© 2013 Powered by Bayram All rights reserved. Tüm Hakları Saklıdır © 2012-2013 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. bayramca - TÜMSEKTEKİ MEZARLAR
   
 
  TÜMSEKTEKİ MEZARLAR
                                    TÜMSEKTEKİ MEZARLAR
 
 
Tümseğin yamacından ne zaman geçsem içimde sonsuz bir saygı ve hayranlık uyanır. Hele bahar aylarında açan nevruzlar kırmızı güller bir dua bir huşu içinde bırakır beni. Orda ki mezarlar aslında sonradan oraya yapılmıştır. İçleri boştur. Ama ordaki toprağın her zerresinde o sevgi saygı hürmet yaşar.
            Burada zabit oğlunun konağından eser yok şimdi. Sadece bir eski asma akarsuyun başında.Ve uçsuz bucaksız bir düzlük. Bir zamanlar koca bir çiftlik atlar ırgatlar seyisler kahya her şeyi varmış bu çiftlikte nice mutluluklar yaşanmış Osmanlının en şanlı zabitlerinde olan zabit oğlunun babası bu çiftliğe oğluna bağışlamış. Zamanında tımar sahibi iken sahip olmuş bu topraklara ve bu çiftliğe. Ama ya o savaşlar Osmanlının son günlerinde zabit oğlu ve bir oğlu çanak kaleye cepheye gitmiş. Gidiş o gidiş bir daha haber yok yine bir diğer oğul Mustafa kemal paşanın ordusuna katılmış kuvacı olmuş. Koca çiftlikte 10 yaşlarında bir erkek ve annesi kız kardeşi kalmış. Kız kardeşi de 12 yaşlarında ya var ya yok. Bir gün düşman atlıları çıkagelmiş yöreye sormuşlar soruşturmuşlar yerleşmişler zabit oğlunun çiftliğine ırgatları seyisleri kahyaları kovmuşlar. Bir oğul bir kardeş bir de anne kalmış çiftlikte. İşgalci düşman karargah kurmuş çiftliğe. Yiyecek içecek ne varsa hepsini yer olmuş askerler. Kabullenmek zorunda kalmış çiftliğin ev sahipleri bu davetsiz misafirleri. Bütün yığınak cephane buraya sevk edilmiş. Komuta bu çiftlikten edilir olmuş. Çiftliğin tek erkek ferdi. Ne zaman karargahın önünden geçse “ne işleri var burada sanki” diye içinden geçirirmiş. Elinden gelse hepsini boğazlayıp öldürecekmiş. Ama gücü yetmezmiş. Ah bir abisi dönse o zaman birlikte hepsini haklardı ya. Kız kardeşi Gülay’ın da Mehmet’ten farkı yoktu o da için için kinden nefretten ne yapacağını bilmiyor. Ama elinden bir çare gelmiyordu. Anneleri kamile hanım da durumu sindiremiyor. Çaresiz katlanıyordu. Yıllar yılı cihana hükmetmiş bir devletin zabitinin mülkü işgal altındaydı. Ellerinden bir şey gelmiyordu. Aksilik bu davetsiz misafirlerle iyi geçinmek zorundaydılar. Canlarının selameti için. Onlarda öyle yapıyorlar. Güler yüzlü ve sevecen davranıyorlardı bu işgalci sürüsüne. Ali ve kardeşi zaman zaman çiftliğe dolaşmaya çıkıyorlar. Bomboş araziye bakıp üzülüyorlardı. Çiftlikte ırgat kahya varken ekilen bu topraklar yaban otlarının işgaline uğramış onlarda öz yurtlarında mahkum hayatı yaşar olmuştu. Şimdi diz boyu ekinlerden parmak gibi salkım özümlerden eser yoktu. Topraklar bakımsız ve çorak kalmıştı. Cephaneliğin önünden geçerken Mehmet askere güler yüzle selam verdi. Tarlanın kenarından topladığı can eriğinden ona ikram etti. Asker Türkçe biliyordu. Yıllar yılı Osmanlının koynunda yaşamış bu çorbacıların hemen hepsi Türkçeyi yarım yamalak biliyorlardı. Çiftlikteki ev sahiplerine karşıda gayet nazik davranıyorlardı.  Ortada bir düşmanlık görünmüyordu. Hele yaz mevsimi gelince kardeşi Gülay ile birlikte çiftliğin bahçesinden erik olsun şeftali olsun kiraz olsun bahçelerinden toplayıp askerlere ikram ediyorlar. Askerlerde onlara bazen yiyecek gönderiyorlardı. Bu sahte dostluğa kimse ne inanıyor nede güveniyordu ama mecburen katlanılıyordu. Bu duruma son zamanlarda asker sevkiyatı artmış üst üste gelen Türk’lerin zaferleri düşmanın moralini bozuyordu. Ama onlar bunu pek belli etmiyorlardı. Yine akşamları çalgılar çalıyor sirtakiler oynanıyordu. İşgalciler sanki sürekli bu topraklarda kalacakmış gibi eğleniyorlardı. Bakımsız harap çiftlik içine kapanmış eski günlerini arıyordu. Geceleri çiftliğin sahipleri ahırdan gelen atların çıkarmış olduğu seslerden yine gece yarılarına kadar süren eğlencelerden rahatsız oluyorlardı ya belli etmiyorlardı. Yine çiftlikte işgalcilerin ne işine yarıyorsa alıyorlardı. Ağılda bulunan koyunlar kesiliyor her gün bir ziyafet veriliyordu. Askerlere. Yine çiftliğin atlarını da almıştı düşman. Sığırların kaderi de koyunlarınkinden farklı değildi. Onlarda bazı günler kesiliyor askerlere yediriliyordu. Çiftliğin ambarındaki Zaire tükenmek üzereydi. Mehmet bu durumun ne zaman biteceğini merak ediyor. Bu işin sonu nereye varacak diye kendi kendine soruyordu. Mustafa kemal paşa düşmanı yeniyordu. Bu askerlerin konuşmalarından anlaşılıyordu. Bir gün gelecek Mustafa kemal paşa buraları da temizleyecekti düşmandan. Ah yaşı biraz büyük olacaktı. Katılırdı Mustafa kemal paşanın ordusuna çarpışırdı düşman ile ya ölürdü ya öldürürdü ama böyle yaşamazdı. Geceleri saatlerce bunları düşünen Mehmet sabahı karşı uyuyabilirdi ancak. ağabeyleri olsa babası olsa böylemi olurdu. Düşman yüzyıllardır birlikte yaşadığı bu büyük ülkeye bu kalleşliği nasıl yapardı. Abla Gülay’da düşmanın gelip ülkelerini işgal etmesi yine çiftliklerine yerleşmesi ah diyordu ah bir erkek olsam o zaman gösterirdim ben onlara. Ah babam ağabeyim olsa kardeşim Mehmet çok küçük diyordu. Yine Kamile hanım da bu işgali içine sindiremiyordu. Kocası oğlu yanlarında olsaydı. Düşman bu kadar gelip çiftliğe yerleşemezdi. Günler böyle gelip geçerken düşman gittikçe huzursuz oluyor. Devamlı çiftliğe cephane yığınağı yapıyordu. Cephaneliğin başında bir nöbetçi bekliyor. Onları koruyordu. Mehmet cephaneliğin önünden geçerken ah bir şu cephanelik bir yansa da düşman belasını bulsa diye geçiriyordu. Aklından. Cephanelik bir ateş alsa düşman karargahı da yerle bir olurdu. O akşam düşman çok mutluydu. Türk askerleri geri çekiliyormuş. Sanki zafer kazanılmış gibi çılgınca eğleniyordu. Bu haberi duyan Mehmet için için kahroldu. Düşman civar karargahlardan askerlerinde katıldığı muhteşem bir eğlence yapıyordu. Rakılar su gibi içiliyor. Kadınlı erkekli danslar ediliyordu. Bu eğlence çiftlikteki ev sahiplerini iyice huzursuz etmişti. Ailecek yakındaki köye gitmeye karar verdiler. Düşman komutanına giden Mehmet ve kardeşi izin alarak annesinin yanına döndü. Yanlarına çıralar alarak yola çıktılar. Cephanelikte nöbetçi elinde tüfeği ile bekliyordu. Mehmet selam verdi ve nöbetçiye izin kağıdını gösterdi. Nöbetçi çok geç kalmayın diye tembihte bulundu. Koyu karanlık gecede bir çıranın aydınlığında çıktılar yola bir birlerine sokularak düşmanın eğlence sesleri ve narası çiftliğin dışından bile duyuluyordu. Sessiz bir şekilde hiç konuşmadan köye doğru yürüdüler. Kendi yurtlarında kendi vatanlarında sığıntı olmuşlardı. Köye gitmek için bile izin almak zorundaydılar. Eskiden olsa çiftliğin kahyası faytonu koşar onları faytona bindirir ve öyle götürürdü. Köye. Şimdi yürüyerek gidiyorlardı. Köye gelince bir asker kesti yollarını Mehmet cebinden çıkardığı izin kağıdını gösterdi. Nöbetçi asker onlara gidecekleri eve kadar refakat etti. Eve varınca da asker geri döndü. Evin kapısına gelen aile kapının tokmağını vurarak çaldı. Az sonra kimdir o sesine kamile kadın biziz diye cevap verdi. Misafirler buyur edildi. Köydeki yaşlı dayıları hastalanmış. Herkes onun ziyaretine gelmişti. Hemen herkes huzursuz herkes ne yapacağını bilmez bir şekilde kararsızdı. Gerçekten Mustafa kemal paşa askeri geri çekmiş bu düşmanı sevindirmiş. Köylüyü çok üzmüştü. Yüzyıllardır yaşadıkları yurtları ellerinden mi alınacaktı. Düşman hiç gitmeyecek miydi vatanlarında esir olarak mı yaşayacaklardı. Duruma o kadar üzülmüşlerdi ki ağlayanlar bile vardı. Vakit epey olunca izin isteyip yine düştüler yola köyün çıkışında nöbetçi ye izin kağıdını gösterdiler. Zifir karanlık gecede bir çıranın aydınlığında köyden çiftliğe doğru yürüyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Çiftliğe yaklaşınca nöbetçi seslendi Mehmet siz misiniz diye o da evet dedi. Nöbetçinin yanından geçerek odalarına çekildiler. Hemen hepsi yattılar. Mehmet üzüntüden yorgunluktan hemen uykuya daldı. Rüyasında altın saçlı bir kumandan kendisine bir al bayrak hediye ediyordu. O da annesi ve kardeşiyle birlikte kumandana al renkli bir gül veriyordu. Mehmet sabah uyandı. Rüyasını kimseye anlatmadı. Hala rüyasında gördüğü sarı saçlı mavi gözlü kumandanın etkisindeydi. Gün boyu çiftlikte dolaştı. Yaban otları tarlaları kaplamış tarlalarında düşman atları otluyorlardı. Düşmanlar bir sığırlarını kesmiş dersini yüzüyorlardı. Yine akşam eğlenecekler diye içinden geçirdi. Bakımsız kiraz ağaçları küçük küçük kirazlar vermişti. Bu yıl aralanmayan meyve ağaçları meyveleri çok küçük dökmüşlerdi. Asma üzümleri kül basmış asmanın dibindeki pınarın su ahırı yosundan görünmez olmuştu. Çiftlik bir harabeyi andırıyordu. Öğleye doğru çiftliğe döndü. Kazanlardan kavurma kokuları geliyordu. Akşama yine eğlenecekler diye geçirdi içinden annesi ve kardeşi ile oturup yemeklerini yediler. Annesine kardeşine uzun uzun bakıp iç geçirdi. Sonra odasına çekildi. Bu işin sonu nereye varacaktı. Tavandaki oyma işlemeler baktı. Kim bilir hangi hünerli usta oymuştu. Bu işlemeleri. Çiftlikte mutlu olduğu günler aklına geldi. Hele sünneti ne kadar eğlenceliydi. Dedesi meddah bile getirtmişti. Dedesi büyük adamdı sevilen sayılan adamdı. Babası çanak kale den dönmeyince daha fazla dayanamamış göçüp gitmişti. Yeşil hafızlığını geçirdi başına kuranı kerimi alıp yanına mezarlığa doğru gitti. Nöbetçi alaylı alaylı bakarak nereye böyle der gibiydi. Ağır adımlarla kenarları yeşil dallarla kaplı toprak yoldan yürüdü. Yol toz içindeydi. Atlar arabalar gelip gidiyordu. Köyün mezarlık kapısına gelince ellerini açıp bir fatiha okudu. Kapıdan geçip mezar taşlarının içinden ailesinin bulunduğu mezarlığa geldi. Dedesinin mezarı başında tüm ölmüşleri için yasini şerif okudu. Bu arada babası ve ağabeyi geldi aklına onların ruhlarına da dualar okudu. Kim bilir kendisini nasıl bir ölüm bekliyordu. Gece gördüğü kumandan sırmalı elbiseleri içinde kendisine gülümsüyordu. Gözleri ne kadar sıcak diye düşündü. Bir çitlenbik ağacının gölgesine oturdu. Oysa saçları dökülmüş soluk benizli düşman komutanı ne kadar mattı ne kadar soluk bakıyordu. Çok sevimsiz bir adamdı. Devamlı apoletlerini parlatır. Madalyalarına bakardı. Çitlenbik dallarında yeşil kırmızı çitlenbikler gözüne ilişti. Alçak dallardan birini koparıp olgun meyvelerden yedi. Yağlı meyveler ağzında buruk bir tat bırakmıştı. Ağırca doğrulup kalktı yerinden doğru çiftliğe yöneldi. Yine toprak yoldan giderken ikindi gölgesi yer yer ortaya çıkıyor. Ne kadar heybetli görünüyordu. Bu sırada bir karatavuk dalların arasından cak cak diyerek uçup gitti. Gök mavi bulutsuz ışıl ışıldı. Yol kenarındaki koyu yeşil çimenler mevsimin tadını çıkarıyorlardı. Ağır adımlarla yürüyerek çiftliğe gelmişti. Nöbetçiye selam verip odasına çıktı. Annesi mutfaktaydı. Kardeşi de annesine yardım ediyordu. Gözü güneşin batışına takıldı. Kırmızı sarı renk karışımı ufukları boyamıştı. Akşam olmak üzereydi. Ablası hadi yemek hazır diye seslendi. O kadar tatlı sesi vardı ki birden mahzunlaştı. Annesi ablası boğazına bir şeyler düğümlendi. Karargahtan müzik sesleri geliyordu. Gidip salondaki sofraya oturdu. Tarhana çorbasından erik hoşafından karnını bir güzel doyurdu. Yemekten sonra elbirliği ile dua ediyorlardı. Babası ağabeyleri aklına geldi. Odasına geçip pencereden seyretmeye başladı. Cephanelik tam karşıdaydı. Nöbetçi yerinde çalan müziğe ritim tutuyordu  
Karargahtan müzik naralar geliyorlardı.gökte ay hilal şeklindeydi. Çok uzaklarda sönük yıldızlar geceyi aydınlatmaya çalışıyorlardı. Gece iyice çökmüştü bir ara nöbetçiyi yerinde göremedi. O da eğlenmeye gitmişti. Birden beyninde bir şimşek çaktı. Hemen mahzene inip bir çıra aldı onu yaktı. Usulca cephaneliğe doğru yürüdü. Cephaneliğe yaklaşınca tam ortasına var gücüyle fırlattı. Birkaç saniye içinde çiftlik mahşere döndü alevler göklere yükseliyor barut fıçıları zıplayarak patlıyordu. Düşmandan çiftlikten eser kalmamıştı. İşte bu mezarlar buraya bu olayın anısına yapılmıştı    
 
Bayram YANDIM        
 
 
 
Bugün 154935 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol