmediği bir takım insanlar vardı. Duvarları kap kara islerle kaplı ceza evinde solgun sanatçı resimleri vardı. Gardiyanın gösterdiği bir yatağın üstüne oturdu. Koğuştakiler üzgün bir şekilde geçmiş olsun dileklerinde bulundular. Eline tutuşturdukları çayı şaşkın ve isteksiz bir şekilde yudumlarken etrafına şaşkın gözlerle bakıyordu. Hapishane koğuşunda on kadar tutuklu meraklı gözlerle kendisine bakıyordu. Oysa şaşkın ne olduğunu anlamaya çalışarak daha önce hiç görmediği hapishane koğuşuna alışmaya çalışıyordu. Üst ranzada kalan kalın gür bıyıklı esmer yüzlü babacan adam evlat takma kafanı her şey gelip geçer bu duvarlar neler gördü neler kimler geldi kimler geçti. Sırasını sağan elinde valizi çıkıp gitti. Sende sıranı sağarsın geldiğin gibi bir gün çıkıp gidersin dedi. Murat ben suçsuzum dedi o kitaplar benim değildi. Hatta o kitapları daha önce hiç görmemiştim. Karşı ranzada saçları düzgün taranmış yirmi baş yaşlarında ince uzun boylu bir genç adam oturuyordu. Duvarında eski bir saz asılıydı. Sazın kenarlarında ünlü türkücülerin resimleri vardı. Kambur belli zayıf ihtiyarın dişleri dökülmüş saçları seyrekleşmişti. Murat’a çayı o getirmişti. Yine getirdiği gibi çay boşunu alıp bir güzel bardağı yıkayıp yerine koydu. Koğuşun dışarıya bakan bir karış genişliğindeki pencereden dışarısının kararmaya başladığı belli oluyordu. Akşam olmak üzereydi. Uzun ve yorucu bir günün sonunda daha önce hiç görmediği hatta hayal bile etmediği bu yerde bundan sonra ne kadar zaman yaşayacağını bilmeden yaşayacaktı. Belki bundan sonraki ilk mahkemede belki birkaç ay sonra belkide…

Yorgunluk ve üzüntü çökmüştü üstüne yatağın bir kenarına kıvrılıp uzanıverdi kısacık bir uyku bile kısacık bir rüya görmesine yetti de arttı bile. Nergis bahçelerinin içinde çiçekler topluyor renk renk çeşit çeşit çiçeklerin içinden ona sarı renkli kasımpatı veriyordu. Koğuştaki akşam yemeği hareketliği uyanmasına sebep oldu. Gözlerini açtı. Gördüğü rüyaya sevinse mi üzülse mi bir karara varamadı. Rüyasında sözlüsü Nergis’i görmüştü o çok sevdiği güzelleler güzeli nergisi kendisine çiçek vermişti. Fakat büyüklerinden duymuştu. Sarı renk ayrılık derlerdi. Hayır olsun deyip mercimek çorbası ve ekmekten oluşan akşam yemeğini isteksiz bir şekilde yedi. Hiç hesapta yokken yolu hapishane koğuşuna düşmüş hayatı kararmış bütün hayalleri suya düşmüştü. Okulun son sınıfında okuyordu. Bu yıl okulu bitecek sonra öğretmen olarak atanacak Türk bayrağı altında görev yapıp minik minik öğrencileri geleceğe hazırlayacaktı. Sonra sözlüsü ile güzel bir düğün yapıp evlenecek çoluk çocuğa karışıp gidecekti. Bir anda her şey tersine dönmüş bütün hayalleri suya düşmüştü. Bu arada sazını eline alan esmer delikanlı tatlı bir ezgi çalmaya başladı ezgi ile birlikte bildik bir türkü çarşambayı sel aldı bir yar sevdim el aldı. Koğuşta ezgiyi mırıldananlar elleriyle ritim tutanlar ara sıra yaşa ozan var ol ozan diye haykıranlar. Murat hiçbir tepki veremiyordu. Nergis bu günlerde oldukça durgundu olanları duymuş ama bir türlü inanmak istemiyordu. O bildiği Murat öyle şeyler yapmazdı. O masum olmalıydı. İçinde bitmez tükenmez umut kırıntıları ile Murat’ın berat edeceğine suçsuz olduğunun er geç anlaşılacağına inanıyordu. Dalgın bir şekilde günlük işleri yapıyor akşamları da her genç kız gibi çeyizini hazırlıyordu. O yıl balya basılan tütünler tekel ve tüccarlar tarafından alınmış fakat ürün bu yıl pek para etmemişti. Ülkede uygulanan sıkıyönetim şehir merkezlerinde hala devam etmekteydi. Her gün siyasi nedenlerle birçok genç tutuklanıp hapishane koğuşuna kapatılmaktaydı. Bu arada sıkıyönetim mahkemeleri kurulmuş bu mahkemeler çabuk karar verip suçluların cezalarını açıklıyorlardı. Ayşe kadın yemeden içmeden kesilmiş neşesiz bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyordu. Oğlunun suçsuz olduğuna inanıyor eninde sonunda adalet tecelli edecek oğlumun suçsuzluğu ortaya çıkacak ve mahpus damından çıkacak diye umut taşıyordu. Kara kış gelip çatmış bir akşam inceden kar yağmaya başlamıştı. Gece boyu süren kar yağışı sabahleyin köyün sokaklarını kar yığınlarıyla doldurmuştu. Hapishanenin küçücük penceresinden karın yağdığı belli oluyordu. mahkumlar sabah yemeklerini yemişler keyif çaylarını yudumluyorlardı. Ozan sazını duvardan indirmiş tellerine dertli dertli dokunuyordu. Bir kar yağar inceden ince tozar elif elif diye…

Murat hapishane hayatına yavaş yavaş alışıyor arkadaşları ile kısa da olsa sohbetler ediyordu. Saz çalan esmer delikanlı sevdiği kızı babası vermeyince kaçırmaya kalkmış fakat kızı kaçırırken yakalanmış kızın ailesi kızı elinden almış. Kızın yaşı tutmadığı için mahkeme ona hapis cezası vermiş o da bütün derdini sazına söyleterek zamanı doldurmaya çalışıyordu. Koğuşta on kişi kadar insan kalıyor suçlu veya suçsuz cezalarını doldurmaya çalışıyorlardı. koğuşun penceresinden sızan parlak ışık vaktin öyleye doğru geldiğini bildiriyordu. Bir parça ekmek biraz kuru fasulyeden oluşan öğle yemeğini hep birlikte kurulan masada yediler. Yemeğin ardından içilen çaylar ve yanıl bir gurbet türküsü dertli dertli çalan saz. Karşı ranzada oturan tıknaz sessiz yaşlı adam namus belasına hapse düştüğünü anlatırdı. Eşi onu iş ortağı ile aldatmış o da bu durumu kaldıramamış ve çekmiş silahı hem eşini hem ortağını öldürmüştü. İçerde senelerdir yatmakta hemen hemen koğuşun en kıdemlisi olmaktadır. Diğer mahkumlar ona abi diye hitap ederler bir dediği iki edilmez sanki koğuşun ağasıdır. Murat’ta bu adama karşı oldukça saygılı davranmaktadır. Çolak dedikleri baş parmağı kesik adam cep hırsızlığından düşmüştü mahpus damına daha önce birkaç kez girip çıkmış olmasından mahpus damına alışıktı. Kirli sarı saçları devamlı sigara içtiğinden seyrek dişleri ile hiçbir şeye aldırmaz günü yaşamaya bakardı. Doktor dedikleri seyrek saçlı gözlüklü göbekli adam bir sağlık çalışanı iken ölümcül bir kazaya karışmış ve ceza almış cezasını doldurmaktaydı. Sağlıkla ilgili bir sorun oldu mu ona sorarlar o da bildiği kadarıyla yol gösterip tavsiyelerde bulunurdu. Onun için her kes koğuşta ona doktor diye hitap ederdi. Kara kış köyün üstüne kar olarak yağıp çökmüştü. Nergis hayırlı bir haber bekleyerek çeyizini hazırlamaktaydı. O biliyordu. Murat suçsuzdu bu durum er geç ortaya çıkıp açıklanacak Murat da gelip öğretmen olacak aileleri onlara güzel bir düğün yapıp evlendirecekti. Murat suçlu olmazdı o temiz insan o iyi insan öyle kötü bir şey yapmazdı. Murat’ın mahkeme dosyasını inceleyen İsmail tanıkların ifadelerini okuyunca umutsuzluğa kapıldı. Her iki tanıkta Murat’ı suçluyor kitapların Murat’ın olduğunu söylüyordu. Bu durumun aksini ispatlamak mümkün görünmüyordu. Babası her fırsatta avukatın bürosuna gelip bir hayırlı haber var mı diye soruyordu. Avukat İsmail çaresiz adama dilinin döndüğü kadar durumu anlatmaya çalışıyor. Ama pek umut veremiyordu. Yeni bir mahkeme günü Murat’ı koğuştan aldılar. O gün temiz elbiselerini giydi tıraşını oldu. Biliyordu mahkemeye anne ve babası da gelecekti. Onlara karşı sağlıklı ve moralli görünmeliydi. Başı dikti. Suçu yoktu. O kitapları daha önce hiç görmemişti. Koğuş arkadaşları inşallah tahliye diye yolcu etmişlerdi. Her yeri kapalı cezaevi aracına jandarmalar arasında bindi. Araca diğer mahkumlarda binince araç hareket etti. Adliyeye varınca araba durdu. Diğer mahkumlar ile birlikte arabadan indiler. Jandarmaların arasında adliye koridorlarından geçerken anne ve babası ile göz göze geldi. Annesi oğlum ben seni bu hallerde mi de görecektim diyerek hem ağlıyor hem de dizlerini döğüyordu. Babası metin olmaya çalışıyor fakat ne kadar saklasa da gözlerindeki yaşı yüreği için için ağlıyordu. İki jandarmanın arasında bir banka oturdu. Annesi yanına gelmek istedi fakat jandarmalar buna izin vermediler. O da karşıdaki bir banka oturup için için ağlamasına devam etti. Aslında o da onlar kadar üzgün ve perişandı. İçin için ağlıyor fakat belli etmiyordu. Oysa o kadar doluydu ki dokunsalar ağlayacaktı. Mübaşirin kalın sesi onların isimlerini çağırınca mahkeme salonundan içeri girdiler. Karşılarında siyah cüppeli bir hakim kenarda bir savcı. Savcı yüksek sesle iddanameyi okumamaya başladı. İddanamede şahitlerin ifadesinde olduğu gibi sanığın suçu sabit olup Türk ceza kanunun ilgili maddesince on beş yıl hapis talebiyle yargılanması uygundur diye bitirdi. Murat şaşırmıştı. Şahitler kimdi. Niye kendisini suçlamışlardı. Halbuki dolabı üç arkadaş birlikte kullanıyorlardı. O kitapları daha önce hiç görmemişti. O kitapları dolaba kim koymuştu. Ve şahitler dediği dolabı birlikte kullandığı okul arkadaşları idi. Niye onu suçlamışlardı. Kafasında cevabını bulamadığı bir çok sorular. Hakim mahkemeyi birkaç ay ileriye karar için erteledi. Mahkeme salonundan çıktığı zaman Murat’ın benzi kül gibiydi. Bu durumu gören anne ve babası işlerin kötüye gittiğini anlamıştı. Annesi bir kenara çömelmiş ağlamasını sürdürürken babası da ona teselli vermeye çalışıyordu. Murat başı önde jandarmaların arasında cezaevi arabasına bindi. Arabanın küçük penceresinden ağlayan annesini görebiliyordu. Diğer mahkumların gelip arabaya binmesi ile cezaevi arabası hareket etti. Mahkumların ikisi çok sevinçliydi. Mahkemelerinden tahliye çıkmıştı. Bir iki güne hapisten çıkıp kurtulacaklardı. Sevinçlerinden ne yapacaklarını bilmez bir halde keyif sigaralarını içiyorlardı. Murat başı yerde olanları anlamaya çalışıyordu. Arkadaşları suçu onun üzerine atmışlar belki kendileri kurtulmuşlardı. Rabbim neylerse güzel eyler hayır olsun deyip içini çekti. Hayat buydu insanın başına nerede ne geleceği belli olmuyordu. En yakın arkadaşı bildiği kişiler kendisini satmış suçu onun üzerine atıp kendileri kurtulmuştu. Cezaevi arabası cezaevinin bahçesine gelince diğer mahkumlarla birlikte arabadan inip gardiyan eşliğinde koğuşun yolunu tuttu. Koğuş arkadaşları suratındaki ifadeden işlerin iyi gitmediğini anlamışlardı. Soru bile sormadılar o da yatağının üzerine uzanıp gözlerini yumdu. Düşünmeye başladı. Nereden nereye yıllarca dirsek çürütüp öğretmen okulunda oku tam okulun son sınıfına gel sevdiğin kız ile sözlen her şey tos pembe güzel bir rüya iken okul bitecek öğretmen olup sevdiği kız ile evlenecek iken bir anda bir kabus kötü bir rüya keşke bu yaşananlar bir rüya olabilse bu yaşananların bir rüya olmasını o kadar ister diki keşke diye bir iç geçirdi. Dalıp gitti. Pembe beyaz tütün çiçekleriyle bezenmiş bir tütün tarlasında buldu kendini annesi babası kardeşi ve sözlüsü hep birlikte tütün kırıyorlardı. Radyodan aşık Veysel’in bir türküsü çalıyor. Uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece bilmiyorum ne haldeyim gidiyorum gündüz gece gündüz gece gözlerini aralayıp baktı. Gerçekten aynı türkü çalıyordu. Fakat türküyü söyleyen koğuş arkadaşı esmer delikanlı idi. Koğuşun dışarıya bakan küçük penceresi akşamın olmakta olduğu hissini uyandırıyordu. Görevlilerin getirmiş olduğu akşam yemeği yenildi. Akşam çayından sonra herkes köşesine çekilip kaderi ile baş başa kaldı. Mahkeme bittikten sonra oğlunu jandarmalar arasında gören Ayşe kadın uzun süre kendine gelemedi ağladı ağladı. Hoş Mustafa da ondan farklı değildi. Erkek olmanın ağırlığı ile tüm acısını içine akıtıp kendini toparladı eşine teselli vererek kaldırıp köyün yolunu tuttular. Akşam eve gelince üzüntüden ve yorgunluktan yemek yiyecek bile halleri yoktu. İşin kötü tarafı köylülerde mahkeme sonucunu merak ediyorlardı. Eve gelen köylülere durumu hal üzere açıklamaya çalıştılar. Görünen o ki umut kalmamıştı. Oğulları Murat uzun süre daha hapis yatacaktı. Olayı duyan Nergis’in ailesi kızlarının Murat ile olan sözü bozmaya karar verdi. Dünür gelen aracıya söz için kıza verilen giysi ve emanetleri geri göndererek sözü bozduğunu bildirdi. Mustafa ve eşinin üzüntüsü bir kat daha artmıştı. Murat’a bu durumu nasıl söyleyeceklerdi. Her şeyde bir hayır vardır deyip olayı kabullenmekten başka bir çare yoktu. Nergis Murat ile aralarındaki sözün bozulmasına o kadar üzülmüştü ki halini anlatmaya kelimeler yetmezdi. O güzel alımlı kız gitmiş yerine asık suratlı küskün bir insan gelmişti. Ona kalsa Murat’ı bir ömür boyu beklerdi. Biliyordu o suçsuzdu. Er geç suçsuzluğu anlaşılacak o da çıkıp gelecekti. Keşke anne ve babasını ikna edebilseydi de bu söz bozulmasaydı. Bir masal gibi bir aşk yaşamışlardı. Tam vuslata erecekken bu kötü talihsiz olay başlarına gelmişti. Sanki tatlı bir rüyadan bir kabusa uyanmışlardı. Kendini bir boşlukta hissediyordu. Kalbindeki Murat’a olan sevgisinin boşluğunu nasıl dolduracaktı. Bundan sonra kimseyi sevemezdi. Belki evlenir çoluk çocuğa karışırdı ama artık kimseyi Murat gibi sevemezdi. O sabah mahkumlara bahçe izni çıkmıştı. Murat geldiğinden beri ilk kez bahçeye çıkabilecekti. Mahkumlar volta atmayı özlemiş sabırsızca bahçeye çıkmayı bekliyordu. Kısa bir mesafede olsa biraz yürüyebileceklerdi. Hazırlıklar yapılıp mahkumlar bahçeye çıktılar. Guruplar oluşturup bahçede volta atmaya başladılar. En fazla on adım süren yürüyüş bitiyor tekrar dönüp bir on adım daha böylece yürüme özlemini dindirmeye çalışıyorlardı. Uzun süredir mavi gökyüzünü ve parlak güneşi görmemişlerdi. Çoğu elleri ile gözlerini perde yaparak güneşe ve gökyüzüne baktılar. Sıkıntılı zamanlarda geçmeyen saatler böyle zamanlarda çabuk geçerdi. Mahkumlar güneş ve gökyüzü özlemini gideremeden gardiyanlar tarafından içeriye alındılar. Mahkumlar için yine sıkıntılı ve huzursuz saatler başlamıştı. Kim bilir bir daha bahçeye ne zaman çıkacaklardı. Güneşe ve gökyüzüne kim bilir doya doya ne zaman bakabileceklerdi. Mustafa üzüntüden çökmüş yemeden işmeden kesilmişti. Tek tesellileri kızları Meryem’di o bu yıl ilkokulu bitiriyordu. Bazen keşke oğlumu okutmak için öğretmen okuluna göndermeseydim diye kendi kendine düşünmekten kendini alamıyordu. O oğlunun öğretmen olup kendine ailesine ülkesine faydalı bir insan olarak yetişip ülkesine hizmet etsin diye öğretmen okuluna göndermişti. Böyle olacağını bilse hiç gönderir miydi. Keşke göndermeseydi keşke dizinin dibinde dursaydı da oğlunun başına bunlar gelmeseydi. Avukat İsmail yapacak bir şey yok şahitlerin ifadesi onu suçluyor mutlaka ceza alır demişti. Oğlu suçlu olamazdı onun ağzından hiçbir zaman bir siyasi içerikli bir konuşma duymamıştı. Hiç kimse ile bir siyasi tartışmaya girmemişti. Nasıl olurda oğlu böyle bir suçla suçlanır aklı bir türlü almıyordu. Kasabaya indiği günlerden bir gün avukat İsmail oğulları ile açık görüş yapabileceklerini bildirdi. Dünyalar onun olmuştu. Ne olursa olsun oğlunu görecekti. Onunla konuşup ona bu zor günlerde bir parça da olsa destek olabilecekti. Hemen köye gidip bu güzel haberi eşine anlattı. Görüş günü geldiği gün erkenden hazırlanıp ailecek çıktılar yola acılarını içlerine gömüp üzüntülerini oğullarına belli etmeyeceklerdi. Ayşe kadın akşamdan Murat’ın sevdiği yemekleri hazırlamıştı onları özenle torbalara yerleştirip çıktılar yola yine yanlarına Murat için temiz elbiseler almışlardı. Tüm gece boyunca heyecandan Murat’ı uyku tutmamıştı. Günlerdir görmediği anne ve babasını görecek onlarla konuşacak dertleşecekti. Acaba görüşmeye küçük kardeşi Meryem’de gelecekmiydi. Görüşme saati gelince görüşçüsü gelen mahkumlar gardiyanlar eşliğinde görüşme odasına alındılar. Aile hep birlikte görüşmeye gelmeden kendi arasında ne olursa olsun ağlamamaya karar vermişlerdi. Onlar biliyordu ki oğulları suçsuzdu onun karşısında ağlayıp onu üzüntü içinde bırakmak istemiyorlardı. Murat’ta görüşme odasına giderken kendi kendine ailesi karşısında ağlamamaya söz vermişti. O suçsuzdu. Onun için utanılacak bir durum yoktu. Bu yüzden ne kadar üzülse de bunu ailesine belli etmeyecekti. Onların karşısında başı dik olmalıydı. Görüşme odasının ağır demir kapısı açılınca gardiyanın yanında Murat belirdi. Aile fertleri ayağa kalkarak yanlarına gelen Murat ile tek tek sarılıp öpüştüler. Soğuk görüşme odası bir anda ailenin sıcaklığı ile ısınır gibi oldu. Hep birlikte bir masanın etrafında oturup konuşmaya başladılar. Önce anne halini hatırını sordu. Hepsinin yüzü gülüyordu. O da iyi olduğunu sağlıklı ve sıhhat içinde olduğunu söyledi. Kız kardeşini biraz daha büyümüş olarak gördü. Annesinin yüzü biraz solgundu ne kadar belli etmese de belli ki çok üzülmüştü. Babası belli etmese de saçlarındaki ak saçlar çoğalmıştı. Hep birlikte çıkınlar açıldı. Akşamdan açılan börekler afiyetle yenildi. Termosa demlenen çaylar yudumlandı. Bu tatlı buluşmanın tam tadına varılmadan gardiyanın soğuk sesi görüşme odasında yankılandı. Ziyaret bitti. Görüşçüler toplanıp gitmeye hazırlandılar son bir defa daha özlemle oğullarına baktılar babası cebine yüklü bir harçlık koydu. Annesi yeni yıkanmış çamaşır çıkının tutuşturdu eline kardeşini kucaklayıp öpüp okşadı. Yine geldiği gibi gardiyan eşliğinde koğuşun yolunu tuttu. Murat gittikten sonrada anne ve babası kardeşinin ellerini tutarak görüşme odasından ayrıldılar. Arkalarında soğuk demir parmaklı kapıları bırakarak. Murat koğuşa günlerdir görmediği ailesini görmenin mutluluğu ile girdi. Koğuş arkadaşlarına ailesinin getirmiş olduğu böreklerden ikram etti. İkramlar demli çay eşliğinde yenilip içildi. Yemekte sonra kendi köşesine çekilen Murat hayallere dalıp gitti. Ayın on dördü bir gece tütün tarlaları arasındaki tozlu toprak yoldan yürüyor. Rüzgar yoldaki tozları kaldırıp savuruyor. Pembe beyaz çiçeklerini açmış tütün çiçeklerinden nikotin kokuları etrafa yayılıyor. Her tarlada lüks ışıkları radyolar çalınıyor. Aydınlık ve parlak bir gece koğuşun havasını ozanın sazın tellerine dokunması ve okunaklı bir türkü bozuyor. Mahkumları hüzün ve efkar basıyor. Kimi çoluğundan çocuğundan kimi ailesinden ayrı kimi eşinden kimi sevdiğinden her biri her gün kopardıkları takvim yaprakları ile günlerin tükenmesini bekleyen çileli mahkumlar. Aile evlerine gelince sevinç ve hüzün yaşamanın yorgunluğu içindeydi. Sevinçliydiler oğulları Murat’ı sağlıklı ve iyi görmüşlerdi. Üzüntülüydüler yok yere onu hapse koymuşlar işlemediği bir suçun cezasını çekmek zorunda kalmıştı. Ama inançları bundan sonraki ilk mahkemede oğulları berat edip kurtulacaktı. Nergis ailesinin ısrarı ile söz yüzüğünü parmağından çıkarıp atmıştı atmasına fakat çocukluğundan beri çok sevdiği Murat’ı gönlünden bir türlü çıkarıp atamıyordu. Ne olursa olsun bir ömür Murat’ı gönlünde taşıyacak bu sevgi gönlünde onmaz bir yara olarak saklanıp kanayacaktı. Keşke bundan sonra ki ilk mahkemede berat edip hapisten çıkıp gelse keşke o zaman hiçbir şeye aldırmadan anne ve babasını ya ikna eder ya da Murat ile birlikte kaçarak onunla evlenir mutlu bir yuva kurardı. Ne olursa olsun Murat’ı çok seviyordu. Ve onsuz bir hayat düşünemiyordu. Her gün kopan takvim yaprakları hapis hayatında geçmeyen saatlerle zamanı alıp gidiyordu. Mahkeme günü gelip çatmıştı. Murat erkenden kalkarak traş olup yeni elbiselerini giydi. Gelen gardiyanlar eşliğinde cezaevi aracına binerek mahkeme salonunun yolunu tuttu. İçinde bin bir umut kırıntısı belki bu gün berat edip tahliye olacak. Her şeye yeniden kaldığı yerden devam edecek bu kabustan kötü rüyadan uyanacaktı. Araba mahkeme salonunun önüne gelince durdu. Jandarmalar ellerine kelepçe takıp arabadan indirdiler. Jandarmaların arasında elleri kelepçeli mahkeme salonunda bulunan bir banka oturdu duruşma saatini beklemeye başladı. Duruşma için anne ve babası da gelmişti. Onlar mahkeme salonuna girmemiş adliye bahçesinde bekliyorlardı. Gür sesli tıknaz mübaşir mahkeme sırası gelenleri ve avukatları mahkeme odasına çağırıyor onlarda bir bir odaya giriyordu. Sıra Murat’ın duruşmasına gelince mübaşir onun adını seslendi. O da jandarmalar eşliğinde duruşma  salonundan içeriye girdi. Karşısında hakimler yan tarafında avukat ve savcı. Savcı mütalaasını okuduktan sonra hakim karar dedi. Her kes ayağa kalktı. Hakim suçu sabit görülen yükümlünün ilgili kanun gereği on beş yıl mahkum edilmesine tutukluluk halinin devamına temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi dedi. Bir anda duruşma salonuna bir kabus çöktü. Murat ne diyeceğine ne yapacağını bilmeden çöküp kaldı jandarmalar kollarından tutup kaldırdılar. Adeta yıkılmıştı. Böyle bir karar aklının ucundan bile geçmiyordu. Dokunsalar ağlayacak bir halde cezaevi aracına doğru elleri kelepçeli jandarmalar arasında yürümeye başladı. Anne ve babasının karşısında kendini tutamayarak ağlamaya başladı. Onlar durumu anlamıştı. Bir şey sormadılar. Cezaevi aracına bindirilerek yanındaki asker ve mahkumlarla beklemeye başladılar. Bir anda başına neler gelmişti. Hiç suçu yokken on beş yıl hapis yatacaktı. Gençliği ömrü hayatının en güzel yılları demir parmaklıklar arasında geçecekti. Koğuşa geldiği zaman yüzü kül rengini almış bitkin ve halsiz bir şekilde kendini ranzasının üstüne attı. Koğuş arkadaşları olup biteni anlamış bir vaziyette soru sormadılar. Koğuşun isli duvarlarına bakıp dalıp gitti. Ne hayalleri vardı. Hepsi hazana ermiş bir gül gibi solup gitti. İçinde umuda dair hiçbir şey kalmamıştı. Aklından keşke ölseydim diye geçirdi. Keşke ölseydim de bu günleri görmeseydim. Yorgun ve bitkin halde bunları düşünürken göz kapakları iyice ağırlaştı. Başı yastığa düştü derin bir uykuya daldı. Rüyasında tarifsiz kabuslar görüyordu. Hayatı bir anda kararmış yok yere yıllarca hapis yatacaktı. Anne ve babası bu acıya nasıl dayanırdı. Ya Nergis canından çok sevdiği o güzel kız ne yapardı. Bütün hayalleri yere düşmüş bir cam parçası gibi saçılıp dağılmıştı. Uykudan uyanıp kendine geldiği zaman akşam olmak üzereydi. Genç ozan sazını almış tellere hüzünlü hüzünlü dokunurken yanık sesiyle bir türkü söylüyordu. Kara bahtım kara sen açtın gönlümde yara koğuştaki hareketlerden akşam yemeği saatinin geldiği anlaşılıyordu. Yaşadığı olayların etkisinden hala kurtulamamış ranzada yattığı süre içinde gördüğü kabusların ve yaşamış olduğu olayların sonucunda kalkıp yemek yemeğe ne dermanı vardı ne de iştahı. Kara haber çabuk duyulur derler Murat’ın on beş yıl ceza aldığı da köyde çabuk duyulup yayılmıştı. Köylünün bir kısmı Murat’ın suçsuz olduğunu düşünürken bir kısmı da suçlu olduğunu düşünüyordu. Hele onu çekemeyen arkadaşları yapmıştır. O zaten çok kitap okurdu diyerek onun suçlu olabileceğine ima ediyorlardı. Nergis hala Murat’ın suçsuz olduğuna ve bir iftiraya uğradığına inanıyordu. Onun bildiği Murat böyle bir suç işleyemezdi. O karıncayı bile incitmeyen solmasın diye gülü bile dalından koparmayan bir insandı. Ama ne olmuşsa olmuş Murat on beş yıl ceza yemiş ömrü hapislerde geçecekti. Yüreğinde bir tarifsiz acı gözlerinde donan gözyaşları sanki dokunsalar hıçkırıklar içinde ağlayacaktı. Söz yüzüğünü çıkarıp babasına vermişti vermesine ama onun sözü yürektendi. Yürekten bu sevdayı çıkarıp nasıl atardı. İlk gözünü açıp onu görmüş onu sevmişti. Sadece iyi günde değil kötü günler içinde onu sevmişti. Murat bekle desin onu bir ömür beklemeye razıydı. Saçlarına aklar dolsa da yaşlanıp koca bir kadın olsa da onu yine bekler ve kavuşacağı günün hayali ile yaşardı. Oturup Murat’a mektup yazmaya karar verdi. Odasına kapanıp eline kağıt ve kalemi aldı ve mektubuna başladı.

Ey gönlümün sultanı ilk görüşte aşık olduğum yar diye gönlüme koyduğum senden vaz geçmek seni unutmak o kadar kolay mı değil on beş yıl seni bir ömür beklemeye razıyım yeter ki bir gün gel bir saniye bile olsun sana kavuşayım sonra gözlerimi yumar ruhumu teslim ederim. Biliyorum sen suçsuzsun bir iftiraya uğradın eninde sonunda kurtulup geleceksin ve ben seni o vakte kadar bekleyeceğim ne olur umudunu kırma ben bundan sonra yar diye başka bir yüze bakamam yar diye başkasını sevemem baki selamlar. Nergis mektubunu bitirdikten sonra mektubu koynuna koyup su testilerini alıp çeşmenin yolunu tuttu. Şansı vardı çeşmede bir başına su doldurmakta olan Murat’ın kız kardeşi vardı. Çeşme başında kaş ile göz arasında koynundan mektubu çıkarıp ne olursun kardeşim bu mektubu abine ulaştır dedi. Küçük kız mektubu alıp koynuna koydu ve tamam ablam dedi. Beyaz kireçli çeşmenin yağmurdan korunmak için yapılan damı ve damının üstünde birkaç kırlangıç telaşlı telaşlı uçup gittiler. Su kaplarını dolduran küçük kız omuzlarında kendinden büyük bir yük taşır gibi ağır adımlarla evlerinin yolunu tuttu. Mektuptan evde kimseye bahsetmedi. Ta ki görüş günü gelecek o mektubu ağabeyine verecekti. Küçük kız çeşme başından ayrıldıktan sonra Nergis de yeni parke döşenmiş yoldan ellerinde su kaplarıyla evlerine doğru yol almaya başladı. Başında yazması yazmanın altında kınalı saçları boyu posu oldukça alımlı bir güzeldi. Avlu kapısının üzerinde yemyeşil asmanın olduğu asmada parmak üzümlerinin olduğu avlu kapısından içeri girip su kaplarını yerlerine koydu. Olgunlaşmış üzümlerde arılar uçuşuyordu. Gönlünde tarifsiz bir sıkıntı odaya girdi. Annesi televizyonda bir yerli film izliyordu. sessizce kanepenin üstüne oturup filmi izlemeye koyuldu. Mahkemenin üstünden günler geçmiş Murat durumuna alışmıştı. Ne olursa olsun güçlü olmak zorundaydı. Suçsuzdu adalet er geç tecelli edecek suçsuzluğu er geç anlaşılacaktı. Zaten avukat İsmail davayı temyize göndermişti belki temyizde dava bozulur yeniden mahkeme kurulur suçsuzluğu anlaşılırdı. Bir sabah koğuşa boylu poslu külhanbeyi kılıklı bir mahkum getirdiler. Gelen mahkuma diğer mahkumlar oldukça sıcak karşılayıp saygı gösterdiler. Yeni mahkumun daha önce bu koğuşa gelip gitmişliği vardı. Herkes ona dayı diye hitap ediyordu. Murat da yeni gelen mahkuma herkes gibi saygı gösterdi. Yeni mahkum Murat’ın yanındaki ranzaya yerleşti. Dallarında çiçekler açan badem ağaçları baharın geldiğini müjdeliyordu. Ülkede sıkıyönetim hala sürüyor sıkıyönetim mahkemeleri binlerce genci sağcı solcu demeden yargılıyor kimini idam ediyor kimini ağır hapis cezalarıyla cezalandırıyordu. Köyde tütün fideleri ekilmiş tütün dikme işi başlamıştı. Her şeye rağmen hayat devam ediyordu. Koskoca ova karınca misali çalışan insanlarla dolup taşıyordu. Bir yandan ekinler diz boyunu geçmiş başağa durmuştu. Mustafa eşi ve kızıyla birlikte yine tütün dikme işine başlamış her ne kadar başlarına gelen olaydan sonra eli ayağı tutmasa da hayat devam ediyordu. Çoluğun çocuğun rızkı için çalışmaları gerekiyordu. Her sabah erkenden kalkarak at arabası koşuluyor önce tütün fideleri yolunuyor sonra bir gayret dikiliyordu fideler. Anne ve Meryem tütün dikerken Mustafa hem karık çekiyor hem de dikilen tütün fidelerini suluyordu. Nergis umutlarını kaybetmiş dalından kopmuş bir yaprak gibi nereye gideceğini ne yapacağını bilmeden hayatın içinde savruluyordu. Hayat onlara öyle bir oyun etmişti ki tam mutluluğu yakaladık derken mutluluk onların avuçlarından kayıp gitmişti. Bundan sonrasını düşünmek bile istemiyordu. Sadece Murat’ı düşünüyor hapisten çıkıp gelmesini bekliyordu. Dili döndüğünce yüce Allaha dua ederek bu kabus dolu günlerin bitmesini diliyordu. Acaba Meryem mektubu ağabeyine vermiş miydi. Acaba Murat ona bir cevap yazar mıydı. Zaman zaman dalıp dalıp gidiyordu. Anne ve babası durumu görüyor kızlarının haline üzülüyorlardı. Günler gelip geçti yine aile ve Murat için görüş günü gelip çattı. Murat için temiz elbiseler hazırlandı. Murat’ın sevdiği yemekler pişirildi. Eşten dosttan bulunan borç paralar ile hapishanenin yolu tutuldu. Meryem ağabeyinin pantolonun iç cebine Nergis’in vermiş olduğu mektubu özenle yerleştirdi. Hapishaneye varınca kendilerine gösterilen yere oturup Murat’ın gelmesini büyük bir sabırla beklemeye başladılar. Koğuşta her sabah olduğu gibi ziyaretçi için çağrılmayı bekleyen mahkumlar gardiyanın gelip ziyaretçisi gelen mahkumların isimlerini okumalarını bekliyorlardı. Nihayet bu sabırsız bekleyiş son buldu. Elinde bir dosya kağıdı ile gardiyan belirdi. Ziyaretçisi gelen mahkumların isimlerini okumaya başladı. Murat ismi okununca özlem ve heyecan içinde ranzasından kalkarak gardiyanın yanında belirdi. Ziyaretçisi gelen diğer mahkumlarla birlikte görüşme odasının yolunu tuttu. Görüşçü odası heyecan içinde bekleyen aileler ile doluydu. Murat anne ve babasına özlemle bakarak doya doya hasret giderdi. Anne ve babası da ona doya doya baktı. Hal hatır soruldu. Koyu bir sohbet ile devam edildi. Herkes zamanı unutmuş zaman sanki bıçak kesilir gibi durmuştu. Günlerin özlemi yaklaşık bir saate sığdırılıp bütün özlemler giderilmeye çalışılmış gardiyanların soğuk ve donuk sesi bu büyülü havayı bir anda soğutmaya yetmişti. Getirilen torbalar karşılıklı değiştirilerek son vedalar yapılarak mahkumlar gardiyanlar eşliğinde koğuşlarının yolunu tuttular. Ziyaretçiler de geldikleri gibi cezaevinden istemeye istemeye çıkıp gittiler. Murat ailesini görmenin buruk sevinci ile koğuşa geldi. Koğuş arkadaşlarına ailesinin kendisi için getirdiği yiyeceklerden ikram etti. Sonra ranzasına uzanıp dinlenmeye çekildi. Koğuşun camından sızan ışığın azalmasından yavaş yavaş akşamın olmak üzere olduğu anlaşılıyordu. Yanık bir ezgi söyleyerek ozan sazının teline dokunmaya başladı. O sabah annesinin ziyaret günü getirdiği pantolonunu giyen Murat pantolonun ceplerini karıştırırken eline bir zarf değdi. Zarfı çıkarıp baktı. Köşesine çekilip zarfı açınca Nergis’in mektubu ile karşılaştı. Mektubu görünce hem sevindi, hem hüzünlendi. Mektubu bir solukta okudu. Nergis kendisinden vazgeçmemiş kendisini bir ömür bile beklemeye razı olduğunu yazıyordu. Ve en önemlisi onun suçsuz olduğuna inanıyordu. Defalarca mektubu okudu. Mektuba Nergis’in sanki kokusu sinmişti. Düşündü taşındı kolay kolay buradan çıkması mümkün değildi. Nergis onu ne kadar bekleyebilirdi. Kendisi mutlu olamayacaktı. Bari Nergis evlensin çoluk çocuğa karışıp mutlu olsun. Sevmek bazen fedakarlık etmek değil midir. Diye düşündü. Bir akşam eline kağıt kalemi alarak Nergis’e mektup yazmaya koyuldu. Dünyanın essiz insanı ilk bakışta görüp ilk bakışta sevdiğim senden vaz geçmek ne mümkün ama kader yazmış yazımızı bu yazıyı değiştirmek de mümkün değil. İnan ben masumum ama bir iftiraya uğradım ve cezamı çekiyorum. Ben bu kadere razı oldum. Bırakalım kavuşmamız mahşere kalsın beni bekle diyemem bu zindan belki mezarım olur ben mutlu olamayacağım ama sen bari mutlu ol gönlüne göre birini bul bir yuva kur. Çoluk çocuğa karış hayata tutun bırakalım benim kaderim böyle olsun ben bu kaderi yaşamaya razıyım sonsuz mutluluklar baki selamlar. Diyerek mektubu bitirdi. Ziyaret gününü iple çekmeye başladı. Ziyaret günü gelince de mektubu zarfa koyup yine aynı pantolonun cebine koydu. Meryem zaman kaybetmeden mektubu Nergis’e ulaştırdı. Nergis büyük bir umutla mektubu açıp okudu. Tekrar tekrar okudu. Murat kendisini unutmasını evlenip yuva kurmasını istiyordu. Oysa o Murat’tan başkasını sevmemişti. Ondan başkası ile nasıl evlenirdi. Beklerdi yıllarca hatta bir ömür. Yılmadan yorulmadan yeni mektuplar yazdı. Ama Murat bu mektuplara bir türlü cevap yazmıyordu. Hayat acısıyla tatlısıyla geçip gidiyordu. Hapistekiler her gün bir kenara bir çentik atarak bir gün daha geride bırakmanın buruk sevinciyle hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Haftada bir gün de olsa bahçede volta atmak için izin veriliyordu. Onlarda küçük bahçede durmadan yorulmadan yürüyerek volta atıyorlardı. Bahçeye çıkmak güneş demek yürümek demek hayat demekti. Onun için haftanın o gününü iple çekiyorlardı. Bazen mahkemelerden tahliye haberiyle gelen arkadaşlarını kutluyor onun sevincine ortak oluyorlardı. Bazen de idam sehpasına giden arkadaşları için günlerce yas tutuyorlardı. Acısıyla tatlısıyla hayat devam ediyor. Köyde yine tütünler ekiliyor harmanlar sürülüyor küçükler büyüyor büyüyenler evlenip yuva kuruyordu. Mustafa yaşadığı ağır ve sıkıntılı hayat yüzünden kendini iyice bırakmış koyuvermiş bazen nefes darlığı bazen kalp sıkıştırmasından sık sık doktora gider olmuştu. Bir anda kar yağmış gibi saçları beyazlar içinde kalmıştı. Eşi de ondan farksızdı sık sık öksürük nöbetlerine tutuluyor o da Mustafa gibi sık sık hastaneye gidip torba torba ilaç ile eve dönüyordu. Her şeye rağmen yaşama tutunmaya çalışıp yine tütün ekiyorlar güçleri yettiğince çalışıp çabalıyorlardı. Çünkü yaşamaları için paraya ihtiyaçları vardı. Meryem de ailenin yaşadıklarından etkilenmiş yaşça büyümüş olmasına rağmen zayıf sıska bir kız olmuştu. Köyde tütünden elde edilen gelir ile yeni model traktörler alınmış. Zengin fakir herkesin evinin önünde bir traktör durur olmuştu. Bu arada ülkede olağanüstü hal ortadan kalkmış askeri yönetim serbest seçimlerin yapılmasına onay vermişti. Murat’ın mahkum edilmesine verdiği ifade ile sebep olan arkadaşlarından Hasan doğuya öğretmen olarak atanmış sevdiği kız ile görkemli bir düğün ile evlenmişti. Diğer iki arkadaşı da öğretmen olarak atanmış ve mutlu birer yuva kurmuşlardı. Nergis içine kapanmış bütün dertlerini içine atmış adeta kendini hayattan soyutlamış bir şekilde yaşamaya çalışıyordu. Murat hapis hayatına iyice alışmış her şeyi oluruna bırakmış kaderine razı bir şekilde her geçen güne hayra yorarak yaşamaya çalışıyordu. Her sabah büyük bir gürültü ve toz duman içinde traktörler tütün tarlalarının yolunu tutarak insanları tütün kırmaya götürüyordu. Yine lüks ışıkları aydınlığında açılan radyolarda şarkılar türküler çalıyor. Genç yüreklerde yeni sevdalar filizleniyordu. Her zaman olduğu gibi saat yedi buçuk oldu mu Allah ne verdiyse sabah kahvaltıları ediliyor. Tütün kırma işine devam ediliyordu. Çiçeklerini döküp son elleri kırılan tütünler yeşil renginden sarı beyaz bir karışıma dönerek adeta çıplak bir hal almıştı. Bazı tarla sahipleri traktörlerin arkasına taktıkları bir zincir yardımı ile tütün kırımı biten tarlalardaki tütün saplarını biçerek tarlalarını sürüme ve gelecek yıl ki ekime hazırlıyorlardı. Son bahar rüzgarları alabildiğince esiyor rüzgarlar adeta ağaç dallarıyla dans ediyorlardı. Nergis suskun ve umutsuz bir biçimde kaderine razı olmuş sevdasını kalbine gömmüştü. Adeta kalbine mühür vurmuş artık sevemezdi. Ailesi kızlarının halini görüyor çaresiz yapılacak bir şey olmadığı için sessizce izliyordu. Kurumuş  tütünler istif ediliyor. İstif edilen tütünler tavlanarak balya haline getiriliyordu. Tütün basma işini herkes yapamazdı o iş özel maharet ister özellikle ayna denilen balyanın görünümü önemliydi ve balyanın ön yüzü seçkin tütün yaprakları ile iyice işlenmeliydi. Yine kocaman tütün yaprakları tütün balyalarının iç kısımlarına gizlenmeliydi ki tütün tüccarları bu yaprakları görmemeliydi. Şayet görürse o tütünlere iyi fiyat vermezlerdi. Bir yandan tütünler balya haline getirilirken bir yandan da zeytin ağaçları toplanmaya başlanırdı. Önceleri diplere düşen zeytinler toplanırken sonra olgunlaşan zeytinler toplanıp zeytinyağı çıkartılması için yağ fabrikalara götürülürdü. Dışarıda zaman alabildiğince çabuk geçerken içerde bir türlü geçmek bilmiyordu. Kapalı kapılar ardında çile dolduran insanlar bir parça gökyüzüne bir parça güneşe hasret avluya çıkacakları günleri iple çekiyorlardı. Doğru dürüst yemek yiyemiyorlar hapishanenin çıkarmış olduğu karavanaya mecburen kaşık sallıyorlardı. Ziyaretçilerin gelip getirdikleri yiyeceklerle ancak mideleri bayram ediyordu. Bu yüzden Murat iyice zayıflamış halsiz ve yorgun düşmüştü. Birkaç kez revire çıkıp doktora muayene olmak zorunda kalmıştı. Güneşten ve aydınlıktan uzak benzi sararıp solmuştu. Köyde zeytinler toplandıktan sonra kış kendini belli eder olmuş ardı arkadaşı kesilmeyen yağmurlar havayı iyice soğutmuştu. Bazı sabahlar sokaklarda buz tabakaları görünüyordu. O yıl köyün okuluna yeni bir öğretmen gelmiş. Bu öğretmeni köylü ve öğrenciler çok sevmişti. Herkes ile ilgilenen herkesin yardımına koşan bu öğretmen tam bir halk çocuğu idi. Yeni okuldan mezun olmuş ufku açık bir gençti. Öğrenciler bu öğretmen yüzünden okula severek gidip geliyorlardı. Köyün gençleri içinde öğretmen iyi bir arkadaş olarak onlarla yakından ilgileniyor her türlü sorunlarında onlara yardımcı oluyordu. öğretmen bilgisini ve görgüsünü paylaşmaktan çekinmiyor köylüye iyi bir rehber oluyordu. okul bittikten sonra köyün gençleri ile birlikte futbol oynuyor. Köyün odasında akşamları gençler ile birlikte kitap okuyordu. Bazı akşamları köylülerin davetlerini kırmayıp onlara akşam yemeğine gidiyordu. Bir akşam Ahmet beyin davetini kırmayıp Nergislere de akşam yemeğine gelmişti. Zor geçen hapis yılları Murat’ı olgunlaştırmış gençliğini yaşayamayan Murat bir anda koca bir adam olgunluğuna erişmişti. Artık kaderine razı olmuş Allah’ın takdiri diyerek sabırla cezasını tamamlayacağı günü beklemeye başlamıştı. Zorlu ve soğuk geçen kışın ardından mart yüzünü göstermiş ağaçların dallarına su yürümüştü. Bağı olanlar bağlarını budamaya başlamış. Yeni tütün ekimi için tütün fidelerinin yerleri sürülüp hazırlanmıştı. Mustafa fide yerlerini hazırlarken aniden yere yığılarak rahatsızlanmış hemen onu konum komşunun yardımı ile hastaneye götürmüşlerdi. Birkaç gün hastanede tedavi gören Mustafa köye dönerek tekrar fideler için yer hazırlamaya başlamıştı. Mustafa’nın hastalığı Murat'tan’ saklanmış ona bir şey denmemişti. Mustafa iyi değildi. Sık sık yoruluyor kan ter içinde kalıyor geceleri de öksürük nöbetlerinden bir türlü uyuyamıyordu. Doktorun verdiği ilaçlarda bir fayda vermemişti. Eşi bu duruma çok üzülüyor ama bu üzüntüsünü içine atıp eşine belli etmiyordu. Zaman zaman kendisi de öksürük nöbetlerine tutuluyor ardı arkası kesilmeyen bu nöbetlerle kan ter içinde kalıyordu. Bu yıl tütünleri kendileri ekememiş dönüm hesabı işçilere ektirerek tütün ekim işini bitirmişlerdi. Tütünler bir karış kadar olunca çapalama işine başlamışlardı. Nergis yazmış olduğu mektuplardan bir sonuç alamayınca Murat’tan ümidini kesmiş hayatı akışına bırakmıştı. Biliyordu artık o kimseyi sevemezdi. Yüzünde gülücük eksik olmayan güzel kız hayata küsmüş adeta gülmeyi unutmuştu. Tütün çapalama işleri bitmiş tütünlerin ilk elleri kırılmaya başlamıştı. Yazın en sıcak günlerinde tarlalar adeta bir fırını andırıyor. Yollardan kalkan toprak tozları tütün yapraklarının üstüne uçuyordu. Yol kenarındaki tarlaların tütünleri kirli bir renk alarak kötü bir görüntü sergiliyordu. Ayın on dördü gece gündüz gibi aydınlık tütün kıran insanlar ışık yakmaya bile gerek duymadan ayın şavkı ile tütünlerini kırabiliyorlardı. Dalların arasından hoyrat bir rüzgar esiyordu. Radyoda radyo tiyatrosu yeni bitmiş Nergis tiyatro temsilinden oldukça etkilenmişti. Oyunda bir birini çok seven iki insanın ayrılıp yıllar sonra karşılaşmaları anlatılıyordu. Acaba o Murat ile bir daha karşı karşıya gelebilecek mi o kahverengi gözlere yine doya doya bakabilecek mi. Tütün küfeleri nerdeyse dolmuştu. Ahmet bey küfeleri eşi ve kızının yardımı ile traktörün kasasına yükleyip traktörün marşına bastı. Traktör gürültülü bir ses ile çalışarak tozlu yollardan köye doğru hareket etti. Aydınlık gece tütün dalları arasından esen rüzgar nikotin kokuları yayarak tütün tarlaları arasında esip geçiyordu. Tütün çiçeklerinin bir kısmı yeni açmış bir kısmı buruşup kurumaya yüz tutmuştu. Yalan ifade vererek Murat’ın ceza almasına sebep olan okul arkadaşı her gece rüyasında Murat’ı görerek kabuslar içinde uykusundan uyanıyordu. Her gece aynı rüyayı görür olmuştu bu hal dayanılır gibi değildi. Murat’ı ya demir parmaklıklar arasında ya da darağacında görüyor ben suçsuzum diye haykırıyordu. Murat yanında ki ranzada yatmakta olan koğuşa sonradan gelen herkesin saygı duyduğu ağabey dedikleri mahkum ile arkadaşlığı iyice ilerletmiş hemen her zaman sohbet eder olmuşlardı. Hasan ince uzun boylu kara yağız kaytan bıyıklı bakımlı bir adamdı. Gülerek konuşur ses tonu ve konuşması oldukça etkileyici idi. Murat’ı o da çok sevmişti. Bir iftira yüzünden düşmüş ilk kez yolu hapishaneye sonra kaçmaya kalkmış yakalanmış. Bir aftan tekrar çıkmış. Dışarıda kimse iş vermemiş adı bir yaralamaya karışmış sonra tekrar hapishaneye birkaç kez girip çıkmışlığı olunca ister istemez karalık işlere karışmış çek senet işleri gibi yasadışı işleri yapar olmuştu. Ama özünde iyi ve mert bir insandı. Hemen her fırsatta sohbet ediyorlar birlikte oturup birlikte kalkıyorlar bahçede birlikte volta atıyorlardı. Hasan’ın cezasının bitmesine birkaç yıl varken Murat’ın önünde uzun yıllar vardı. Ama Hasan her fırsatta ona moral ve teselli vererek sıkıntısını bir nebze hafifletiyordu. Hep aynı yer hep aynı insanlar mekan aynı ortam aynı olunca zaman geçmek bilmez. Mutlu anlarda insanlar zamanın nasıl geçtiğini anlamazken hastane ve hapishane gibi yerler de saatler sanki yıl olur zaman bir türlü geçmez. Böyle yerlerde insanın iyi ve sağlam arkadaşlara ihtiyacı vardır. Sağlam ve iyi bir arkadaşın varsa dertlerini paylaşırsın acıların bir nebze olsun hafifler bir parça teselli bulursun. Murat bir yandan bir iftira yüzünden hayallerinden sevdiği kızdan ve özgürlüğünden olmuştu. Ailesi üzüntüden perişan olmuştu. Ne kadar kendisinden saklasalar da anne ve babasının sağlığı iyi değildi. Görüş günlerinde görüştüklerinde ne kadar belli etmeseler de hem annesinin hem babasının sağlığı iyi değildi. Onlar Murat üzülmesin diye hep iyiyiz diyorlardı. Ama gerçek hiçte öyle değildi. Bir yanda anne ve babasının sağlığı bir yanda sevdiği Nergis üst üste mektuplar yazarak kendisinden vazgeçmeyeceğini bildirmişti. Ama Murat o umutlanmasın diyerek bu mektuplara cevaplar yazmamıştı. O bu çileyi bir başına yaşayacak sevdiği kızın mutlu olması için sevdasını kalbine gömecek ve onun mutlu olması için bütün acılara bir başına katlanacaktı. Sevmek bazen fedakarlık gerektirir diye düşünüyordu. Yıllar sonra hapisten çıksa Nergis onu beklese ikisinin yaşı kemale ermiş olacak bu zamandan sonra ikisi de mutlu olamayacaktı. Hapisten çıkınca işsiz güçsüz bir adam olarak evini nasıl geçindirirdi. Zamanın çoğunu bunları düşünerek geçiriyordu. Kader diyerek demek ki benim dünyadaki sınavım bu olacak ve ben bu sınavı en iyi şekilde bir başıma vereceğim derdi. Yine ozan dertli dertli sazın teline dokunmaya başladı. Gamlanma gönül bunlarda geçer gamlanma diyordu. Akşam olmak üzereydi. Koğuşun dar penceresinden dışarısının kararmaya başladığı belli oluyordu. gardiyanlar bir parça ekmek bir tas mercimek çorbasından oluşan akşam yemeğini kapıya bırakıp gittiler. Bütün koğuş eski bir masanın etrafında toplanarak akşam yemeğini yediler. Yemekten sonra her kes köşesine çekilerek kendi aralarında sohbet etmeye başladı. Murat arkadaşı Hasan ile konuşmaya başladı. Şimdi tam serin havada tütün kırmak lazım tütün yaprakları sertleşmiştir şimdi. Sıcak havalarda tütün yaprakları iyice buruşur ele avuca bir türlü gelmez ama akşam serininde sertleşen tütün yaprağının kırmasına doyum olmaz. Biz tütün tarlalarında büyüdük. Tütün işi meşakkatli iştir. Yıl on iki aydır  ama tütün işi on üç ay sürer der eskiler. Daha mart gelmeden tütün fideleri için toprak sürülür. Sonra fideler için ekilecek yerler ayrılıp düzeltilir. Tırmık ile iyice toprak inceltilip tohumlar serpilecek hale getirilir. Çok nazik bir bitki olduğu için çocuk gibi bakım ister. Her gün sulanmalı akşamları soğuktan korumak için üstleri naylon ile kapatılır. Sabahları güneş görsün diye tekrar açılır. Yabancı bakterilerden korunmak için düzenli ilaçlama yapılması lazımdır. Yapılmasa hemen bir hastalık kapar ve fideler işe yaramaz hale gelir. En önemli hastalık mavi küf denilenidir. Tütün fideleri bu hastalığı kaptı mı saplarının kök tarafında turuncu bir renk oluşur tütün fidesi kırılgan bir yapıya döner. Hafif elinizle bükerseniz kırılır. Tütün yapması meşakkatlidir ama parada onda tütün ektin mi hangi dükkana varsan tütün parasına her şeyi alabilirsin tütün koçanına dedin mi dükkan senin nişan yaparsın düğün yaparsın sünnet yaparsın traktör alırsın traktör değiştirirsin hiç para sormazlar yeter ki tütün ekmiş ol. Fideler bir karış oldu mu dikim başlar. Önceden hazırlanmış tütün tarlalarına. Önce fideler sabahın serininde tek tek seçilerek yolunur. Yolunan tütün fideleri küfelere konularak tütün tarlalarının yolu tutulur. Daha önce sürülüp ekime hazırlanan tarlalarda karık açmak için görevlendirilen kişi kocaman yüzlü karık çapasıyla tütün karığını açar. Ardından tütün diken işçiler tütün baskıları ile deldikleri tütün fidelerini o deliklere yerleştirip sıkıştırır bu iş hızlı ve maharetli yapılması lazım. Dikilen tütün fidelerinin sulama tenekeleri ile sulanması lazım ovada su bulmak da kolay değil su altın kadar elmas kadar değerli bazen sırta vurulan boyunduruk yardımı ile taşınır. Bazen yeraltından tulumbalar yardımı ile çekilir bunları yapmak için insan lazım bazen de traktörler ile at arabaları ile bidonlar içinde tütün tarlalarına taşınır. Büyük meşakkatle dikilir tütünler. Ta Denizli’den Manisa’nın kulasından işçiler gelir dönüm hesabı tütün diker nafakalarını çıkarırlar. Tütünler dikildikten sonra çapalama başlar karıkın kenarlarındaki topraklar tütünlerin diplerine çekilir. Yaban otlar kesilir. Tütünler gün be gün büyüyerek kara tarlaları yeşil renge bürür. Koca ova sanki bir yeşil deniz olur alabildiğince yeşil bir deniz. İki defa çapalama yapıldıktan sonra tütünlerin yaprakları kırılmaya hazır hale gelir. İlk olarak diplerdeki yapraklar kırılarak köklerin dipleri açılır tütün kırarken elin parmaklarını tütün kökleri ve toprak yalar aşındırır. Parmaklarda yaralar oluşur. Kırılan tütünler demet demet tütün küfelerine doldurulup evlerin yolu tutulur. Yemekten sonra boşaltılan tütün küfelerinin başına toplanan aileler tek tek tütün yapraklarını tütün iğnelerine dizmeye başlar. Tütün iğnesine geçen her yaprak zart diye bir ses çıkarır. Bazen hedefini bulmayan bir hamle elin parmağında küçük bir delik açar. Bu yaralar ispirto yardımı ile temizlenir. Tütün kırarken ve dizerken eller tütün sakızı dediğimiz siyah zifte boyanır. Tütün kırarken ve dizerken uyku gelmesin diye ya masal anlatılır ya da radyolar sonuna kadar açılır. Dediğim gibi zor iştir tütüncülük ama parada ondadır. Ta gece yarılarında başlar traktör sesleri at arabası seslerine karışmaya yollar bir karış toprak tozu öndeki giden traktörler arkadan gelenleri toz içinde bırakarak gider. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Murat’ın sesi yorgun ve uykulu bir hale gelmişti. Hasan uzun uzun esnedi. Arık yatalım kardeş deyip ranzasına çekildi. Murat’ta annesinin getirmiş olduğu işlemeli ipek yorganı üstüne çekti. Bu yorganı annesi kendi eliyle işlemişti. Murat’ın çeyizi için ama neye niyet neye kısmet bu yorganı burada cezaevinde kullanmak nasipmiş. Oysa bu yorganı biricik sevdiği Nergis ile birlikte kullanacaklardı. Göz kapakları iyece ağırlaştı. Uyku gelip vücuduna iyice çökmüştü. Koğuştakiler çoktan uykuya dalmıştı. Az sonra koğuşta derin bir sessizlik ve uyku hakimdi.  Nergis son günlerde oldukça durgunlaşmış içine kapanmış asık suratlı bir kız olmuştu. Murat’tan artık umudunu kesmiş mutlu olmayı öldükten sonra şayet Allah onu cennetine koyarsa o zamana bırakmış biricik çocukluk aşkını kalbine gömmüştü. O akşam traktörü tarlaya sürmüşler ailecek toz toprak içinde tütün kırmaya başlamışlardı. Herkes kendi halinde kimse kimseyle konuşmuyordu. Nergis geleceğe dair ne bir hayal kuruyor nede gelecekten bir umut bekliyordu. Sessizliği çalan radyodaki türküler bozuyordu. Radyoda çarşambayı sel aldı bir yar sevdim el aldı türküsü çalıyordu. Hafif esen rüzgar tütün dalları arasında dolanarak etrafa nikotin kokuları yayıyordu. Ay on dördünde  etraf gündüz kadar parlaktı. Gökte kıpır kıpır yıldızlar ışıyordu. Tütün küfeleri ağızlarına kadar dolmuş üstleri örtülmüştü. Vakit yassıyı çoktan geçmiş dolan tütün küfeleri traktöre yüklendi. Traktör homurtulu bir sesle çalışarak hareket etti. Traktörün farları ta uzaklara kadar aydınlatıyordu. Traktör ardında uzun bir toz bulutu bırakarak ilerliyordu. Eve gelince ailecek bir çay demlediler çay bütün yorgunluklarını almıştı. Ama uykuya söz geçmiyordu. Her kes odasına çekilip derin bir uykuya daldı. Parlak ve aydınlık gece tüm haşmetiyle sürüp gidiyordu. Mustafa son günlerde iyicene zayıflamış bitkin düşmüştü. Ara ara kalbi sıkıştırıyordu. Gittiği doktor ilaçlar vermiş heyecanlanmamasını  ve üzülmemesini tembih etmişti. Meryem ilkokulu bitirmiş aile onu okuması için şehre göndermemişti. Murat’ın başına gelenler ailenin üzerine kabus gibi çöküp aileyi perişan etmişti. Kimsenin yüzü gülmüyor. Kendi hallerinde yaşayıp gidiyorlardı. Tütünlerin son elleri kırılıyor. Tütün tarlaları açık yeşil rengiyle kel bir görünüme kavuşmuştu. Tütün kırma işini bitiren aileler traktörlerin miline taktıkları zincir yardımı ile tütün saplarını biçmeye başlamıştı bile. Murat’ın okul arkadaşlarından Ali vermiş olduğu yalan ifadeden sonra çok pişman olmuş yaşadığı hayattan bir tat alamıyordu. Mahkeme salonunda Murat’ın suçlayan bakışları gözünün önünden hiç gitmiyordu. Okulu bitirmiş öğretmen olarak atanmıştı. Öğretmen olduktan sonra ailesi onu güzel bir kız ile evlendirmiş bir de çocukları olmuştu. Ama bunlar bir yana çektiği vicdan azabından bir türlü kurtulamıyor gece uykusunda sık sık kabuslar görerek uyanıyordu. Çekmiş olduğu vicdan azabı onu yiyip bitiriyordu. Mutlu olmak için parası mesleği eşi ve çocuğu vardı ama bu vicdan azabından bir türlü kurtulamıyordu. İçinde bir ses ne ol ursa olsun git her şeyi itiraf et sonuç ne olursa olsun bu vicdan azabından kurtul diyordu. Huzursuzluğu her halinden belli oluyor eşinin dikkatinden kaçmıyordu. Nerden yalan ifade verdim okul arkadaşımın başını yaktım diyerek pişmanlık duyuyordu. Keşke bilmiyorum bu kitaplar benim değil o kitapları daha önce hiç görmedim deseydi de Murat’ın başını yakmasaydı. Mustafa bir gece iyice rahatsızlandı komşularının yardımı ile hemen bir hastaneye götürüldü. Günlerce hastanede yattı. Kızı ve eşli hastanede onu hiç yalnız bırakmadı. Bu olanlardan Murat’ın haberi yoktu. Aile üzülmesin diye hastalığı Murat’a söylememişti. Uzun ve yorucu hastane günleri bitmiş sağlığı biraz düzelen Mustafa hastaneden çıkmış ve ilk görüş gününde ailecek oğulları Murat’ı ziyarete gitmişlerdi. Mustafa oğlunu görmenin mutluluğu ve morali ile oldukça sağlıklı görünüyordu. Mutlu zamanlarda akıp giden zaman sıkıntılı zamanlarda geçmek bilmiyordu. Buna rağmen Murat hapishaneye geleli beş yıl olmuştu. Koca beş yıl hiçbir suçu olmadan hapishanede yatmıştı. Daha önünde yatması gereken uzun seneler vardı. Bunları düşündükçe üzülüyor kahroluyor. Ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bir anda bir hiç yüzünden kendini demir parmaklıkların ardında bulmuş sevdiği kız ile evlenmenin hesaplarını yaparken ondan ayrılmış okulu bitirip öğretmen olmayı beklerken kendini hapiste bulmuştu. Kim bilir olanlara Nergis ne kadar üzülmüştü. O yazdığı mektuplarda evlenmeyeceğini onu bir ömür boyu bekleyeceğini yazıyordu. Ama bu saatten sonra her şey bitmişti. O artık Nergis’e kavuşamayacaktı. Ömrü bu dört duvar arasında geçip gidecek belki hapisten bile çıkmaya yetmeyecekti. Nergis kim bilir kimin ile evlenecek kimden çocukları olacaktı. O belki hiç evlenemeyecek perişan bir şekilde son bulacaktı. İçinden beddua etmese de bu duruma çok üzülüyordu. Hele arkadaşlarının vermiş olduğu ifade onu derinden yaralamışlardı. Niye böyle bir şey yapıp onun başını yakmışlardı. Oysa o onlara hiçbir kötülük yapmamış hatta zaman zaman iyiliği bile dokunmuştu. Yüreğinde bitmeyen tarifsiz özlemler her gün doğan güneşi görememenin üzüntüsü rüzgarda nikotin kokuları yayan rüzgar gece mehtap yıldızlar. Tütün tarlaları hatta tozlu topraklı tütün tarlalarının yolları sergilerde kuruyan altın rengindeki tütün dizgileri. Tütün dizerken eline batan tütün iğnelerini bile özlemişti. Murat ile birlikte o gece gözaltına alınan Sami’de Murat aleyhine ifade vermiş dolapta bulunan kitapların Murat’a ait olduğunu söylemişti. Sami o ifadesinden sonra beraat etmiş tekrar okuluna dönüp okulunu bitirip öğretmen olmuştu. Askerlik görevini yaptıktan sonra varlıklı bir ailenin kızını alarak evlenmiş mutlu bir yaşama adım atmıştı. Ancak o da diğer arkadaşı gibi vicdan azabı duyuyor vermiş olduğu yalan ifadeden dolayı huzursuz oluyordu. Her gece rüyalarında Murat’ın beni yaktınız benden ne istediniz diyen sözleri ile karşılaşıyor kan ter içinde uykusundan uyanıyordu. Maddi olarak hiçbir sıkıntısı yoktu. Fakat bu vicdan azabı onu kahrediyor adeta öldürüyordu. İmkanı olsa hemen gidip teslim olacak yalan ifade verdiğini itiraf edip bu vicdan azabından kurtulacaktı. Geçmek bilmeyen zaman Murat’ın saçlarına tel tel aklar düşürmüş adeta onu olgunlaştırmıştı. Yıllar onu cezaevi şartlarına alıştırmış. Cezaevinin artık kıdemlilerinden olmuştu. Her gelen mahkumdan bir şeyler öğrenmiş yeni insanlar yeni dünyalar tanımıştı. Sanki cezaevi bir istasyon mahkumlar birer trendi. İstasyon hep yerinde trenler gelip gidiyor. Bir gün bir mahkum tahliye olurken başka bir mahkum da cezasını çekmek için buraya düşüyordu. Kimi siyasi kimi namus davası kimi kan davası kimi de uğradığı bir iftiradan dolayı kendini demir parmaklıklar arkasında buluyordu. Koğuşa bazen yüz kızartıcı suçtan dolayı gelenler olsa da onlar fazla barınamıyordu.  Kader ağlarını örmüş Murat için hayat acı yüzünü göstermiş genç yaşında cezaevinde çile doldurur olmuştu. Tek tesellisi çok iyi anlaştığı cezaevi arkadaşları idi. O anlayışlı ve sabırlı haliyle herkes ile dost herkes ile iyi bir arkadaştı. Okuma yazma bilmeyen mahkumların mektuplarını okur hatta onların mektuplarını yazar. Uzun boylu konuşmaz kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz kimse için kötü söz söylemezdi. Yapılan her etkinliğe severek katılır dost canlısı bir insandı. Kendinden gençlere nasihatler eder kendinden yaşlılara saygı gösterir akranları ile iyi anlaşırdı. Cezaevi görevlileri ile tartışmaz her kurala harfiyyen uyardı. Son zamanlarda iyice güç kaybeden Mustafa iyice zayıflamıştı. Yüzünün benzi solmuş avurtları dışarı doğru fırlamıştı. Beli hafif kamburumsu bir hal almıştı. Çabuk yoruluyor iştahı kesildiği için çok az yemek yiyebiliyordu. Bir akşam tutulmuş olduğu öksürük nöbeti sabaha kadar sürdü. Sabah olunca eşi komşuların otomobili ile onu hastaneye götürdü. Mustafa’yı iyice muayene eden doktor onu hastaneye yatırdı. Eşi başında refaket etmek üzere kaldı. Meryem evde bir başına kalmıştı. Kapıları kilitleyip kendi yemeğini yapıp anne ve babasının dönmesini beklemekten başka bir çaresi yoktu. Meryem küçük olmasına rağmen metin kızdı. Ev işlerinde hep annesine yardımcı olduğu için yemek yapmayı ve temizlik yapmayı öğrenmişti. Bir başına evlerinde kalır her şeyi bir başına yapabilirdi. Günler geçti ama Mustafa bir türlü iyileşemedi. Köylüler sık sık ziyaret ederek kendisine moral veriyorlardı. Beyaz badanalı tek kişilik odada yalnız kaldığı bir akşam Mustafa kendi kendine geçmişine daldı. Eşiyle kaçarak evlendiği günden başlayarak düşünmeye başladı. Acaba bir hata mı yaptım diye düşünüyordu. Eşini ve çocuklarını daha rahat yaşatmak onlara güzel bir gelecek hazırlamak için buralara gelmiş eşiyle birlikte çalışıp çabalamışlar yeni bir yurt edinip yeni bir hayata başlamışlardı. Tütün yetiştirerek güzel paralar kazanmışlar oğullarını okutmuşlar tam öğretmen olacakken başlarına bu talihsiz olay gelmiş. Biricik oğulları hapishaneye düşmüş kendinin sağlığı bozulmuş. Belki bu hastalıktan kurtulamayacak öbür dünyaya gözleri açık bir şekilde göçüp gidecekti. Ardında gözleri yaşlı bir anne ve küçük bir kız ve de hapiste yatmakta olan bir oğul…

Eşi hiç yalnız bırakmıyor her istediğini yerine getirmeye çalışıyordu. Ama onunda dayanacak gücü kalmamıştı. Bir yanda hapishanede bir oğul bir yanda hastanede ağır hasta yatmakta olan bir eş gönül hangisine yansın hangisine dayansın bazen nefes nefese kalıyor elinden ayağından derman kesiliyordu. İçin için ağlıyor fakat kimseye belli etmiyordu. Mustafa’dan iyice umudu kesmiş oğlu Murat ise daha çok seneler hapiste yatacaktı. Bu acılara kadın haliyle daha nasıl dayanırdı. Bir sabah doktorlar hastaları günlük kontrol yaparken kendi aralarında konuştuklarını duydu. Eşi için umut yok fazla yaşamaz demişlerdi. Bir anda yıkıldı. Ne demek fazla yaşamaz o eşi olmadan nasıl yaşardı bu acılara nasıl dayanırdı. Bütün üzüntüsünü içine atarak eşine destek olmaya devam ediyordu. Ne de olsa Allah’tan umut kesilmezdi. Eylül rüzgarları önüne kattığı yaprakları alıp taşırken dışarıda sert ve soğuk bir hava vardı. Mahkumlar kalın giysilerini giymişler hapishane bahçesinde volta atmakta idiler. Göklerde göç eden kuşlar süzülerek uçuyorlardı. Bu havalar kışa hazırlık yapıyor diye düşündü Murat evet soğuk ve acımasız kış. Günlerdir ziyaretçisi gelmemiş anne ve babasından bir haber alamamıştı. Ayşe kadın ne kadar metin olmaya çalışsa da üzüntüsünü saklayamıyordu. Bir yanda oğlu hapiste bir yanda eşi hastane köşelerinde sağlığı gittikçe bozuluyor. Evlerinde biricik küçük kızları Meryem aile darmadağın bir şekilde rotasını kaybetmiş bir gemi gibi sonu belli olmayan bir mecraya doğru sürüklenmekte idi. Oysa eşi ile birlikte ne hayallerle gelmişlerdi bu yere. Çok çalışıp çocuklarına iyi bir gelecek sağlayacaklardı. Oysa hiç umdukları gibi olmamış hayat onlara acı sürpizler göstermişti. Mustafa’nın durumu hiç iyi değildi. Her gün sağlığı biraz daha kötüye gidiyor. Her gün biraz benzi sararıp soluyordu. Son günlerde iştahı iyice kesilmiş boğazından bir lokma bile geçmez olmuştu. Kadın çaresiz ve umutsuz bir şekilde eşinin başında bekliyor elinden başka bir şey gelmiyordu. Kötü sonu tahmin ediyor ama hiçbir şey yapamıyordu. Biliyordu eşinin ömrü gün be gün tükenmekte onu küçük kızı ile bir başına bırakıp gidecekti. O eşini kaybettikten sonra ne y apardı nasıl yaşardı. Bunları düşünemeyecek kadar bitkin ve yorgundu. Her şeyi akışına bırakmış Mevla neylerse güzel eyler deyip kendince bir teselli bulmuştu. Meryem bir başına evlerinde evi derip toplamaya çalışıyor kendi karnını doyuruyor. Annesinden öğrendiği kadarı ile çamaşırı bulaşığı yıkıyor. Hatta ekmek yapıp hastaneye bile gönderiyordu. Bu arada köye iyice alışan öğretmen bir ev ziyaretinde görmüş olduğu Nergis’ten çok hoşlanmış onunla ilgili bilgiler almıştı. Köy muhtarından yardım isteyerek Nergis’e talip olmuştu. Bir gün kahvehanede muhtar Nergis’in babası Ahmet’e akşam hanım ile birlikte hayırlı bir iş için size geleceğiz demişti. Ahmet eve gelince durumu eşine anlattı. İkisini bir meraktır sardı. Muhtar ve eşi belli ki dünür geleceklerdi ama kimden inşallah hayırlı bir kısmettir diye düşünüyorlardı. Nergis’e bir şey söylemeden kendileri akşam için hazırlık yaptılar. Son bahar rüzgarları tütün çiçekleri arasında raks ederek eserken havalar kışın yakında geleceğini haber verir gibi hafiften soğumaya başlamıştı. Ağaç dallarının uçlarındaki yapraklar sarıdan kırmızıya dönmüş ağaç dipleri dökülen yaprak yığınları ile dolmuştu. Nergis muhtar ve eşinin evlerine gelmeleri ile şaşırmış fakat şaşkınlığını belli etmeden gerekli saygıyı gösterip pişirdiği kahveyi onlara ikram etmişti. Muhtar hoş beş hatır sorduktan sonra lafı fazla uzatmadan söze girmiş Nergis kızımıza hayırlı bir kısmet için geldik deyivermişti. Hayırlı kısmetin köydeki öğretmen olduğunu öğrenen Ahmet bey ve eşi çok mutlu olmuş ama hemen tamam dememişti. Malum kız evi naz evi derlerdi. Muhtar ve eşi gittikten sonra Ahmet bey ve eşi Nergis’in fikrini sormuşlar o da siz nasıl uygun görürseniz demişti. Bu saatten sonra onun için hayatın anlamı kalmamış artık aşkını kalbine gömmüş anne ve babasını mutlu etmekten başka bir amacı yoktu. Öğretmen köye geleli birkaç yıl olmuş sevecen cana yakın bir insandı. Alçak gönüllü olduğu için çekinmeden köylülerin davetlerine gider onların her dertlerine koşardı. Sanki köyden biri olup çıkmıştı. Yoksul bir ailenin oğlu olan öğretmen devlet bursu ile okumuş okulu bitirdiği zaman anne ve babasını elim bir trafik kazasında kaybetmiş hayatta bir başına kalmıştı. Acılarını kalbine gömmüş hayata tutunmaya çalışıyordu. Kendine tutunacak bir dal bir hayat arkadaşı arıyordu. Nergis kızı daha ilk görüşte beğenip etkilenmiş ve onu kendine eş olarak yakıştırmıştı. Ahmet bey öğretmeni oldum olası sever zaman zaman köy kahvesinde oturup dertleşirlerdi. Öğretmen okumuş insandı maaşı vardı. Kızları onunla evlenirse maddi anlamda bir sıkıntıları olmazdı. Eşi ile birlikte bu evliliğin olmasını canı gönülden istiyordu. Hanımı da öğretmeni evlerine yemek için geldiği zaman görmüş ve onu çok beğenmişti. Muhtarın adet üzere eşi ile birlikte bir daha ki dünür gelişinde naz yapmadan olur demişlerdi. Nergis kız hayatında bir daha sözlenip söz yüzüğünü parmağına takmıştı. Mustafa hastaneden bir türlü çıkamamış sağlığı iyice kötüleşmişti. Soğuk bir sonbahar akşamı hastane odasında son nefesini vermiş hayattan göçüp gitmişti. Cenaze için Murat’a izin verilmemiş o babasının cenazesine bile katılamamıştı. İçinde kabuk bağlamaya çalışan yaraları yeniden depreşip babasının vefatı ile yeniden kanamaya başlamıştı. Kader onu hep köşeye sıkıştırıyor her an acı bir sürpiz ile onu karşılıyordu. Bir anda çökmüş adeta hayattan kopar gibi olmuştu. Bu acı günlerinde en büyük destekçisi koğuş arkadaşları olmuştu. Onu hiç yalnız bırakmadan hep teselli etmişlerdi. Oysa babasını ne çok severdi. Babası ona hep destek olmuş onu hiç yalnız bırakmamıştı. Şimdi hayatta tek dayanağı annesi ve kardeşi kalmıştı. Hapiste daha uzun yıllar kalacak belki burada çürüyüp gidecekti. Yemekten içmekten kesilmiş için için ağlar olmuştu. Bazen kendi kendine sormadan edemiyordu. Bu kara günler gelip geçer mi diye bu kara günlerin ardından bir güneş doğar mı acaba. Ranza arkadaşı ve koğuş arkadaşları kendisine hep teselli vererek bu acılara dayanmasına yardımcı oluyorlardı. Eşini kaybeden Ayşe kadın evin hem erkeği hem kadını olmuş bir yanda oğlu hapiste Murat bir yanda eşi vefat etmiş küçük kızı ile birlikte hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Acılar onu o kadar yıpratmıştı ki yüzü çizgilerle dolmuş elinden ayağından derman kesilmişti. Saçlarına aklar dolmuş hayatta çöküp gitmişti. Sık sık eşinin mezarına gider dua okur ağlardı. Güçlü olmak zorundaydı ama nasıl kadın haliyle ne kadar güçlü olabilirdi. Bu kadar acıya daha ne kadar dayanabilirdi. Bereket kızı Meryem vardı onun eli ayağı idi yapılacak işlere koşuyor ona hep yardımcı oluyordu. Meryem on beşini geçmiş artık genç kız olmuştu. Çektiği çilelere rağmen aydınlık yüzlü sürmeli gözlü güzel bir kızdı. Köyün gençlerinin hayallerini süslüyordu. Ama o acılar içinde nasıl büyüdüğünün bile farkına varmamıştı. Nergis anne ve babasının isteği ile öğretmen ile evlenmeye razı olmuş aile ve öğretmen vakit geçirmeden düğün hazırlıklarına başlamışlardı bile. Tütünler basılıp balya haline getirilmiş zeytinler toplanmış fabrikalara götürülüp yağ çıkarılmıştı. Yağ fabrikalarında işçiler çift vardiya çalışıyorlardı. Fabrikaların oluklarından altın sarısı rengi ile zeytinyağı akıyordu. Zeytinyağı çıkaran fabrikaların atık suları akıp giderken yaşlı kadınlar bu atıkların köpüklerini toplayıp sabun yapıyorlardı. Şiddetli rüzgarların ardından yağmurlar yağmış kış gelip çatmıştı. Her evin bacasından katmer katmer dumanlar yükseliyordu. Sobalar gürül gürül yanıyordu. Karşı dağların doruklarında karlar görülüyordu. Bereket Mustafa sağlığında bol bol odun getirmiş evin bahçesine istiflemişti. Birkaç kış yetecek kadar odunları evin bahçesinde duruyordu. Ayşe kadın da her fırsatta eşeğine bir yük odun yükleyip evlerinin bahçesine atıyordu. Çok şükür yiyecekleri de vardı. Sadece babalarının yokluğu ve oğullarının hapiste olmasının acısı yetip artıyordu. Yine de anne ve kız bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyorlardı. Günler günleri kovalamış bademler beyaz çiçeklerini açmış kırlarda laleler yüzlerini göstermişti. Tüm haşmetiyle ve güzelliği ile bahar gelmişti. Nergis ve Salih öğretmen bu bahar evleneceklerdi. Genelde düğünler dernekler bahar aylarında yapılırdı ki tütün zamanına denk gelmesin nergis evleneceği için tüm hazırlıklarını yapmış anne ve babası çeyizi için ne gerekiyorsa onu almıştı. Eğlenecek insanlarda tatlı bir telaş tatlı bir heyecan olurken Nergis hiç heyecan duymuyordu. Sanki bir görevi eda edercesine evlilik hazırlıklarını yapıyordu. İçinde hala Murat’a olan sevgi duruyor keşke bir umut olsa keşke Murat’ın cezası bitse keşke eğleneceği kişi Murat olsa. Salih öğretmen çok mutlu ve sevinçliydi. Nergis’i daha görür görmez sevmiş kalbinin köşesine onu koymuştu. Onu Nergis’in geçmişi ilgilendirmiyordu. O bundan sonrası için Nergis ve kendisi için mutlu bir evlilik hayal ediyordu. Aslında Nergis şanslıydı. Evleneceği kişi okumuş öğretmen olmuş yakışıklı bir gençti. Köy kızlarının hepsi Nergis’i içten içe kıskanıyordu. Nihayet düğün günü gelip çatmış kına gecesi için geniş bahçeli bir evin avlusunda kızlar ve kadınlar toplanmış çalgı eşliğinde oynamaya başlamışlardı. Nergis’in kına gecesi için giymiş olduğu elbise çok güzeldi. Elbise içinde bir kuğu gibi süzülüyordu. Yine köyün gençleri Salih öğretmen için köy meydanında toplanmış yöresel oyunlar oynuyorlardı. Köy meydanında içkiler içiliyor tabancalar patlıyordu. Ahmet bay düğün için gelen misafirleri ağırlamak için kazanlar vurdurmuş kazanlarda nohut pilav ve et yemekleri pişmekte idi. Köyün gençleri öğretmenin ikramı olan içkileri içiyor coştukça coşuyordu. Eğlenceler gece boyunca sürmüş nihayet gelin ve arkadaşları ellerine kınalar yakarak evlerine dönmüştü. Ertesi gün köy gençleri davul zurna eşliğinde köydeki evleri dolaşarak sini topluyordu. Sini toplanırken bir yandan da davul zurna eşliğinde gençler oyunlar oynuyorlardı. Damadın sağdıcı en önde bayrak taşıyordu. Öğlenden sonra yine davul zurna eşliğinde köyün erkekleri gelin arabasının ardında kız evine doğru gelin almak için yola çıkmışlardı. Davul zurna eşliğinde köyün erkekleri ve önlerinde bayrak ile damadın sağdıcı ağır ağır ilerleyerek gelin evine gelmişlerdi. Köyün erkekleri sıra olarak geline ellerini öptürmüşler karşılığında bir miktar para vermişlerdi. Bu arada gerdek için hazırlanan gelin kapıda bekleyen arabaya babasının gayret kuşağını bağladıktan sonra akrabalar ve yengelerin yardımı ile bindirilmişti. Gelin arabaya bindirilirken buğday ve şeker karışımı içine konulan bozuk paralar gelin arabasının üzerinden serpilmiş köy çocukları paraları ve şekerleri kapmak için birbirleriyle adeta yarışmıştı. Gelini alan davul zurna ekibi ve köyün erkekleri davul zurna eşliğinde kız evinden oğlan evine doğru yola çıkmıştı. Yine köyün gençleri davul zurna eşliğinde oyunlar oynuyor içkiler içiliyor ve tabancalar patlıyordu. Gelin arabası konvoyun arkasından ağır ağır ilerliyordu. Bazı sokaklarda gelin arabasının önü kesiliyor damadın akrabaları gelin arabasının önünü kesen insanlara bir miktar para vererek gelin arabasının önünü açıyordu. Nihayet gelin arabası ve köyün erkekleri damat evine gelmişlerdi. Gelin arabası gelmeden önce gelen müjdeciler damattan yüklü bir bahşişi almıştı bile. Yengelerin yardımı ile gelin arabasından inen Nergis bundan sonra yaşayacağı kendi evine ilk adımını atmıştı. Gelini kapıda karşılayan damat ona yüz görümlüğü takmak için gelinin duvağını açmıştı. Alkışlar arasında gerdek odasına giden gelin ve damat mutlu bir hayata adım atmanın heyecanı içindeydi. Gelini damadın evine bırakan köyün gençleri ve erkekleri dağılıp evlerine gittiler. Akşam olmuştu. Akşam ezanıyla birlikte namaz kılan yeni evliler gerdek odasına kapanmışlardı. Havalar ısınmış yazın habercisi bir çift leylek cezaevinin karşısındaki dama tünemişlerdi. Murat cezaevi şartlarına alışmış acıları nasır tutmuş yüreğine saklanmıştı. Hayatı akışına bırakmış yaşamına devam ediyordu. Ayşe kadın ara sıra ziyaretine gelerek bir miktar para ve temiz çamaşır getiriyordu. Bu arada ranza arkadaşının cezası dolup tahliye olmuştu. Murat bir kardeşinden ayrılmış gibi üzülmüş ve kendini biraz daha yalnız hissetmişti. Ayşe kadın kendi başına tütün ekememiş kızı Meryem ile gündeliğe giderek evin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. Bazı günler rahatsızlanıyor o günlerde evde kalıp dinleniyordu. Meryem her zaman onun en büyük yardımcısı idi. Tütün dikimleri bitmiş tütünler karıklardan çıkarak boy vermeye başlamışlardı. Hele ilk çapası yapılan tütünler tarlaları yeşile boyamıştı bile. Yine sabahın erken saatlerinde traktör sesleri at arabası sesleri birbirine karışıyor tarlalara giden yollar toz içinde kalıyordu. Koğuşta saz çalan genç artık acılı türküler söylemiyordu. Sazının teline dertli dertli değil neşeyle dokunuyordu. Çünkü çok yakın zamanda tahliye olup ceza evinden çıkacaktı. Cezaevi bir yandan boşalıyor bir y andan yeni gelen mahkumlarla doluyordu. Ceza evi koğuşu hiç boş kalmıyor gidenin yerini yenisi alıyordu. Murat bu koğuşta artık eskilerden olmuştu. Cezasının dolmasına daha seneler vardı. Nergis öğretmen Salih ile evlenmiş yaşamış olduğu aşkı geçmişte bırakmış yeni bir hayata başlamıştı. Bu arada Meryem ile annesi nafakalarını çıkarabilmek için durmadan gündelik işlere gidiyor durmadan dinlenmeden çalışıyorlardı. Tütün dikiminden çapasına sonra tütün kırmaya tütünler bitince zeytin toplamaya koşturup duruyorlardı. Ziyaret günlerinde Murat’ı ziyaret edip ona yeni elbiseler ve para bırakıyorlardı. Ona babasının yokluğunu hissettirmiyorlardı. Bu arada gündeliğe giden Meryem komşularının oğlu Hasan’ın dikkatini çekmiş Hasan ile Meryem arasında bir yakınlaşma başlamıştı. Başlarda arkadaşça başlayan bu yakınlaşma zamanla bir tutkuya dönüşmüştü. Hasan köyün yakışıklı gençlerinden iyi bir delikanlı idi. Meryem genç kızlığın ve ergenliğin verdiği duygu yoğunluğu ile Hasan’a iyice bağlanmış onu görmeden edemez olmuştu. İki genç sık sık buluşarak geleceğe dair planlar yapıyorlardı. Bu yakınlaşma ailelerin gözünden kaçmamış. Aileler karşılıklı anlaşarak gençleri evlendirmeye karar vermiş ve söz kesmişlerdi. Meryem ve Hasan bu duruma çok sevinmişler ve mutlu olmuşlardı. Söz kesme işini öğrenen Murat çok sevinmiş hiç itiraz etmemişti. Babası vefat etmiş kendisi hapiste annesine de bir şey olursa Meryem bir başına ne yapardı. Onun için başının bağlanması bir sahip çıkanı olması iyi olurdu. Eşinin vefat etmesi Murat’ın hapishanede olması Ayşe kadını iyice yıpratmış sağlığını bozmuştu. Sık sık hasta olup yataklara düşüyordu. Meryem ona çok iyi bakıyor bir dediğini iki etmiyordu. Bu arada dünürleri de sık sık ziyaretine geliyor sağlığı ile ilgileniyorlardı. Murat’ın okul arkadaşı verdiği yalan ifade ile Murat’ın hapis yatmasını sağlayan öğretmen son günlerde iyice huzursuz olmuş yaptığı işten iyice pişman olmuştu. Sık sık rüyasında Murat’ı görüyor Murat’ın yaktınız beni yaktınız ahirette iki elim iki yakınızda olacak cehennemde cayır cayır yanacaksınız sözlerini duyuyordu. Bu durum eşinin gözünden kaçmıyordu. Çekmiş olduğu vicdan azabı dayanılmaz bir hal almıştı. Ne olursa olsun sonucu neye mal olursa olsun gidip mahkemeye ifadesini yalan verdiğini kitapların Murat’ın olmadığını söylemek istiyordu. Bir yanda mesleği bir yanda evliliği bir yanda yalan ifadeden hapis yatacak olması gözünü korkutuyor mahkemeye gitmekten ifadesini değiştirmekten vaz geçiyordu. Yalan ifade veren diğer arkadaşlarının durumu da ondan farksız değildi. Onlarda sık sık uykularında kabuslar görüyor kan ter içinde uykularından uyanıp korkuyorlardı. Bu dayanılmaz hale meslekleri evlilikleri ve çocukları için katlanıyorlar sabır ediyorlardı. Bu hal böyle ne kadar sürer ne kadar dayanabilirler onlarda bilmiyorlardı. Dallara su yürümüş ağaçlar yeşile bürünmüş bahar gelmişti. Bu bahar Meryem ve Hasan’ın düğünü vardı. Meryem bir yanda evlenmenin sevinci bir yanda annesinden ayrılmanın hüznü içinde düğüne hazırlanıyordu. Ayşe kadın bir yandan seviniyor bir yandan yalnız kalacağı için üzülüyordu. Oğlu Murat hapishanede eşini kaybetmiş kızı da gelin olup gidecekti. Koca evde bir başına nasıl yaşardı. Bir yandan da bir ayağı çukurda ya kendisine bir şey olursa Meryem bir başına ne yapardı. Düğün günü gelip çatmış davullar zurnalar eşliğinde köyün delikanlıları sini toplamak için köyün sokaklarında dolaşıyorlardı. Akşam kına gecesinde Meryem ve kız arkadaşları oynayacaklar köyün kadınları bu oyunları seyredeceklerdi. Özellikle oğlu olan kadınlar oğulları için kız bakıp beğeneceklerdi. Meryem al gelinliğinin içinde çok hoş görünüyordu. Akşam kına eğlencesi bitince geline kına yakmak için oğlan evi yengeleri ve kayınvalidesi Meryem’i kına odasına götürdüler. Tam kına yakılacakken Meryem adet üzere ellerini açmadı. Yengeler anne gelin elini açmıyor deyince kayınvalide bir cumhuriyet altının geline vererek kına yakılma işini başlattı. Kına yakıldıktan sonra Meryem ve kız arkadaşları o geceyi birlikte geçirdiler. Ertesi sabah davullar zurnalar çalarak köyün gençlerini eğlendiriyordu. Köy meydanında içkiler içiliyor gençler davul zurna eşliğinde yöresel oyunları oynuyorlardı. Öğleden sonra köyün gençleri ve erkekleri gelin arabası eşliğinde gelin almak üzere kız evine doğru gelin arabası ile birlikte gitmeye başlamışlardı. Gelinin bir an önce gelmesini bekleyen Hasan heyecan içinde yerinde duramıyordu. Önde bayraktar ardında gençler oyunlar oynayarak nihayet kız evine gelmişlerdi. Kız evinde köyün erkekleri ellerini öptürerek geline bir miktar para vermişler nihayet Meryem gelinliği içinde gelin arabasına binerek bundan sonra yaşayacağı yeni evinin yolunu tutmuştu. Gelin arabası ve düğün konvoyu geldiği gibi ağır ağır damadın evine doğru giderken bazı sokaklarda yolu kesilmiş damadın babası yol kesen çocuklara bir miktar para vererek yolu açmıştı. Damadın evine gelen gelin arabasından gelin inecekken başlayan bir yağmur herkesi bir güzel ıslatmıştı. Yağmur berekettir derler. Meryem’de yeni evine bereketiyle gelmişti. Gerdek odasına geçen yeni evliler şükür namazından sonra baş başa kalabilmişlerdi. Meryem gelin olup gittikten sonra Ayşe kadın yalnızlığı ile bir başına kalmış hayata tutunmaya çalışıyordu. Ziyaretçi günlerinde oğlu Murat’ı ziyaret ediyor ona temiz çamaşırlar ve elleri ile yaptığı börekleri götürüyordu. Yine gündeliğe giderek kazandığı paranın bir miktarını oğluna veriyordu. Bazı ziyaret günlerinde kızı ve damadı da ona eşlik ediyordu. Traktörler tarla yollarına tozu dumana katarak tütün tarlalarına sabahın erken saatlerinde tütün dikmek için gidiyorlardı. Önce fideliklerde dikilecek fideler seçilip küfelere döşeniyor fide seçim işi bitince tarlaya gidip seçilen fideler özenle açılan karıklara baskılar yardımı ile dikiliyordu. Akşamın geç saatlerine kadar tütün diken aileler akşam yemeğinden sonra kendilerine yataklara atıp dinleniyorlardı. Ayşe kadın komşularına tütün dikmek için gündeliğe gidiyor akşama kadar tütün dikip akşam eve kendini zar zor atıyor bir parça yemek yiyerek yatıp dinleniyordu. Meryem ve Hasan yeni evli olmanın mutluluğu ile her işe koşuyorlar aileleri bazen onları evde bırakarak yeni evli olmanın hazzını yaşamalarını sağlıyorlardı. Onlarda bu fırsattan istifade birbirleriyle mutlu anlar yaşıyorlardı. Zaten aynı mahallede oturdukları için birbirlerini iyi tanıyorlardı. Cezaevi Murat’ı iyice yıpratmış yüzünde çizgiler oluşmuş siyah saçlarına aklar karışmıştı. Burada eskilerden olduğu için sözü dinleniyordu. Diğer mahkumlar ona değer veriyor saygı gösteriyordu. Yaşıtları ve kendisinden ufaklar ağabey derken kendinden büyükler kardeş diye hitap ediyordu. O da kendisine gösterilen saygı ve sevgiden dolayı kimseyi kırmıyor derdi olanın derdine koşuyor herkese aynı mesafede büyüklerine saygı küçüklerine sevgi gösteriyordu. Cezaevinin çile dolu günleri acılar sevinçler dertler paylaşılarak geçip gidiyordu. Ayşe kadın gündelikten geldiği o gün kendini iyice yorgun hissetti. Yemek yemeğe bile fırsat bulamadan kendini yatağa atıp derin bir uykuya daldı. Rüyasında Mustafa’yı görüyordu. Mustafa çok bekletme artık seni çok özledim durma gel diye kendisine sesleniyordu. Uyandığında hırıltılı sesler çıkarıyordu. Kalkıp bir yudum su içmek istedi. Ama kendisinde o dermanı bulamadı. Zor zahmet kelimeyi şahadet getirerek ruhunu teslim etti. O sabah gündeliğe gittiği komşusu onu çağırmak için eve geldiğinde yatakta hareketsiz bir şekilde yattığını gördü. Bütün seslenmelerine rağmen bir ses alamadı. Gözyaşları eşliğinde eşine dostuna haber vererek Ayşe kadının vefat ettiğini söyledi. Köyün minaresinden acı bir sela sesi yankılanıyordu. Eşini kaybettikten sonra yaşama daha fazla tutunamayan Ayşe Kadın vefat etmişti. Annesinin vefatını öğrenen Murat yalvar yakar izin alarak jandarmalar eşliğinde annesinin cenazesine katılmış ona son duasını etmiş mezarına kendi elleriyle yerleştirip üstüne toprak atmıştı. Cenazeden sonra yine geldiği gibi jandarmalar eşliğinde cezaevine dönmüştü. Annesini kaybeden Meryem günlerce ağlayıp üzülmüş bu üzüntülü günlerinde eşi ona hep destek olmuştu. Tekrar cezaevine dönen Murat kendini o kadar yalnız hissediyordu ki hayatta kardeşinden başka kimse kalmamıştı. Sevdiği kız evlenmiş babası ve annesi vefat etmiş kendisi cezaevinde çile doldurmakta idi. Zaman zaman ben sana ne yaptım kader demekten kendini alamıyordu. Yine ziyaret günlerinde kardeşi Meryem ve eşi hasan ziyaretine geliyor temiz çamaşır bırakıp kirlileri alıp gidiyorlardı. İhtiyaçları için de bir miktar para bırakıyorlardı. Atmış olduğu iftiradan ve gördüğü korku dolu rüyalardan bunalan öğretmenin başı dertten kurtulmuyordu. Almış olduğu yeni araba ile kaza yapmış ölümden dönmüştü. Sık sık rüyasında Murat’ı görüyor sen beni yaktın Allah’ta seni  yakacak diyordu daha fazla dayanamayıp bir avukata akıl danışmayı uygun buldu. Tanıdığı bir avukata başından geçenleri bir bir anlatıp ne yapması gerektiğini sordu. Avukat çok büyük bir yanlışlık yapmışsınız dedi. Sizin yüzünüzden bir arkadaşınız yok yere hapis yatmakta işinden mesleğinden olup acılar çekmekte vakit kaybetmeden hemen mahkemeye başvurup yaptığınız bu yanlışı düzelmelisiniz hatta ben de bu konuda size yardımcı olurum deyince vakit kaybetmeden mahkemeye başvurdular. Mahkeme diğer iki öğretmeni de çağırıp ifadelerini aldı. Murat suçsuzdu. Suçsuz bir şekilde cezaevinde yatmış mesleğinden olmuş sevdiklerini kaybetmişti. Geçen acı dolu yılları ona kim verebilirdi. Her şeye yeniden başlamaya ne cesareti ne gücü vardı. Kim için ne için yaşayacaktı. Bundan sonra ne yapardı. Mahkemenin suçsuzluğuna karar vermesiyle Murat’ı serbest bırakıp diğer arkadaşlarını yanlış ifade vermekten hapse atmışlardı. Artık onlarda yaptıkları yanlış işin cezasını çekeceklerdi. Mesleklerinden olmuş kendilerini cezaevinde bulmuşlardı. Murat cezaevinden çıkınca köye dönmek istemedi. köye dönecek ne hali nede yüzü vardı. Bütün sevdiklerini kaybetmiş hayatta bir amacı gayesi kalmamıştı. Yıllarca beraber hapis yattığı arkadaşını İstanbul’da ziyaret etmeye karar verdi. O arkadaşının eli uzundu elbette ona bir yardımı dokunurdu. Dile kolay aynı ranzada yıllarca beraber yatmışlar ekmeklerini sularını ve en önemlisi acılarını paylaşmışlardı.  İstanbul’a varınca hayretler içinde kaldı koca bir şehir gir git bitmek bilmiyor otobüs terminale varınca bir telefon kulübesinden arkadaşını aradı. Arkadaşı telefonda Murat’ın sesini duyunca hem çok sevindi hem çok şaşırdı. Cezaevinden çıktığını ve şu an İstanbul’da olduğunu öğrenince beklemesini söyleyip arabaya atladığı gibi terminalin yolunu tuttu. Uzun süredir görmediği cezaevi arkadaşını karşısında görünce hem çok sevindi hem de çok şaşırdı. Senin daha çok cezan vardı. Nasıl oldu da çıktın diye sordu. Murat olanları bir bir anlattı. Son model araba kalabalık trafik arasında zar zor ilerliyordu. Hasan ile Murat arka koltukta koyu bir sohbete dalmışken nihayet Hasan’ın evine geldiler. Ev muhteşem bir saraya benziyordu. Geniş bahçe içinde çeşit çeşit ağaçlar ve bahçenin ortasında geniş bir havuz. Araba durunca arabayı süren genç adam hızlıca arabadan inip ikisinin de kapılarını açtı. Hasan kendinden emin bir şekilde buyur Murat kardeş ev senin istediğin kadar kalabilirsin başımın üstünde yerin var dedi. Murat teşekkür edip sağ ol dedi.  İki arkadaş Hasan’ın çalışma odasına geçip koyu bir sohbete dalıp eski günleri yad etti. Bu arada Hasan Murat’a lazım olur diyerek bir tomar para verdi. Murat almak istemese de Hasan ne olur ne olmaz al yanında bulunsun dedi. Hasan karanlık işlere bulaşmış bu yüzden servetini iyice çoğaltmıştı. Yanında bir sürü adam çalıştırıyor yasadışı her şeyi yaparak para üstüne para kazanıyordu. Parasının hesabını kendi bile bilmiyor su gibi para harcıyordu. Murat’a gel beraber çalışalım sana bir mekan açalım çalıştır diyecek oldu Murat ben bu işlerden anlamam diyerek arkadaşının teklifini geri çevirdi. Fakat Murat artık köye de dönemezdi yaşadıklarından sonra köye dönse ne yapardı. Köyde kardeşinden başka kimsesi yoktu. Hem köyde ne iş yapardı. Karnını nasıl doyururdu. Hasan yasadışı olarak yurt dışına insan kaçırıyordu. Belli bir para mukabilinde insanları kaçak olarak gemilerle yurt dışına çıkarıyordu. Murat’a istersen seni yurt dışına bir ülkeye göndereyim dedi. Murat bir az düşündü. Bundan sonra nerede olursa olsun yaşardı. Yeni bir hayat kurmak onun için iyice zordu. Türkiye’de ona kimse iş vermezdi esnaflıktan anlamaz çiftçilik yapamazdı. Arkadaşının teklifi ona cazip gelmişti. Arkadaşı ilk kafile ile seni Yunanistan’a göndereceğim dedi. Bu arada misafirim ol keyfine bak diye ekledi. Murat kardeşi Meryem ve eniştesini görmek için köye gitmesi gerektiğini söyledi. Hasan sana bir araba ve bir adam veririm gider görür gelirsin dedi. Murat bu teklifi kabul etti. Hasan’ın verdiği araba hemen yola çıkarak köye doğru yol almaya başladı. Araba köye geldiği zaman vakit geceyi çoktan geçmişti. Araba kız kardeşinin evinin önünde durdu. Murat kapıyı sessizce tıklattı. Uzun bir zaman sonra kapıyı eniştesi açtı. Karşısında Murat’ı gören eniştesi ona hasret ile sarıldı. Hep birlikte eve girdiler. Kardeşi Meryem ağabeyini görünce şaşkınlık ve sevinçten ne yapacağını şaşırdı. Hemen ocağa bir çay sürdü. Sobaya odun atarak odanın ısınmasını sağladı. Murat vakit kaybetmeden konuya girdi. Kendilerinden helallik almak için geldiğini artık bu ülkeden Yunanistan’a gideceğini söyleyince kardeşi ve eniştesi gitme diye yalvardılar birlikte çalışır birlikte yeriz dedilerse de Murat bir türlü kabul etmedi. Demlenen çaylarını yudumladılar önlerine konan sofrada karınlarını doyurdular iki kardeş bir güzel sarılarak bir birleriyle helalleştiler. Gecenin içinde araba geldiği gibi köyden çıkıp gitti. Murat ardında çocukluğu gençliği ve sevdasını bırakıyordu. Bir anda tütün tarlalarının içine dalıp gitti. Annesi babası gözünün önüne geldi. Nergis kınalı saçlarıyla nazlı nazlı yürürdü. Annesi ve babası ölmüşler Nergis evlenmişti. Duyduğu kadarıyla çocukları olmuştu. Her şeyi ardında bırakıp gidecekti. Artık buralarda yaşayamazdı. Araba son suret kasabaları şehirleri bir bir geçerek öğleye doğru İstanbul’a girmişti. Hasan arkadaşını karşısında görünce hasretle kucakladı. Kardeşim gitme daha şimdiden seni özledim diyecek oldu. Murat gitmekte kararlı idi artık yaşananlardan sonra bu ülkede yaşayamazdı. Arkadaşına teşekkür ederek bana iyilik yapmak istiyorsan bir an önce beni buralardan gönder dedi. Hasan da tamam arkadaşım seni ilk kafile ile göndereceğim söz dedi. Murat birkaç gün İstanbul’u gezdi eğlence mekanlarında vakit geçirdi. Yine Hasan’ın evinde yatıp kalkıyordu. Nihayet beklenen gün gelip çatmıştı. Yunanistan’a gidecek kafile için gemi limana yanaşmış yolcularını beklemeye başlamıştı. Hasan Murat’ı alıp araba ile limana doğru yola çıktı. Murat heyecan ve burukluk içinde ülkesini terk etmenin pişmanlığını duyuyordu. Ekmeğini yediği suyunu içtiği vatanından ayrılmak kolay değildi. Ama yaşanan olaylar onu bu noktaya getirmiş tüm sevdiklerini kaybetmiş insanlara karşı güvenini yitirmişti. Oysa onunda kalbi vardı o da sevmişti. O da evlenip yuva kurmak öğretmen olup bu vatana hizmet etmek istemişti. Olmamış olamamış bu yaşamı ona çok görmüşlerdi. Bir iftiraya uğramış yıllarca hapishanelerde yatmış öğretmenlik hayali suya düşmüş anne ve babası vefat etmiş sözlendiği kız evlenip gitmişti. Artık burada kim için yaşayıp hayata tutunacaktı. Arkadaşı ayrılırken bir zarfın içinde yüklü miktarda döviz vererek onunla vedalaştı. Murat almak istemese de o lazım olur yanında bulunsun diye ısrar ederek zarfı eline tutuşturdu. Murat’a sahip çıkması hususunda kaptanı uyardı. Gecenin geç saatlerinde Marmara’nın lacivert sularında gemi köpükler çıkararak hareket etti. Hava hafif rüzgarlı olmasına rağmen Murat güvertede denizi seyrediyordu. Denizde esen hafif rüzgar onu alıp geçmişe yıllar öncesine götürdü. Bu aylarda tütünler kırılırken havalar soğumaya başlar kırımı son ellere gelen tütünler esen rüzgar ile birlikte kurumuş tütün çiçeklerini düşürürlerdi. Ah o günler diye içini çekti. Annesi babası kardeşi ne mutlu bir aile idik diye düşündü. Her şey kaderin elinde bir anda tersine dönmüş okulda uğradığı iftira yüzünden her şeyinden olmuştu. Pembe beyaz çiçekleri ile yemyeşil tütün tarlası gözünün önünden geçti. Yüreği burkulur gibi oldu. Artık oralarda tütün ekilmiyormuş diye kendi kendine söylendi. Tütün tarlalarının yerine zeytin dikilmiş insanlar artık geçimlerini tütünden başka şeylerde arar olmuşlardı. Köyün gençleri yakındaki maden ocağında çalışarak geçimini sağlıyorlardı. Hava iyice kararmış güvertede kendisinden başka kimse kalmamıştı. Uzaklarda koca bir geminin ışıklarından başka bir şey görünmüyordu. Hava da iyice soğumaya başlamıştı. Dalgalar bazen yükseliyor boyları güverteye dek ulaşıyordu. Gemi Marmara’dan Ege’nin sularına geçmiş kendi halinde yol almakta idi. Bir anda sahil güvenlik botu yanlarından sirenler çalarak geçti. Devriye atıyorlar diye düşündü. Kaçak göçmen tekneleri için devriye atıyordu. Bu mevsimde kaçak göçmenler sıklıkla gemilerle önce Yunanistan’ a oradan Avrupa ülkelerine geçiyorlardı. Hoş bu gemide kaçak göçmen gemisi idi. Kendisi de diğer kaçaklar gibi önce Yunanistan’a sonra Fransa’ya gidecekti. Orada yeni bir hayat kurup hayata tutunmaya çalışacaktı. Güverteden kendisine tahsis edilen kamaraya geçip uzandı. Gözleri ağırlaşmış uykusu gelmişti. Daha fazla direnmeden tatlı bir uykuya daldı. Bağırış çağırış içinde uykudan uyandı gemidekiler can derdine düşmüş ne yapacaklarını bilmeden bağırış çağırış bir hengamede gemiyi kurtarmaya çalışıyorlardı. Gemi sahil güvenlik botlarından kaçabilmek için kıyı boyunca yol almış tam Yunanistan hududunu geçtiği zaman bir kayaya çarpmış batmak üzereydi. Murat hemen güverteye koştu. Güverte sular içindeydi. Bir anda üstüne bir direk devrildi. Hareketsiz boylu boyunca yere serilip kaldı. Gemi dalgalara daha fazla dayanamayarak battı.

Sabah erkenden balık tutmak için denize açılan Niko ve oğlu sahilde bir karartının olduğunu fark etti. Bu bir insan olmalıydı. Vakit kaybetmeden karartının olduğu yere doğru kürek çekmeye başladı. Yanılmamıştı. Karartı bir insandı hemen onu kayığa aldılar. Önce nabzını kontrol edip yaşayıp yaşamadığına baktılar evet çok derinden de olsa nabzı atıyordu. Onu hemen bir battaniye ye sararak geri dönüp evlerinin yolunu tuttular. Hanımı ve kızı balıktan dönmelerine şaşırmış bir halde onları kapıda karşıladı. Niko bu gün büyük balık tuttuk inşallah onu yaşatırız dedi. Hemen onu yanan sobanın yanına uzatıp evin oğluna komşu doktoru çağırmasını söyledi. Oğlan koşar adım evden çıkıp doktoru çağırdı. Doktor gelip Murat’ı bir güzel muayene etti. Çok şükür kırık ve çıkık yok iyi bir bakım ile iyi olur dedi. Yazdığı reçeteyi nasıl kullanacaklarını iyice tarif edip gitti. Evin oğlu Yorgo hemen koşup eczaneden ilaçları alıp geldi. Murat kendini bilmeden günlerce yattı. Bazen hayal mayal gözlerini açtığında kendine bakan iki kara gözü gördü. İki kara göz hep ona acıyarak bakıyordu. Bu evin biricik kızı Eleni idi. Anne ve babası Murat’ı ona emanet etmişti. O da Murat’ı gözü gibi bakıyordu. Elleriyle çorbasını içiriyor. İlaçlarını hazırlayıp veriyor yüzünü temizliyordu. Günlerden bir gün Murat neredeyim ben diyecek oldu. Evin kızı hemen yanına gelerek korkma biz dostuz bizden sana zarar gelmez dedi. Kız kasabadaki Türk arkadaşlarından Türkçe öğrenmiş Türkçe konuşabiliyordu. Zaten kasabada Türkler ve Rumlar birlikte yaşayıp gidiyorlardı. Murat olanları hatırlamaya çalışıyor fakat bir türlü hatırlayamıyordu. Kafasının içinde kocaman bir sis perdesi her şeyi sanki yok etmişti. Gemi kazasını televizyonlar haber olarak vermiş birçok kaçak göçmen kaybolmuş bir çoğunu arama kurtarma ekipleri kurtarmış kaçak göçmenlerden bir kaçı ölmüş bir kaçı da yaralı olarak kurtulmuştu. Murat kaybolmuş onu da rum balıkçısı ve oğlu sahilde bulmuştu. Eleni tüm zamanını Murat ile ilgilenerek geçiriyordu. Onu hiç yalnız bırakmıyor kendine gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Bu sahil kasabası geçimini balıkçılık ve tütün ekiminden sağlıyordu. Türkiye’de tütün ekimi bitme noktasına gelmişken buralarda hala tütün ekiliyor ve bir çok aile geçimini tütün ekerek sağlıyordu. Kendini bilmez bir şekilde günlerce yatan Murat nihayet günün birinde kendine geldi. Yaşadıkları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Çocukluk yılları okuduğu okullar hapis hayatı ve gemi kazası hepsi ama hepsi gözünün önünden gelip geçti. Eleni Murat’ın kendisine gelmesine çok sevindi hemen ailesine koşarak haber verdi. Hep birlikte eve gelen aile bu olayı sevinçle karşıladı. Çok şükür Murat hayata dönmüş kırığı çıkığı olmadan birkaç küçük yarayla kurtulmuştu. O yaralar da zaman içinde iyileşmişti. Günlerce evde yatmaktan sıkılan Murat Eleni ile birlikte çevreyi dolaşmak istedi. Burası tıpkı ülkesinde bir sahil kasabasını andırıyordu. Sahil boyunca yemyeşil tütün tarlaları zeytin ağaçlarıyla sanki kendini Türkiye’de sanırdı insan. Murat tütüncülüğü biliyordu. Tütün ekiminden kırımına her şeyi öylesine özlemişti ki hiç sıkılmadan yorulmadan aile ile birlikte tütün işine sarılmış onların en büyük yardımcıları olmuştu. Onlarda bu çalışkan genci çok sevmiş ailece bağırlarına basmışlardı. Tütün işlerinden fırsat kalırsa tekne ile balığa çıkıyorlar kısmetlerinde ne varsa denizden çıkarıyorlardı. Murat özellikle balık tutma işini çok seviyordu. Daha önce bilmediği balık tutmayı kısa zamanda tüm incelikleriyle öğrenmiş bir balıkçı olup çıkmıştı. Onun balığa çıktığı günler bol balık tutulmasından dolayı aile onun sansına inanmış ve mümkün olduğu kadar balığa çıkarken onu da yanlarında götürmeye başlamışlardı. Aile için Murat bir uğurdu o geldikten sonra gelirleri artmış evleri bolluk bereket görmüştü. Aile içinde herkes Murat’ı sever sayar ona gerekli saygıyı gösterirdi. Sadece Murat balık tutma işinde iyi değildi. Özellikle çocukluğundan bildiği tütün işinde de çok iyiydi aile içinde onu geçebilecek kimse yoktu. Bu çalışkan genç ailenin her işine yarıyor bıkmadan usanmadan her işe koşuyordu. Özellikle Eleni onun kendini bilmeden yattığı zamanlardan beri ona karşı özel bir sevgi besliyor onunla birlikte zaman geçirebilmek için hep fırsat kolluyordu. Murat ise bu aile ile birlikte yeni bir hayata başlamanın heyecanı ve aileye duyduğu minnet ile onları mutlu etmek için ne gerekiyorsa yapıyordu. Buralarda tütün ekimi traktörün arkasına koşulan tütün dikme makinası ile yapılıyordu. Tütün ekim işinin en zor aşaması olan tütün dikimi makine yardımı ile kolayca yapılıyordu. Traktörün ardına koşulan makine hem tütünleri tarlaya dikiyor hem de deposundaki su ile dikilen tütün fidelerini suluyordu. Bu sayede çiftçiler daha fazla tütün ekebiliyorlardı. Murat traktör kullanmayı bile öğrenmiş zaman zaman traktör ile çift bile sürüyordu. Tütünler dikildikten sonra bir karış kadar olan tütünlerin diplerinin doldurulması gerekiyordu. Bunun için aile sabahın ilk saatlerinden itibaren tütün tarlasının yolunu tutuyor hep birlikte tütünlerin diplerini çapalar yardımı ile doldururken yaban otlarını da kesip temizliyorlardı. Burada Rum’lar ve Türk’ler birlikte yaşarken bazı işleri de birlikte yapıyorlardı. Mahallede aynı Nergis’e benzeyen Zeynep adında güzel bir kız vardı. Murat ne zaman o kızı görse Nergis aklına gelir mazideki o günleri içi burkularak yeniden yaşardı. O kızla tanışıp sohbet etmek için fırsat kollardı. Eleni ile iyi arkadaş olan Zeynep sık sık onların evine gelirdi. Murat yıllarca yaşamış olduğu acı hayatın ardından hayata başka bir ülkede başka insanların arasında yeniden tutunmaya çalışıyordu. Bu arada aileden Rumca konuşmayı öğreniyordu. Tütünler diz boyunu bulmuş tütünlerin ilk elleri kırılıyordu. Burada da yine gece yarısında kalkılıp traktöre biniliyor tütün tarlasının yolu tutuluyordu. Bazı günler Zeynep gündelik olarak onlara tütün kırmaya geliyor. Murat onun geldiği günler çok mutlu olsa da bu mutluluğu pek belli etmiyordu. İki komşu ülke olsa da gelenek görenek ve inançları farklı olan bu insanları Murat yadırgamıyor onlar gibi yaşamaya çalışıyordu. Onlarla birlikte içkiye alışmış onların düğünlerinde sirtaki bile oynuyordu. Onlarda Murat’ın alışkanlıklarına yaşantısına Saygı duyuyorlardı. Köyde Türkler ibadet etsinler diye bir cami bile vardı. Murat geçmişini geride bırakarak yeni bir ülkede yeni bir yaşama başlamıştı. Buradaki insanlar onu seviyor o insanları o da seviyordu. Yalnız kaldıkları bir sırada Eleni Murat’a senin Türkiye’de sevdiğin varmıydı? Diye sordu. Murat bu soru karşısında şaşkın bir şekilde ne var diyebildi ne de yok boş ver geçmişi geleceğe bakıyorum ben dedi. Eleni kızdın mı yoksa diye sorunca yok kızmadım hem niye kızayım dedi. Bu sefer Murat senin sevdiğin var mı diye Eleniye sordu. Elenin elma yanakları pembe bir renk aldı utanarak evet dedi. Murat kim diye soracak oldu. Eleni o hem çok yakınımda hem de dünyanın öbür ucu kadar uzağımda dedi. Güneş kızıl rengiyle tepelerin ardında kaybolduğu bir akşamüstü bir başına Murat akşam gezintisine çıktı. Boylu boyunca tütün tarlalarının arasından giden yol boyunca yürüyordu. Kaderi onu hiç istemediği hiç bilmediği bir yaşama sürüklemişti. Hayatında tek güzel olan çocukluk yılları olmuştu. O çocukluk yıllarında annesi babası kardeşi ne mutlu günler yaşamıştı. Rüzgar esiyor ağarmaya başlayan saçlarında adeta dans ediyordu. Sonra kınalı saçları ile Nergis geldi aklına hayran hayran ona bakışı bir yanda yaşlı bir zeytin ağacı karşısında alabildiğince uzanan yemyeşil tütün tarlaları buraları da bizim oraları gibi diye düşündü sadece bizim oralarda deniz yoktu. Buralarda deniz var. Burada deniz ve balık var diye düşündü. En sevdiği iş balık tutmak aklına geldi. Burada usta bir balıkçı olup çıkmıştı. İstanbul’dan çıkarken Fransa’ya diye yola çıkmıştı. Buradan Fransa’ya gidecek orada yeni bir yaşam kuracaktı. Ama yine kaderi ona bir oyun oynamış bindiği gemi batmış dalgalar onu buralara sürüklemiş bu aile ona sahip çıkmış günlerce onu hiç yalnız bırakmadan başucunda beklemişlerdi. Şimdi Fransa’ya gidecek parası da yoktu. Burada yaşamaya mecburdu. Hem bu insanlara minnet borcunu ödemeden nasıl giderdi. Karşı kilisenin çanları uzun uzun çaldı. Birkaç kez Pazar ayinine o da katılmıştı. Siyah sakallı papaz iyilik yapmak üzerine bir vaaz vermişti. Akşamın karanlığı çökmek üzereydi. Ağaç dallarının arasından parlak bir ay doğmuş adeta karanlığı yırtıyordu. Bundan sonra ne olur nasıl yaşar burada daha ne kadar kalır hiçbir şey bilmiyordu. Hayırlısı deyip yine geldiği gibi geldiği yollardan eve doğru yürüdü. Evin kapısında onu Eleni karşıladı. Neredeydin akşam yemeğine geç kaldın seni çok merak ettik dedi. Herkes sofraya oturmuş onu bekliyordu. Gezmeye çıktım özür dilerim keşke akşam yemeğini yeseydiniz beni beklemeseydiniz dedi. Ailecek olur mu öyle şey sensiz akşam yemeği mi yenir dediler. Murat bu ilgi ve sevgi karşısında gerçekten mutlu olmuştu. Burada kalmasının bir nedeni de bu sevgi ve ilgi değil miydi. Erkenden yattılar ertesi gün tütün kırılacaktı. Günün yorgunluğu üstüne deliksiz bir uykuya daldı Murat. Kendini köyünde tütün kırarken görüyordu. Yanında Nergis çocukları olmuş birlikte tütün kırıyorlardı. Hayırdır diye uyandı uykusundan. Zaten sabah olmak üzereydi. Ailecek tütün tarlasının yolunu tuttular. Bu gün onlara yardım için Zeynep de gelmişti. Murat Zeynep’i her gördüğünde Nergis aklına gelir insanlar çift yaratılmış derler demek ki doğru söz imiş insan insana bu kadar mı benzer Zeynep Nergis’in hık demişte sanki burnundan düşmüş diye düşündü. Kaçamak bakışlarla ara sıra Zeynep’e bakmaktan kendini alamıyordu. Aslında Zeynep’te ara sıra kaçamak bakışlarla ona bakıyordu. İki insan kaderin çizmiş olduğu bilinmeyen bir yola doğru gidiyorlardı. Vakit öğleye doğru yaklaşmış tepelenen tütün küfeleri traktörlere yüklenip eve doğru yola çıkılmıştı. Eve gelince hazırlanan öğle yemeği yenilip tütün dizme işine başlandı. Tütün iğnelerine geçirilen yaprakların sesi bütün sesleri bastırıyordu. Evin teybine konulan kasette bir taverna müziği çalıyor her kes içinden müziğe eşlik ediyordu. Müzik o kadar coşkulu idi ki kalksalar hep birlikte oynayacaklardı. Bir bir boşalan tütün küfeleri kargılara sıyrılan tütün dizgileri kurumaları için ızgaralara konan yaş tütünler bir gün daha göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Akşam yorgunluklarına rağmen balık tutmaya karar verdiler küçük balıkçı teknesi hazırlanıp balığa çıktılar.

Murat’ın hapisten çıktıktan sonra bir gece köye gelmesinden kimsenin haberi olmamıştı. Meryem ve eşi bu olaydan kimseye söz etmemişti. Köyde tütün ekimi neredeyse bitmiş köylüler tütün ekilen tarlalarda domates biber ve mısır gibi değişik ürünler denemiş fakat hiçbir üründen elde edilen gelir tütünden elde edilen gelirin yerini tutmamış köylüler her yıl farklı ürün eker olmuşlardı. Kimi çerezlik ayçiçeği ekmiş kimi turşuluk biber. Çoğu da tarlaları zeytin fidanları ile doldurmuş Edremit cinsi zeytinlerin yanında tirilye cinsi zeytinler yetişmeye başlamıştı. Öğretmen ile eğlenen Nergis’in bir erkek bir kız iki çocuğu olmuş onları büyütüyordu. Zaman zaman aklına Murat gelince yüreğine tarifsiz bir acı kaplıyordu. Murat’ın suçsuzluğu anlaşılmış iftiraya uğradığı duyulmuştu. Fakat Murat köye dönmemiş ondan bunca zamandır kimse haber alamamıştı. Artık geceleri uykuları bölen traktör sesleri duyulmuyor esen rüzgarlar nikotin kokuları getirmiyordu. Tütün ekimi tamamen bitmiş tütün tarlaları zeytin fidanları ile doldurulmuş veya mısır domates ayçiçeği gibi ürünler ekilir olmuştu. Ama hiçbir şey tütünün tadında değildi. Ekilen hiçbir ürün tütünden gelen parayı getirmiyor bazı ekilen ürünler satılmayıp elde bile kalıyordu. Köyün gençleri yakın ilçedeki kömür ocaklarında çalışmak zorunda kalmıştı. Bir zamanlar göç alan köyden şimdi gençler göç eder olmuştu. Bu arada Meryem’in bir kızı olmuş adını anneannesinin adı olan Ayşe koymuşlardı.

O akşam balık avı oldukça bereketli geçmiş aile bol miktarda balık tutmuştu. Atılan her ağ irili ufaklı balıklarla dolmuş tutulan balıklar limandaki balık tüccarlarına iyi bir fiyata satılmış paraları alan Niko paranın bir miktarını Murat’a vermişti. O almak istemese de bu senin hakkın hakkını al diye ısrar edince o da parayı almıştı. O akşam bir balıkçı meyhanesine gidilmiş kafalar iyice çekilmişti. Murat alışık olmadığı bu duruma uymak zorunda kalmış kırmızı renkli şarabı yudumlamıştı. Çakırkeyif bir şekilde eve gelmişler zar zor kendilerini yatağa atarak derin bir uykuya dalmışlardı. Murat yeni bir hayata başlamış hiç hesapta olmadığı halde yeni insanların arasında hayata tutunmaya çalışıyordu. Bu arada mahallede yapılan bir düğüne Murat da katılmış Eleni ile birlikte dans etmişlerdi. Aile Murat ile kızlarının yakınlaşmasından rahatsız olmuyor hatta mutlu bile oluyordu. onlar kızları ile Murat’ı bir birine yakınlaştırıyordu.  Tütün kırım işi bitmiş havalar soğumaya başlamış sonbahar rüzgarları alabildiğine esiyordu. Yaz için gelen göçmen kuşlar sıcak ülkelere uçup gitmişlerdi. Sandıklardan kışlık elbiseler çıkarılıp giyilmeye başlanmıştı. Deniz bazen alabildiğince dalgalı oluyor hatta bazı geceler fırtına bile çıkıyordu. Murat bazı geceler uzun süre uykusuz saatlerce düşünüyor gelmişini geçmişini bir hesaba çekiyordu. Nereden nereye ne olmak istemişti. Nerde doğmuş nerede büyümüş şimdi nerede yaşıyordu. Belki memleketine bir daha dönemeyecek anne ve babasının mezarını bir daha görüp dua edemeyecek bir daha kardeşini de göremeyecekti. Hayatın rüzgarına kapılmış savruldukça savruluyordu. Bu insanları seviyordu. Hayatını kurtarmışlar onlara minnet borcu vardı. bu minnet borcunu mutlaka ödemeliydi. Aslında çalışıp çok para biriktirip Fransa’ya gidebilirdi. Ama çok para biriktirebilecek işi ona kim verirdi. Onu kim yanında çalıştırırdı. Belki Zeynep ile birbirlerini severler mutlu bir yuva kurar burada yaşardı. Ama Eleni Eleni o da onu deli gibi seviyordu. Murat bunun farkında kaçabildiği kadar kaçmaya çalışıyordu. Bir yanda memleket özlemi bir yanda bilinmezlik bir yanda Zeynep bir yanda Eleni çık çıkabilirsen işin içinden bu bilinmezlik içinde bocalayıp duruyordu. Ama içindeki fırtınayı dışa vurmuyor duygularını saklıyor mutlu bir insan tablosu çiziyordu. Bir sabah uyandığında yerlerin bir karış karla kaplı olduğunu gördü. Geçmişteki günler aklına geldi kardeşi ile birlikte kardan kardan adam yaptıkları kartopu oynadıkları o çocukluk günleri annesi babası ve kardeşi yüreğindeki küllenmekte olan sevdası ah o günler bir daha geri gelmeyecek bir daha yaşanmayacak o güzel günler gözleri doldu. Bir söz bir dokunuş ağlamasına yetip artacaktı. sabah temizliğinden sonra salona geçti. aile sabah kahvaltısı için yemek masasının etrafında toplanmıştı bıle o da yerine oturarak yapılan yemek duasından sonra kahvaltısını yaptı.kahvaltı boyunca hemen hemen kimse konuşmadı. Murat kahvaltıdan sonra üstüne giydiği kışlık ve kalın paltosu ile kimseye görünmeden evden çıktı. Normalde buralara çok kar yağmazdı.Ancak bu sefer alışılmışın dışında bir kar yağmış zaten fazla yüksek olmayan evlerin damlarının üstünü beyaz bir örtüyle kapatmıştı. Her attığı adımda karlar paf diye ses çıkararak ayaklarının altında eziliyordu.

 
 
 
Bugün 155097 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol