© 2013 Powered by Bayram All rights reserved. Tüm Hakları Saklıdır © 2012-2013 | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz. bayramca - inci
   
 
  inci
Hava henüz akaca karanlıktı. Sabahın serinliğinde beyaz renkli bir sis bulutu ormandan kırlara doğru yol alıyordu. Kırların üstünden hızla geçerek bir köyün üstünde ince taneler halinde yer yüzüne düşüverdiler her biri bir çiğ damlası olarak.
Birden kadife bir tül misali yapraklarına soğuk bir şeyin düşmesi gül yaprağının uyanmasına yetti de arttı bile. Hafifçe titredi silkelenmek istedi. Sıkıca gül yaprağına tutunan çiğ damlası
--Hey ne yapıyorsun misafir sevmez misin sen dedi. Gül yaprağı
--Severim sevmesine de çok soğuk bir şeysin sen dedi. Çiğ damlası
--Daha bu bir şey mi hele sen beni kışın gör beyaz buzdan halimle. Hele bir dolu olursam o zaman deler geçerim her şeyi dedi. Gül yaprağı
--Demek ki en zararsız haliniz bu dedi davetsiz misafirine. O da
--Öyle dedi.
O sabah güneş yeni doğmuş taze ışıklarını dünyaya sevinçle gönderiyordu. Gül yaprağının ucuna konaklamış çiğ damlası gözlerini ovuşturarak  uyandı.
-- Oh be ne güzel bir gün mis gibi bir hava dedi
-- Gül yaprağı o kadar sevinme dedi
--Niyeymiş niyeymiş diye itiraz etti çiğ damlası gül yaprağına gül yaprağı  
-- Biraz sonra görürsün dedi. Gerçekten zaman geçtikçe güneş yükseliyor. Güneş yükseldikçe hava iyice ısınıyordu. Gül yaprağının üstünde iyice terleyen çiğ damlası büzülüp kalmıştı.
-- Haklısınız galiba dedi sessizce gül yaprağına, o da  
-- Bu mevsimde buraları böyledir güneş ışınları acımasızdır. Sanırım birazdan gitmek zorunda kalacaksınız dedi.
-- Evet diyebildi sadece çiğ damlası göstermiş olduğun konukseverlilik için çok teşekkür diyecekti. Sesi çıkmadı bir anda kendini yükseklerde buldu. Uçuyordu sanki bahçeler, tarlalar hatta ağaçlar ayaklarının altında kalmıştı. Kendisi gibi arkadaşlarıyla beraber küçük bir bulutçuk oluşturup mavi gökyüzünde dolaşmaya başladılar. Bulutçuk gittikçe yükseliyor. Yükseldikçe kocaman kara bir yağmur bulutu oluyordu.. yol üstünde küme küme geçen kuşları selamlayıp hızla yanlarından geçtiler. Üstünde yazlık elbiseleri olduğu için titremeye başlamıştı. Arkadaşlarından biri ona fazla hırkasını vererek ısınmasını sağladı. Ama nafile hava gittikçe soğuyordu. Bulut rüzgarın peşinde yükselip gidiyordu. Nihayet engin denizin üstüne geldiler.Bu arada çok soğuk bir bölgede başka bir bulutla karşılaşıp çarpıştılar. Bu çarpışma ile bulut bütün yağmur damlalarını boşaltıverdi mavi denizin dalgaları üstüne…
         Bu sırada yavru bir istiridye açmış kanatlarını bekliyordu. Bir anda kapısından içeri yağmur damlası giriverdi. Bu beklenen misafirin gelmesiyle kanatlarını özenle kapatan istiridye mutluluktan uçuyordu. Hayatında ilk kez bir incisi olmuştu. Onu özenle büyütüp özenle besleyecekti. Yağmur damlasına bir yavru özeniyle sahip çıkarak ona evinin en güzel yerine yerleştirdi. Yağmur damlası da bu ilgiden çok mutlu olmuştu. Zaman hızla geçip gidiyor. Alımlı bir inci tanesi olan yağmur damlası hızla gelişip büyüyordu…
          Kentin fakir semtlerinden birinde tek katlı ahşap bir evde küçük bir kız derin uykusunda tatlı bir rüya görüyordu. Bu kız bu yıl ilkokula başlayacaktı. Rüyasında temiz ve güzel okul önlüğü içinde sırtında resimlerle bezenmiş okul çantası, çantanın içinde bol resimli kitaplar, renk renk boya kalemleri öğretmenler öğrenciler okul o kadar eğlenceliydi. Görmüş olduğu düşten annesinin tatlı sesi uyandırdı onu.
--Ayşe kalk yavrum hadi bak kahvaltı saati geldi. Ayşe görmüş olduğu tatlı düşün mahmurluğu ile gözlerini ovuşturup
--Tamam anne dedi. Hemen lavaboya gidip ellerini ve yüzlerini bir güzel yıkadı. Sofrada babası ve kardeşi Ali onu bekliyorlardı.
--Günaydın babacığım günaydın ağabeyciğim diyerek sofraya oturdu. Onlarda günaydın diyerek neşeli bir kahvaltıya başladılar. Ayşe annesinin kızartmış olduğu taze ekmeklerden ve haşlanmış yumurtadan çay ile birlikte yiyerek güne başlamıştı. Bu arada gece görmüş olduğu rüya aklına geldi. Ve heyecan içinde sordu.
--Ben bu yıl okula başlayacağım değimli? Bu beklenmedik soru için anne ve baba birbirlerinin yüzüne baktılar ilk konuşan anne oldu.
--Tabi yavrum bu yıl okula gideceksin
--Bana çanta da alacaksınız değimli? Anne rüyamda önlüğümün içinde okula gitmişim sırtımda resimli okul çantam çantamda resimli kitaplarım defterlerim ve renk renk boya kalemlerim vardı bana bunları alacaksınız değimli biliyorsunuz ben resim yapmayı çok seviyorum dedi. Anne elbette alacağız kızım baban sana istediğinden de güzelini alacak değimli babası dedi. Bu konuşmaları sessizce dinleyen Ali benimde önlüğüm eskidi. Yine bana da kitap defter alınacak dedi. baba
-- Alacağız oğlum elbette alacağız hele bir o zaman gelsin de dedi. Çocuklar sevinçle bahçeye oynamaya giderken karı koca ilgiyle onların arkasından bakıyorlardı. Önce Ahmet konuştu.
--İnci avına çıkmalıyım, yoksa okullar açılınca ne yaparız çocukların ihtiyaçlarını nasıl alırız dedi karısı
--Ama bu av yolculuğu çok tehlikeli dedi. Ahmet
--Tehlikeli de olsa gitmeliyim gitmezsem babalığım nerde kalacak hemen limana gidip ava çıkacak bir gemi bulmalıyım dedi. Hanımı
--Sen bilirsin bey Allah kazadan beladan korusun seni bana ve ailene bağışlasın dedi
Ahmet sakin adımlarla karşıda büyüklü küçüklü gemilerin bulunduğu limana doğru yürüdü. Bu sırada keskin düdüğü ile kocaman bir yük gemisi denizi yararak limandan ilerliyordu. Geminin güvertesinde gemi işçileri merakla kıyıları seyrediyordu. Beyaz renkli uzun kanatlı martılar limanın üstünde kanatlarını gererek uçuyorlar ara sıra denize inip avladıkları avlarını afiyetle midelerine indiriyorlardı. Nihayet limana gelen Ahmet yakında inci avına çıkacak bir gemi aramaya başladı. Karşıdan dağınık saçlarıyla eski bir gemi kaptanı olan hasan kaptan gelmekteydi. Ahmet Hasan kaptanı görünce
--merhaba kaptan nasılsın dedi Hasan kaptan Ahmet’i görünce sevinçle
--O Ahmet sen miydin nerelerdeydin uzun zamandır görmedim seni buralarda diye takıldı. Ahmet de
--Buralardaydım ama pek limana uğrayamadım dedi. Hasan kaptan
--Peki şimdi dedi Ahmet’ de
--Şimdi okullar açılacak çocuklar okula gidecek elde yok avuçta yok inci avına çıkıp para kazanmak istiyorum yakında ava çıkacak gemi var mı dersin. Hasan kaptan şöyle elini şakağına götürdü gözlerini bir noktaya dikti. Sonra sevinçle
--Evet evet var hemen yarın Hızır kaptan inci avı için sefere çıkacak dün konuştuk yarın için hazırlık yapıyor. Onu koca reisin lokantasında bulabilirsin sanırım adama da ihtiyacı vardır dedi. Ahmet teşekkür ederek oradan ayrılıp Koca reisin lokantasının yolunu tuttu. Lokantaya varınca orda Hızır kaptanı gördü. Hasan kaptan haklıydı. Selamlaşmadan ve hoşbeşten sonra Hızır kaptana
--Kaptan ava çıkıyormuşsunuz beni de alır mısınız sefere dedi. Hızır kaptan daha önce Ahmet’le ava çıkmış onun çalışkan biri olduğunu biliyordu. Bu yüzden
--Elbette Ahmet niye olmasın senin gibi çalışkan inci avcısını nerden bulurum elbette senide alırız git hemen hazırlığını yap dedi. Hızır kaptanın yanından ayrılan Ahmet hızlı adımlarla limandan ayrılıp limanın ilersindeki beyaz badem ağaçlı yoldan evinin bulunduğu mahalleye geldi. Evinin bahçe kapısını açarak bahçeye girdi. Bahçede renk renk çeşit çeşit çiçekler çevreye kokular saçıyor. İnsana huzur veriyordu. Doğruca eve giren Ahmet hanımını mutfakta öğle için yemek hazırlarken buldu. Çocuklar oyundan henüz dönmemişti. Ahmet hanımına
--Müjde hanım yarın ava çıkıyoruz Allah yardım ederse sıkıntılardan kurtulup rahata erecek parayı kazanacağız dedi. Hanımı
--İnşallah bey inşallah ama önce sen sağ salim geri dön dedi. Ahmet hemen hazırlıklara başladı vakit kaybetmemeliydi. Sabah erkenden limana gidip gemiye binmeliydi. Az sonra gülüşmeler ve bağrışmalar arasında çocuklar bahçe kapısında göründüler. Öğle yemeği de zaten hazırdı. Çocuklar önce ellerini yüzlerini yıkayıp geldiler. Evin bahçesine kurulan yemek masasına el birliği ile kuruldular sofraya. İştahla yemeklerini yediler. Yemekten sonra eler yıkandı kurulandı Ahmet yine hazırlığına devam etti. Ali bunu fark edince annesine
--Hayırdır anne babam niye hazırlık yapıyor dedi. O da
--Ava çıkacak yarın inci avına çıkacak bir gemiyle dedi. Ali
--Bende büyüyünce babam gibi inci avcısı olacağım dedi. Annesi.
--Hayır sen okuyup büyük adam olacaksın dedi. Ali bu konuşmadan sonra odasına çekilip kitap rafından aldığı bir kitabı okumaya başladı. Annesi de babasının hazırlıklarına yardım ediyordu. Küçük Ayşe ise salonda bebeği ile oynuyordu. Saatler nasıl geçti akşam yemeği nasıl yendi anlaşılmadan yatma saati gelmişti. Sabah erkenden av için limana gidecek Ahmet tüm hazırlığını yapmış saba erken kalkmak için yatağına yatmıştı. Günün vermiş olduğu yorgunluk ve telaş hemen uyumasını sağlamış ve böylece deliksiz bir uykuya dalmıştı. Ahmet uykusunda güzel bir rüya görüyordu. Rüyasında arkadaşları ile birlikte denizin dibine dalmış. İnci arıyordu. Bir çok istiridye kabuğunun içinde duruyordu. Ahmet onların kapaklarını açıyor, ama kabukların hemen hemen hepsi boş çıkıyordu. Nihayet bir istiridye kabuğunu açınca orda ışıl ışıl bir parlak inci gördü. Ahmet’ten sonra yatan hanımı da kendini rüyasında bir sahilde kocasını beklerken görüyordu. Gemiler geliyor sahile limana yanaşıyorlar o da yolcuların arasında kocası Ahmet’i arıyordu. Nihayet Ahmet bir gemiden iniyor. Güzel gemici elbiseleri arasında elinde parlak bir şey vardı. O sabah erkenden kalkan Ahmet eşinin hazırlamış olduğu demli çayı içti, kahvaltısını yapıp yola koyuldu. Eşi de onu limandan yolcu edecekti. Zaten denizci karısı olmanın kaderi buydu. Çocuklar henüz uykularındaydı. Serin ve puslu bir hava vardı güneş henüz doğmamıştı. Sabahın alaca karanlığında gemide sefere çıkmanın telaşı ve heyecanı vardı. Hızır kaptan tayfalara sürekli emirler yağdırıyordu. Gemiye lazım olan malzemeler yükleniyor. Bunlar kaptan tarafından sürekli kontrol ediliyordu. Nihayet gemiye malzeme yükleme işi bitince demir alma vakti gelmişti. Ahmet eşiyle vedalaşıp bindi gemiye. Gemi hareket edinceye kadar bekledi eşi. Gemi hareket edince el sallayıp limandan ayrıldı. Ara sıra mavi suların üstünde süzülerek giden gemiye bakıyordu. Ahmet ise güverteden limanın kenarındaki yolda gittikçe küçülen eşine bakıyordu. Mavi bir atlasa benzeyen denizin dalgalarını yararak ilerliyordu gemi. Zaman zaman kalın sesli düdüğünü öttürmekten geri durmuyordu. Ufukta gittikçe kaybolan gemiye son kez baktı. Genç kadın ve şöyle aklından geçirdi. İnşallah sağ salim dönerler. Limandan hızla uzaklaşan gemi pırıl pırıl yakamozların arasında sakin bir havada yolculuğuna devam ediyordu. Gemicilerin heyemola sesleri etrafa neşeler saçıyor. Yolculuk oldukça keyifli geçiyordu. Günler sonra açık denizde inci avının yapılacağı yere gelmişti gemi. Avcılar dalış için dalgıç elbiselerini giyip kendilerini bıraktılar mavi sulara. Tabi Ahmet’ e de sıra gelince o da inci avı için daldı engin maviliklere. Denizin dibi çeşit çeşit irili ufaklı balıklarla doluydu. Her biri Ahmet’in yanından hızla geçiyordu. Ama onların hiç biri Ahmet’i ilgilendirmiyordu. O sadece istiridyelerle ilgileniyordu. Hiç durmadan dalgıç elbiseleri içinde denizin dibinde dolaşıp durdu. Saatler birbirini kovalamış Ahmet bir tek inci bile bulamamıştı. O günlük vakit dolmuş Ahmet’te gemiye çıkmıştı. Tabi Ahmet’in inci kesesi bomboştu. Arkadaşları irili ufaklı bir çok inci çıkarmışlardı. Ama sans bu ya Ahmet eli boş dönmüştü. Bu dalıştan.
     Denizin en dip köşesinde yaşayan istiridye içinde taşıdığı ilk incisi olan yavrusunu özenle korumak için kimsenin ulaşıp bulamayacağı bir köşede saklamaya çalışıyordu. Genellikle geceleri ortaya çıkıyordu. Gündüzleri ise bir kayanın ardına gizleniyordu. Hele bu av mevsiminde ortaya hiç çıkmıyordu. Çünkü kanatlarının arasında taşıdığı pembe renkli incisini çok seviyor. Ondan ayrılmak istemiyordu. Ahmet sansızlığına mı yansın yoksa para kazanamayacağına mı arkadaşları her gün üçer beşer inci çıkarırken o bir tek inci bile bulamamıştı. Her gün sabırla arkadaşlarıyla birlikte dalıyor fakat sansına bir dolu istiridye bulamıyordu. Açtığı bütün istiridyeler boştu. Nerdeyse av bitmek üzereydi. Ama Ahmet’in inci torbası bom boştu. Nihayet avın son günü gelip çattı. Ahmet o günde herkesle birlikte daldı engin sulara artık tam umudunu kesmişken bir istiridyenin yosunların arasında kanatlarını görür gibi oldu hızla oraya yöneldi. Gerçekten hayal görmüyordu. İstiridye ordaydı hemen eline alıp kanatlarını açtı. İstiridyenin içinde pembe renkli bir inci ışıl ışıl parlıyordu. Ahmet inciyi özenle alıp torbasına koydu. Ahmet o gün başka inci bulamadan gemiye döndü. Gemide inciyi gören arkadaşları pembe renkli inciyi çok beğendiler. O güne kadar böyle parlak ve göz kamaştırıcı inciyi kimse görmemişti. Bütün av boyunca yalnız bir inci bulan Ahmet bu güne kadar kimsenin bulamadığı inciyi bulmuştu. Nihayet av sona ermiş gemi dönmek için demir almıştı. Ahmet’in bulmuş olduğu inci o av için birinci seçilmişti. Ahmet inciden çok para kazanmayı umarak gelecekle ilgili tatlı hayaller kurmaya başlamıştı. Nazlı gemi engin sularda beyaz köpükler saçarak yol alıyordu. Rüzgar geminin işini kolaylaştırırcasına esiyor yelkenler iyice şişmiş bir halde gemi hızla ilerliyordu. Günler geceleri kovaladı ve yolculuğun sonuna gelindi…
Günlerce özenle büyütüp koruduğu inciden ayrılmak çok üzmüştü istiridyeyi. O üzüntüyle zaten inci avcısı tarafından açılan kanatları yara bere içindeydi. Bu halde acılarıyla baş başa dolaşıp durdu engin denizin diplerinde…
Ahmet’in karısı her gün limana yakın bir tepeden denize bakar kocasının avdan dönüp dönmediğini çocuklarla beraber bu tepeden izlerdi. Ali ve Ayşe’de annelerine eşlik edip babalarının avdan dönmesinin yolunu gözlerlerdi. Güneş batmaya yüz tutmuş ufukta kızıla çalan bir grup oluşmuştu. Anneleri çocuklara
--Bu gün geç oldu zaten ufukta gemi filan yok artık gelmezler. Hadi gidelim dediyse de; Ali o zaman
--Siz gidin anne ben biraz daha beklemek istiyorum dedi. İçinde bir his babasının bu gün geleceğini söylüyordu. Ali akşam güneşin batması ile oluşan kızıl grubun oluşturmuş olduğu yakamozlara dalmıştı. Yakamozlar dalgaların arasında bir ışık huzmesi olmuş göz kamaştırıyorlardı. Böylece ne kadar zaman geçti bilinmez bir gemi düdüğü Ali’nin kendisine gelmesini sağladı. Bir anda kendine gelen ali uzaklardan bir gemi sülyetinin limana doğru geldiğini gördü. İçinde bir ses ona baban bu gemide diyordu. Hızla limana koşan Ali yanılmamıştı. Bu gemi babasının da içinde bulunduğu avcı gemisinden başkası değildi.  Ali heyecan içinde limanda, geminin limana yanaşmasını bekliyordu. Limanda irili ufaklı bir çok gemi vardı. Bunların birazı büyük ticaret gemisi birazı da küçük balıkçı tekneleriydi. Nihayet avdan dönen gemi limana yanaştı. Ahmet bir ara limanda oğlunu görmüş, onun heyecan içinde kendisini beklediğini anlamıştı. Herkes gibi Ahmet’te geminin limana yanaşması için yapılan çalışmaya katılmıştı. Gemi sorunsuz olarak limana yanaşmıştı. Artık inci avcıları için incilerinin alıcılar tarafından satın alınmaları gerekiyordu. İşin en heyecanlı yanı buydu. Günlerdir denizde bu an için çalışan denizciler artık emeklerinin karşılığını almalıydılar. Gerçi Ahmet tek bir inci bulmuştu ama. Onun bulduğu inci diğer incilerden daha parlak ve daha ihtişamlıydı. İnciler müzayede de açık artırma yoluyla tüccarlar tarafından satın alınıyordu. Özellikle kuyumcular bu incileri alıp işliyor ve mücefer haline getiriyorlardı. Müzayede salonunda toplanan kuyumcular inci avcılarını merakla bekliyorlardı. Bütün avcılar keselerindeki incileri çıkarıp ortaya koydular. Ahmet’te kesesinden incisini çıkarıp masanın üstüne koydu. İnci o kadar güzel ve parlaktı ki herkesin dikkatini çekiyordu. Açık artırma başlarken ilk olarak Ahmet’in incisini satışa sundular. Bu arada Ali babasının yanına gelmiş heyecan içinde müzayedeyi izlemeye başlamıştı. İnciyi bütün tüccarlar sahip olmak istiyordu. Onun için incinin fiyatı katlanarak yükseliyordu. Ahmet ve Ali heyecan ve sevinçle bekliyor, kazanacakları parayla tatlı hayaller kuruyorlardı. Nihayet inci o güne kadar hiç görülmemiş bir bedelle satıldı. Tüccar parasını ödeyerek inciyi satın aldı. Ahmet ve Ali’nin neşesine diyecek yoktu. Ellerine gerçekten çok para geçmişti. Artık her şeyi alabilirlerdi. Doğruca evlerinin yolunu tuttular. Mevsimin akşam serinliğinde ağaçlı bahçelerin arasından hızla geçip evlerine vardılar. Çevrede insanlar bahçelerine kurdukları masalarda akşam yemeklerini yemekteydiler. Ali’nin gecikmesinden endişelenen Meryem Ayşe ile birlikte bahçe kapsında bekliyorlardı. Karşıdan Ahmet ve Ali’nin geldiğini görünce Ayşe hızla onlara doğru koşup babasının kucağına atladı.  Hasretle kızını kucağına alan Ahmet bütün yorgunluğunu unutmuştu. Bu manzarayı seyreden Meryem’in bütün endişeleri silinmiş sevinçten gözleri yaşarmıştı. Hep birlikte evlerine girdiler. Zaten hazır olan akşam yemeği için bahçede masa hazırlayıp yediler. Bütün aile çok mutluydu.
Hasan evine dönerken çok mutluydu. Çünkü şu ana kadar görmüş olduğu en güzel ve en parlak inciyi satın almıştı. Gerçi çok para vermişti. Ama olsun en güzelini o satın almıştı. Hemen o gece atölyesinin yolunu tuttu. İnciyi kesesinden çıkarıp hayran hayran baktı. Sonra el beziyle temizledi. Baktı inci şimdi daha parlaktı. Sonra onu işlemeye başladı saatler saatleri kovaladı. Vakit sabaha yakın işini bitirdi. Yorgun argın evinin yolunu tuttu. Yatağına yatıp biraz uyudu. Her zamanki kalkma vaktinde kalkıp kahvaltısını yaptı. Kahvaltıdan sonra incisini alarak sarraflar çarşısında ki dükkanının yolunu tuttu. Anahtarıyla dükkanın kapısını açtı. Bir bez ile masaların üstünü vitrinleri sildi. Sonra özenle mücevheratlarını silerek yerleştirmeye başladı. En son sıra inciden yaptığı gerdanlığa gelmişti. Onu da silip yerine koydu. İncili gerdanlık dükkandaki bütün mücevherlerden de daha fazla parlıyordu. İçi mutlulukla doldu…
Dükkanın ününden iki çocuk gidiyordu. Sırtlarında içlerinde renk renk boya kalemleri bol resimli kitaplar ve defterler olan resimli çantalarıyla iki çocuk neşeli bir şekilde geçiyorlardı. O sırada vitrindeki inci görevini yapmanın huzuruyla parlıyordu.   
 
 
 
Bugün 154934 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol